Genç çocuk, babasının hediye ettiği araba ile ilk turunu atıyormuş. Bir kolu pencereden dışarıda oldukça havalı bir durum...
Aniden arkadan gelen bir sarsıntı ve gürültü. Bir kamyon arkadan çarparak tamponu parçalamıştır. Kamyoncu ve çocuk arabadan inerler, kamyoncu çocuğun ayaklarına kapanır ve "Abi ben bunu ödeyemem, affet" diye yalvar yakar çocuğu razı eder. Zaten çocukcağız kendisinin iki katı olan kamyoncuya birşey yapamayacağını da anlayınca, helalleşip ayrılırlar.
Genç çocuğun canı sıkılsa da havalı turuna devam eder. Ancak ilk ışıklarda durduğunda yine bir sarsıntı ve gürültü gelir. Bu kez ilkinden de daha büyük bir zarar vardır arabada.
Çocuk delirmiş bir durumda arabadan aşağı iner, gördüğü manzaraya inanamıyordur. Yepyeni arabası perişan vaziyettedir. O sırada arkada aynı kamyon, aynı şoför başını camdan çıkartıp pişkince sırıtarak seslenir:
"Benim abi benim..."
Türkiye'de her gün birbirinden akıl almaz olaylar meydana geldikçe aklıma bu fıkra geliyor. Yıllardır bütün yaşadığımız/duyduğumuz olayların arkasında kamyon sürücüsünün pişkin sırıtışını görüyorum.
"Benim abi benim."
Yargıyla ilgili kuruluşların son yayınladığı bildiride de aklıma nedense bu fıkra ile birlikte Şemdinli Savcısı geldi. Şemdinli Savcısı Ferhat Sarıkaya'nın adını kaç yargı mensubu hatırlıyor acaba. Hani; bağımsız davranıp, dava açınca kendini mesleğin dışında bulan savcı. Ben onu koruyan, yapılanın yanlış olduğunu, adaletin bağımsızlığına gölge düştüğünü, hukukun katledildiğini söyleyen, açıklama yapan yargı mensubu hatırlamıyorum.
Meslek kuruluşlarından, savcılardan kimseden tık çıkmamıştı. Üstelik konuşmaları gereken, doğrudan mesleklerinin doğasıyla ilgili bir konuda adalet sistemi sınıfta kalmıştı.
Sarıkaya'ya da nereden gelip çarptığı belli olmayan bir kamyoncu gibi el sallamıştı; "Benim abi benim" diye.. Hepimizin ve bütün bağımsız yargının gözleri önünde.
Üstelik bu son zamanlarda artık trafik düzeliyor galiba denilen bir dönemde yaşanan ve doğrudan adalete çarpan en büyük kamyon darbesiydi. O gün o savcıyı savunmak için hiçbir şey söylemeyen adalet sistemi, kazaları ve pişkin "kamyoncu"ları meşrulaştırırken, adaletin meşruiyetini yok etmişti.
AKP'nin bitkisel hayata girdiği gün
Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) de kendini kamyonun önüne attığı gündü belki o gün... O gün intihar etmiş ve bitkisel hayata girmişti. Zaten o günden sonra bir daha da toparlanamadı. Avrupa'dan ilaç da getirse, hâlâ yataktaydı, kurtulacağı şüpheliydi.
Bu ülkenin, dün genç olup da bugün yaşlananları olan bizim nesil bütün hayatları boyunca adaletin, "kamyonculara" göz yummasını izleyerek büyüdü. Hatta "kamyonculara" arka çıktığını gördü.
Erdal Eren'in yaşını büyüterek idam eden ve hukuk tarihine kara bir leke olarak geçen de Deniz Gezmiş ve arkadaşlarını asan da Menderesleri asan da Kılıç Ali'nin başında olduğu İstiklal mahkemeleri de bu ülkenin mahkemeleriydi.
Bunlar herkesin bildiği örnekler ama ortalarda görünmeyen binlerce dava sayabiliriz. Bugün rahatça bu mahkemelerin hata yaptığını, hukuku katlettiğini söyleyebiliyoruz.
Ama şu son bildirilerden sonra gelinen nokta sözün bittiği nokta. Ülkenin yargı kurumları (Beğenelim, beğenmeyelim) parlamentonun üzerine freni boşalmış bir kamyon gibi gidiyor. Biz ise en az baştaki fıkra kadar absürd bir durumu, makul makul konuşup tartışıyoruz. Bana artık gerçekten gökten bir el uzanacak ve bizim kamyoncu el sallayacak gibi geliyor:
"Benim abi benim." (EG/GG)