Yaralar, Srdan Dragojevic’in yazıp yönettiği savaşı anlatan filmin adı. İki üç kere baştan anlatayım diyerek aslında anlattığı öykünün tekrarladığını ama giderek şiddetlenerek tekrarladığını hatırlatıyor filmde.
Öykünün adı: Savaş!
Binyıllardır insanın yenik düştüğü hırs! Filmde en yakın arkadaşı tarafından silahla yaralanan Pinki, televizyonda Belgrad’da çıkan olayları seyrederken (sene 1996’dır) “dışarıda birileri, birilerinin oylarını çalmış, ama o ben değilim, görgü tanığım var” diyerek olabildiğince gözümüze sokar bilinen gerçeği! Oy çalmamışsa da başkalarının hayatını çalmıştır Pinki ve arkadaşı Svaba. Mahalledeki abilerinden öldürmeyi öğrenirlerken bir yandan da Sırpların Sırp olmakla övündükleri sahnelere, ne yazık ki savaş Yugoslavya’yı vurduğunda, artık fakirleşen ve bir diktatörün önlenemez yükselişinde can çekişen insanları izleriz. Tito hayranı baba, Milosevic’in fotoğrafını duvarına asarken çiviyi kendi eline batırır. Kendi kendisini çarmıha geren bir toplumun öyküsünü anlatan Rane (Yaralar), komşusu ve çocukluk arkadaşı tarafından vurulan Pinki’nin şu sözleriyle biter: “Ben sizden daha cool’um, siz farelerden; en azından ayrıcalıklı bir ölümüm var çünkü bu hayatı ben seçtim, sizin gibi birtakım insanların peşinden koşan farelerden değilim. Yurtdışına da gidebilirdim ama insan hayatında her istediğini yapamıyor, öyle değil mi?”
Açık olmak gerekirse Sırbistan’a giderken 90'ların vahşi diktatörü Milosevic ve savaş aklımın bir köşesinde duruyordu. Tanıdığım günden beri aklımda üç melek olarak kalan Nataşa, Biljana ve Klara beni öyle coşkuyla karşıladılar ki, kendimi evimden de evimde hissettim.
Elbette sokakta en sık duyduğum soru, ne işin var buradaydı (daha iyi bir yer yok muydu gidecek mütevazılığında sorulan bir soruydu bu).
Polonyalılara ve İspanyollara benzetildim. "Turska" dediğimde gülüp "bravo" diyen çok oldu. Seçimler yaklaştığı için de epey konuştuk.
"Üç savaştan sonra yorgunuz" dedi Klara. Milosevic’e karşı, savaşa karşı yapılan protestolardan söz etti. Savaşı yaşamış birinden savaşı dinlemek elbette çok farklıydı benim için. En azından bir gazete aracılığıyla değil, orada kendisine hâlâ "Yugoslav" diyen, öyle hisseden birinin gözünden dinliyordum hikayeyi.
Annesi Macar kökenli Klara’nın en yakın arkadaşı Boşnak; Voyvodina’da çalışıyor ama Novi Sad’a yarım saat uzaklıkta bir köyde yaşıyor. Tuna Nehri’nin güzelliğinin kıyısında kocaman bir Yahudi ailesi anıtı var. Hırvatların bir zamanlar öldürüp attığı Yahudilerin ve Sırpların anısına.
"Savaş başladı mı artık bir noktadan sonra kim kimi niçin öldürüyor anlamıyorsun" dediler. Ve "Savaş her zaman birilerinin işine yarıyor. Sadece birilerinin. Kimseye düşmanlık besleyecek hali kalmamış kimsenin".
Sanırım benim için en anlamlı söz buydu.
Yaralar’a dönersem, gangsterlerin çıktığı programa çıktığı anda dünyanın hakimi olduğunu düşünen on sekiz yaşındaki iki gencin Hollywood filmlerini aratmayacak bir iştahla programı ele geçirmesi bir yana, uyuşturucu müptelası olmuş büyükannenin de önce esrar, sonra kokain aldıktan sonra kendi gençliğinde yaşadığı zulmü anlatırken kahkahalara boğulması ve hatta programa çıkan Pinki’nin savaş sefaleti süren babasının akşam “beni de alın yanınıza, silah benim uzmanlık alanım” diyerek oğlundan para alması ama sonra kendisini öldürmesi epey manidardı.
Eninde sonunda hepimiz biliyoruz savaş ölmeyi öğretmez, öldürür!
Ve seçimler yaklaşırken Türkçe’de ve Sırpça’da aynı olan “komşu” kelimesi kocaman bir insanlık sınavını insanın hiçbir zaman tek başına veremeyeceğini gösteriyor. Kendi insanlığından olduğu kadar komşununkinden de sorumlu olduğu bilincine varınca insan, dünyayı, evet, her köşesini, evi olarak göreceği için bir gün gelecek artık savaştan konuşmaya mecalimiz kalmayacak. Bu yüzden seçimleri önemsiyorum hâlâ. Bir Amerikan Rüyası’na inanmadığım gibi bir Amerikan Kabusu’nu da kabul etmek istemiyorum! İnsan bir gün sadece insan olduğunu hatırlayıp etnik ya da dini kimliğinin üstünlüğü safsatasından kurtulduğunda başkaları da bundan nemalanamayacak.
Tuhaf bir şekilde şu gerçeğinde farkına varmış bulunuyorum: Bugün hayattaysak bizden öncekiler belki on gün belki 35 yıl belki 350 belki de 3500 yıl önce birilerini bir yerlerde öldürdüğü için buradayız yani o kadim leke hiçbir insanın elinden henüz çıkmış falan değil, bunun da üstünü örtmeye çalışmak, sürekli birilerini düşman ilan etmek herhalde insanlık tarihinin en büyük ironisi. Yaralandığımızda sadece doktora ihtiyaç duyarız. Ya da acaba şöyle mi demeli? Komşu komşunun külüne muhtaçtır.
Not: Bu arada Biljana bana söylediği şu cümleyi aktarmalıyım: “Biliyorum sıkıcı bir konu ama Soma’da ne oldu? Haberlerde seyredip durduk. Tabii Sırbistan’daki sel felaketine kadar. Sonra sel haberleri ile ilgilenmeye başladık.” (İS/HK)