Davacı Prof. Dr. Mehmet Haberal'ın, Ceza Muhakemesi Kanunun 250. maddesi ile Özel Görevli İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi Yargıçları hakkında açtığı manevi tazminat davası 08.06.2010 tarihinde karara bağlandı.
Davacı vekilleri avukatlar yapılan duruşmada "...CMK'na aykırı davranıldığını, (...) 5 tanesinde cumhuriyet savcısının da tahliye isteminde bulunduğunu, sürekli olarak iki üyenin gerekçesiz bir şekilde tutukluluğunun devamına karar verdiğini, böyle bir durumun 4. Ceza Dairesinin bir kararında görevi kötüye kullanmak olarak nitelendirildiğini, davacı (Haberal'ın) sorgusunda 180 adet soru sorulduğunu, bunlar içinde terör örgütü kurmak ve yönetmekle ilgili hiçbir soru bulunmadığını, tahliye isteminin reddine ilişkin kararlarda delillerin karartılmasından ve kaçma şüphesinden söz edildiğini, oysa müvekkillerinin (Haberal'ın) ani ölüm riski taşıdığını, kaçma ve delilleri karartma şüphesinden söz edilemeyeceğini,(...) ayrıca tahliye isteminin reddinde eşitlik ilkesine de aykırı davranıldığını, bazı dosyalarda sağlık nedeniyle tahliye kararları verildiğini..." söylemişler.
Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, 2009/12 Esasına kayıtlı bu davada İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinden beş, 12. ve 9. Ağır Ceza Mahkemelerinden de ikişer olmak üzere, "tutukluluğunun devamına" karar veren dokuz hâkimin her birinden "1500'er TL" manevi tazminatın alınarak davacı Mehmet Haberal'a verilmesine oy çokluğuyla karar verdi. Kararın temyizi mümkün... Temyiz incelemesi Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından yapılacak.
Ama kıyamet koptu... Yürütmenin başı başta olmak üzere, Yasamanın üyeleri çok kızdı.
Başbakan'a göre "...artık bundan sonra mahkûm olanına, tutuklusuna kadar hepsi için bir kapı açılacak mı? Açılacak. Şimdi, herkes müracaat edip aynı şekilde bu tür davaları açmak suretiyle kendilerine yeni çıkış yolları arayacak mı? Arayacak. Ne olacak? Bunun altından neyle kalkacaksınız? Hangi hukuka ve hangi maddeye dayalı olarak böyle bir adım atıyorsunuz? Bunun ideolojiden ayrı bir yanı olamaz. Bunun kendi özel dünyalarındaki verilmiş karardan başka bir özelliği yoktur. Buna ne kendileri inanıyorlar ne de milleti inandırabiliyorlar. Ben inanmıyorum, kimsenin de inandığına ihtimal vermiyorum. Çünkü yargı o kararla güvenirliğini adeta bitirmiştir. Dokuz hâkime böyle cezayı verdiğiniz andan itibaren bu ülkede yargının güvenirliği kalmaz. Yasama, yürütme, yargı, üçünün de ortak paydası bu milletin evlatları olmalı. Onlar adil karar neticesinde kendi adalet mekanizmasına güvenmelidir. Halk eğer adalet mekanizmasına güvenmiyorsa, burada sıkıntı vardır."
Başbakan'a göre; bu kararla artık yargı "güvenirliliğini" bitirmiştir.
Başbakan bu karara inanmıyor. O inanmıyorsa, başkasının da inandığına ihtimal vermemek gerekiyor. Ona göre; bu kararla yargı artık, yargının ortak paydası ve "bu milletin evladı" değil, olamıyor... Yasama ve Yürütmenin ortak paydası bu milletin evladı olmak mıdır, değil midir, onları da, zaten sadece Başbakan biliyor!
Ama ben de biliyorum ki, yargı bu memleketin evlatlarına emanettir, başbakanlara değil.
