Uğuldayan fırtınada,
Gecede uçan,
Görünmez böcek (kurt)
O kırmızı, mutlu
Yatağını buldu,
Karanlık, gizli aşkı
Kemiriyor hayatını.*
İngilizce'nin ünlü mistik şairi William Blake'in Sick Rose (Hasta Gül) şiiri, gizli bir aşkla sevdiği gülü kemiren ve onu solduran bir bitki kurdunu (şiirin yukarıda ki çevirisinde böcek olarak geçen) anlatır.
Cinsellik ve arzunun karanlık yüzünü anlatan bu şiir, bir başka açıdan değerlendirildiğinde iyiliğin içindeki kötülüğe işaret eder. Baskı ve yasaklar sonucunda gizli kalmış ölümsüz aşkları, bastırılmış cinsellikleri de anlatan bu şiir, yalnızca yazıldığı on dokuzuncu yüzyılın ilk yarısına ışık tutmaz, modern olarak adlandırılan günümüzün dünyasını da aydınlatır.
Ancak şüphesiz William Blake, Hasta Gül'ünde içinde yer aldığı, soyut ve yalın bir imge örgüsüyle yazdığı "Masumiyet ve Deneyim Şarkıları"nda kıskançlık, çocukluk, büyüyememe gibi insan hasletlerinin yanı sıra yoğun bir kilise ve muhafazakarlık eleştirisinde de bulunur.
Bastırılan ve kurt ya da böcekle sembolize edilen erkeğe özgü cinselliğin, gülün nahif ve kırılgan kırmızılığında simgelenen aşk ve bekareti nasıl içten içe sapkın bir biçimde kemirdiğini anlatan şiir, yaşanmamış, geç kalınmış ve yasaklanmış cinselliklerin karanlıklarını ifade eder.
Arzunun, ihtirasa dönüştüğü yerde kararan ve norm dışına çıkan cinsellik gerçekte büyümenin doğal bir sürecidir. Blake'in, kilise ve toplum tarafından belirlenen ahlak kurallarını şiddetle eleştirdiği ve bu kuralların yol açtığı patolojik bir durumu gösterdiği şiirinin işaret ettiği "iyiliğin içindeki kötülük" temasıysa, tam da bu norm dışı cinselliğin baskı sonucu ve birilerinin (bireylerin) iyiliği adına yapılan -hatta Blake'in şeytani olarak betimlediği- kötülük sonucu nasıl ortaya çıktığını anlatır.
"Ahlak"la yasaklanan cinsellik
Yetişkinlikten büyümeye geçişin evrelerinden biri olan cinselliğin, kişiye toplumda saygı kazandıracak ve içinde iyilik unsuru barındıran "ahlak" anlayışı öne sürülerek yasaklanması, sapkın bir cinselliğe yol açar.
Buna göre, çocuksu bir masumiyeti temsil eden bekaretin bir ömür boyu saklanması; muhafazakar ahlak anlayışı içinde, iyi ve ahlaklı bireylerin toplumda var olacağı inancını pekiştirir.
Blake'in, temelleri bir yüzyıldan daha önce kilise ve siyasi idare tarafından atılan Viktorya döneminin "kurumsallaştırılmış" ahlak anlayışını eleştirdiği Hasta Gül şiiri, birçok bakımdan Doğu ve Güneydoğu'da "töre" adı altında işlenen namus cinayetlerinin ve kadın intiharlarının perde arkasına ışık tutar.
"Bikir"deki ironi
Bu açıdan, her iki bölgede yaşanan bu sorunu sembolize edecek bir biçimde adlandırılmış Diyarbakır ya da Diyar-ı Bekir veya Diyar-ı Bikir yöresinin namus cinayetine kurban giden, intihara zorlanan ya da bu uygulamaları izlemeye maruz bırakılan yaralı ve sessiz kadınları; Blake'in şiirinde anlattığı kurumsallaştırılmış, hegemonik ve patriarkal bir ahlak anlayışının mağdurları olarak patolojik bir acının içinde yaşamaya zorlanırlar.
