* Fotoğraf: Murat Bayram
Konuşmanın İngilizcesi için tıklayın
* bianet İngilizce editörü Selay Dalaklı'nın Direnç projesi kapsamında Karadağ'da düzenlenen "Güven için Editörler" forumunda 15 Ekim 2021'de yaptığı konuşma.
"Yapıcı gazetecilik" kavramını duyduğumda Türkiye'de nasıl bir medya ortamı olduğunu düşünmeden edemiyorum.
Çünkü genel anlamda bakacak olursak Türkiye'deki medya ortamının yapıcı olmaktan çok uzak olduğunu söyleyebiliriz.
Fakat ben yine de - hak odaklı bir mecrada çalışan biri olarak - bianet'teki barış gazeteciliği deneyimimiden - ya da deneyimimizden - bahsetmenin haklar ve özgürlüklere yönelik hukuki, idari ve siyasi baskıların her geçen gün biraz daha arttığı bir bağlamda yapıcı gazetecilik yapmanın nasıl mümkün olabileceğiyle ilgili bir örnek teşkil edeceğine inanıyorum.
Söylediğim gibi, bizler bianet'te hak odaklı habercilik ile birlikte barış gazeteciliğini yol gösterici ilkelerimizden biri olarak görüyoruz.
Barış gazeteciliği için geniş bir tanım yapmak gerekirse... Barış gazeteciliği her türlü gerilim, çatışma ve karşıtlığın çözüm odaklı bir şekilde şiddet kışkırtıcılığı yapmadan haberleştirilmesi anlamına gelir.
Burada haberler bize durum ile ilgili kapsamlı bir resim sunar. Bunu yapmak için de söz konusu gerginlik veya çatışmanın nasıl ortaya çıkıp geliştiğini, sebeplerini, tüm tarafların olaya nasıl yaklaştığını ve bu tarafların hangi konularda hemfikir olabileceklerini sorar.
Daha da önemlisi, barış gazeteciliği çatışmaya verilebilecek şiddet içermeyen tepkilerin de olduğunu, bu tepkilerin değerli olduğunu ve göz önünde bulundurulabileceğini gösterir. Burada gazeteciler sadece resmi sesleri ya da rakamları duyup aktarmaz; aksine, söz konusu çatışmadan etkilenen ya da etkilenebilecek olan kişileri dinler, nasıl etkilendiklerini anlatır.
Bunun yanında, barış gazeteciliği tüm bunları - tabiri caizse - "öteki merkezli" bir etikle yapar. Bunun anlamı ise şudur: Barış gazeteciliği her zaman "öteki"nin de "öteki"si olduğunu göz önünde bulundurur. Örneğin, eğer söz konusu mülteciler ise, kadın mülteciler veya LGBTİ+ mülteciler de vardır. Dolayısıyla, barış gazeteciliği sesi duyulmayanlarla konuşur.
Bu, genel-geçer gazeteciliğin oturmuş ilke ve kodlarını yapı sökümüne uğratıp sorgulamakla kalmaz, barışın da genel-geçer tanımını sorgular. Çünkü burada bahsi geçen olumsuz değil, olumlu bir barış tanımıdır. Barış sadece savaş veya çatışmanın olmaması değil, aynı zamanda - çoğu zaman ayrımcılık, nefret söylemi ve nefret suçlarıyla el ele giden - her türlü yapısal ve kültürel şiddetten azade bir hal demektir.
Ve tüm bunlar barış gazeteciliğini hemen her bağlamda uygulanabilir kılar.
***
Fakat, barıştan bahsederken... Barış Türkiye'de her zaman anlam yüklü bir kelime olmuştur. Çatışma ve şiddet karşısında barıştan yana olmak ya da barıştan yana olduğunu göstermek her zaman kolay değildir.
Bana kalırsa, Türkiye'nin barışa ve barışa gazeteciliğine en yaklaştığı dönemlerden biri de 2013'ün ilk aylarından 2015 yılının ortalarına kadar süren çözüm süreciydi. Başlarda bu dönem hem ülkedeki barış hem de barış gazeteciliği için bir dönüm noktası gibi görünmüştü.
Çünkü Türkiye ve ana akım medyası birden bire barışın aslında güzel bir şey olduğunu keşfetti. O dönemde yapılan haberlere baktığımızda, özellikle - çözüm sürecini başlatan - hükümete yakın gazetelerin manşetlerinde şunları okuyoruz: "Şimdi barış zamanı", "Silahlara veda çağrısı", "Barışa dev adım"... Bu, bizim ana akım medyada alışık olduğumuz bir durum değildi.
Bu tabii ki güzeldi. Fakat söz konusu barış ve çözüm yanlısı söylem ortaya çıktığı kadar ani ve hızlı bir şekilde ortadan kayboldu. Kısa süre sonra anlaşıldı ki ana akım medyanın söylemindeki değişiklik gazetecilik anlayışlarındaki bir değişikliği yansıtmıyordu ya da barış gazeteciliğini yol gösterici bir ilke olarak kabul ettikleri anlamına gelmiyordu. Aslında sadece hükümetin ya da iktidar partisinin söylemindeki değişikliği yansıtmışlardı.
Dolayısıyla, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) barış ve çözümden yana olduğunda onlar da öyleydi; AKP artık barış ve çözüm yanlısı olmadığında, onlar da artık değildi.