Yargıtay 11. Ceza Dairesi Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner'in ve on kişinin tahliyesine karar verdi. Yine kıyamet koptu. AKP'ye göre bu karar Türk yargı tarihinin 'yüz karası'... CHP'ye göre, bu kararla "tutuklama sebeplerinin başından beri mevcut olmadığı" tespit edilmiş oldu.
19.06.2010 günlü gazetelerdeki haberlere göre; AKP Kahramanmaraş Milletvekili Veysi Kaynak; "...yürüyen yargı süreci hakkında bir hukukçu olarak bizlerin konuşması çok yanlış" demiş.. Ama arkasından bu tahliye kararının "Türk yargı tarihinin yüzkarası bir karar" olduğunu, çünkü görüşüne göre davaların birleştirilmesine karar veren 11. Ceza Dairesinin o davalara bakmakla yetkili, görevli olmadığını ve bu nedenle tahliye kararı için "Dolayısıyla Türk yargı tarihinin yüzkarası bence" demiş
AKP Manisa Milletvekili İsmail Bilen şöyle değerlendirmiş: "Hukuk ancak bu kadar katledilebilir veya bu kadar ideolojiler veya siyasetin kurbanı yapılabilir. Hukuka olan güven ancak bu şekilde sarsılabilir. Bir hukukçu olarak çok doğru bulmuyorum, ama kararı yorumlamak için de kararın tamamını bir görmem lazım."
CHP Konya Milletvekili Atilla Kart, tahliye kararlarının dosya kapsamına ve hukuka uygun olduğu kanısında...
MHP Isparta Milletvekili Nevzat Korkmaz, "Mahkemeye intikal etmiş bir konuda MHP, konuşarak hâkimleri ve mahkemeyi olumlu ya da olumsuz anlamda etkilemeyi, adalete ve adalet kurumlarına saygısızlık olarak kabul ediyor" demiş..
BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Kandil ve Mahmur'dan gelen 'barış grubu' üyelerinin tutuklanmaları üzerine "Dün Diyarbakır'da hukuk ayaklar altına alındı, hukuk katledildi" demiş. (19.06.2010 Gazeteler)
19 Haziran 2010'dan itibaren "yargının güvenirliliği" kalmamış oldu!...
19 Haziran 2010, "hukukun katledilme" tarihi olarak, tarihe geçti....
Peki kime güveneceğiz? Hukuku katleden katil/katiller kimlerdir?
Başbakan artık yargıya güvenmiyor ve inanmıyor! Tam aksine, hepimiz hukuka ve yargıya güvenmek zorundayız. Başbakanlar ve politikacılar güvenmeyebilirler...Ama hukuka güvenmek bizler için zorunluluktur. Hiçbir başbakan için hukuka güvenmek zorunluluk değildir ve olmayacaktır...
Hukuka olan güvenimiz, yaşamımızda bize ne kadar güvence sağlıyorsa; bizde hukukun güvenliğini sağlamakla yükümlüyüz. Hukuku, insan yapar. Yargı kararları her zaman eleştirilebilir. Sadece hakaret etmeyin ve sövgüyle söz söyleme hakkını karıştırmayın. Yargıyı eleştiri hakkını ve gücünü hukuk sağlar. Yargının hatalarını eleştirerek düzeltmenin yolu, ona güvenmek ve onun güvencesini sağlamaktan geçer.
Hukuk devleti ve güvenliği, hukukun güvenliğini temin etmekten geçer. Aksi takdirde yaşamınız, yoksulluk içinde demektir. Artık her geçen gün fakirleşirsiniz ve fark etmezsiniz...
Hukuki güvenliğinizin sürekli tartışıldığı bir ülkede yaşıyorsanız, sürekli hukuka ve yargıya olan güveninizi yitirmeniz isteniyorsa, tek güvenceniz kalmış demektir: Hukuk...(Fİ/EÖ)