Saflık ve bekaret anlamlarını bir arada taşıyan bikr/bikir kelimesi ironik bir biçimde bakır kızıllığının, şiirdeki gülün cinsellik çağrıştıran kırmızılığını andırır. Yöre isminin bu iki farklı söyleniş biçimi, hem bir kültürel durumu yansıtır hem de üçüncü söylenişi olan Diyar-ı Bekir kelimesiyle bir tarihsel geçeğe tekabül eder. Bu da, yörenin bir zamanlar Osmanlı sancağı olarak idare edilmesidir.
Köy meydanının herkesi hem görünür kılan hem gören kahvesinden, kız kardeşini sokağın başında bir gençle gördüğü için bir saniye düşünme fırsatı bulamadan öldüren ağabeyle cisimleşen bu iyilik adına "kurumsallaştırılan" politik ahlakın sorumlusu olarak teslim olduğunda "köy meydanı kahvesinin aynalı gözü" kahrolur.
Namus: Kadın bedeninin denetim almanın yolu
Bu ikiyüzlü ahlakın, kökü Akdeniz kültürüne ve ataerkil değerlerin kadını metalaştıran anlayışına dayanan sebeplerini Fatmagül Berktay, "Kuzenler Cumhuriyeti'nin Yaralı Kadın ve Erkekleri" başlıklı yazısında anlatır.
Berktay, Germaine Tillion'un 2005'te Şirin Tekeli tarafından Türkçe'ye çevrilen "Harem ve Kuzenler" kitabına değinerek namus cinayetlerinin ve kan davalarının sadece Doğu'ya özgü olmadığından bahseder. Akdenizli olmanın romantik doğasının ötesinde bir toplumsal yapıya işaret eden yazısında Tekeli, Tillion'un "kadın bedeni üzerindeki toplumsal denetimi ve bunun sonucu olan "namus" cinayetlerini Sicilya'dan, Yunanistan ve Lübnan'a kadar izlemek mümkündür" cümlesine atıfta bulunur.
Tillion ayrıca, aşiretlerin yakın akraba evliliklerinin mülkiyet devamlılığı açısından zorunlu hale getirilmesine de değinir ve namus cinayetinin alternatifi olarak, baba tarafından kuzenlerarası evliliklerin yaygınlaştırıldığını belirtir.
Bu durumun, kadınların bekaretine ve sadakatine neden bu kadar önem verildiğini açıkladığını düşünen Tillion; namus ve şeref kavramlarının kadın bedenini denetim altına almada, nasıl bir rol oynadığını da belirtir.
Sonuçta, Viktorya döneminin İngiltere'sinin Blake'in şiirinde anlattığı muhafazakar yapısıyla, Doğu Anadolu'da "töre" adı altında işlenen ve yine bu adlandırılmayla görmezden gelinen namus cinayetlerinin; kadın katlinin, kökü Akdeniz kültürüne uzanan yapısı arasındaki benzerlikleri, bu olgunun nedenlerinin bir bölgeye özgü bir durum olamayacağını ortaya çıkarır.
Bu da, şiirdeki gibi "kurumsallaşmış bir zorunlu iyi/lik (ahlak) anlayışının" ardındaki kötülüğün, bitki kurdunun gülü kemirmesi gibi kadın/ları nasıl kuşattığını ve yaşam hakkı tanımadığını gösterir. (YK/TK)
* Blake, William. "Hasta Gül". Masumiyet ve Deneyim Şarkıları. Türkçesi: Tozan Alkan, İstanbul: Bordo Siyah Yayınları, 2003.
(1) Fatmagül Berktay, " Kuzenler Cumhuriyeti'nin Yaralı Kadın ve Erkekleri", Toplumsal Tarih, Sayı: 169, 2008.
(2) Tillion, Germaine. Harem ve Kuzenler. Çeviri: Nükhet Sirman, Şirin Tekeli, İstanbul: Metis Yayınevi, 2006.