Tevekkeli değil, bianet'in Nisan 2015 tarihli Barış Gazeteciliği Atölyesi katılımcılarından medya ombudsmanı Faruk Bildirici kısaca şöyle demişti: "Türkiye'de barış gazeteciliği konusunda aslında hayat bir dayatma yaptı. [...] Ancak editöryel süreçlerde bu içselleştirilemedi."
Ve yine bu yüzden olsa gerek, geçtiğimiz haftalarda yaptığı bir konuşmada Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi'nden ihraç edilen iletişim bilimci Doç. Dr. Sevilay Çelenk şöyle söyleyecekti: "Kürt sorunu aynı zamanda bir medya sorunu. [...] Bu Kürtlerin medyada veriliş şekli, diyelim ki bir Kürt'ün ölümünün veriliş şekli aslında Kürtler tarafından ikinci bir ölüm gibi hissediliyor. Kürtler açısından medya ve gerçek arasında yarılma var."
Şimdi biz - çözüm sürecinin bitişinden altı yıl sonra - hak odaklı olmaktan fersah fersah uzak ve mültecilerden kadın ve LGBTİ+'lara, Kürtler ve Ermenilerden Rum, Yahudi ve Alevilere kardar farklı düşünen, yaşayan veya inanan herkese yönelik kutuplaşma, nefret söylemi ve ayrımcılık ile dolu bir medya ortamında gazetecilik yapıyoruz.
Bir yanda medya sahipliğinin hükümete yakın birkaç grubun elinde toplandığı bir medya ortamımız var; diğer yanda ise - çoğu çevrimiçi olmak üzere - birkaç eleştirel yayın organı giderek artan hukuki, idari, siyasi ve ekonomik baskılarla karşı karşıya kalıyor.
Biz de işte böyle bir bağlamda - bizimle birlikte birkaç yayın organıyla birlikte - barış gazeteciliği ve hak odaklı gazetecilik yapmaya çalışıyoruz.
***
Peki nasıl yapıyoruz? Yani böyle bir ortamda haberlerimizin çözüm odaklı ve yapıcı kalmasını sağlamak için nasıl bir yol izliyoruz?
Özellikle 2020 yılının ilk aylarından bu yana mülteciler ve göç hakkında yapılan haberler bu açıdan iyi bir örnek oluşturabilir.
Hafızalarımız kısaca tazelemek gerekirse... 27 Şubat 2020'de Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) 34 askeri Suriye'nin İdlib şehrinde düzenlenen bir hava saldırısında öldürüldü. Bundan bir gün sonra, Avrupa Birliği (AB) ile bir "mülteci anlaşması" imzalamış olan Türkiye Avrupa'ya gitmek isteyen mülteciler için sınırlarını açacağını açıkladı. Bu açıklamayla birlikte yüzlerce mülteci Türkiye'nin kuzeybatı sınırlarının yolunu tuttu.
Göç İdaresi Genel Müdürlüğü'nün son açıkladığı verilere göre, Türkiye'de Eylül 2021 itibariyle geçici koruma statüsüne sahip 3.71 milyondan fazla Suriyeli yaşıyor. Hrant Dink Vakfı'nın yıllık raporunda paylaştığı bilgiler ise henüz 2019 yılında Suriyelilerin 760 nefret söylemi içeriğiyle Türkiye medyasında en çok hedef alınan ikinci grup olduğunu ortaya koydu.
Şubat 2020'deki hava saldırısı - Mart'ta Türkiye'ye gelen yeni tip koronavirüs (COVID-19) salgını ve onu takip eden ekonomik kriz ve işsizlikle birlikte - halihazırda kötü olan durumu daha da kötüleştirdi. Artık gerek hükümete yakın medyada gerek ise eleştirel medyada her türlü toplumsal ve ekonomik sorunun suçunu mültecilere atan haberler görmek şaşırtıcı değil.
Daha da kötüsü, tüm bunlar gerçek fiziksel saldırılarla birlikte gerçekleşiyor, tıpkı Ağustos ortasında Ankara'da mültecilerin ev ve işyerlerini hedef alan saldırılar gibi... Devletin buna tepkisi ise başkentin artık yeni mülteci kaydına kapalı olduğunu açıklamak oldu.
***
Peki biz böyle bir bağlamda göç ve mültecilere ilişkin durum ve olayları nasıl haberleştiriyoruz?
2020'nin ilk aylarında insanlar sınır kapılarının yolunu tutmuşken bianet'in insan hakları ve ifade özgürlüğü editörleri mültecilerin durumunu haber yapmak için Türkiye-Yunanistan sınırına gitti. Yaptığımız haberler resmi açıklamalar, rakamlar ve - aslında - tüm bu insanlıktan çıkarıcı söylemle sınırlı kalmasın diye doğrudan oradaki insanlarla konuştular.
İnsan hikayeleri paylaştılar. İnsanlara Türkiye'de nasıl bir hayatları olduğunu, neden Avrupa'ya gitmek istediklerini ve hem Türkiye'de hem de - eğer sınırın öbür tarafında geçebildilerse - Yunanistan'da ne tür sorun, zorluk ve hak ihlaliyle karşılaştıklarını sordular. Mülteciler adına konuşanların açıklamalarını haberleştirmekle yetinmek yerine, sınırdan yaptıkları haberler ile kamuoyunun mültecilerin sesini duymasına yardımcı oldular.
Dahası, bu haberler sanki "Suriyeliler" veya "mülteciler" homojen ve bölünmez bir bütün gibi davranmadı. Aksine, kadınlarla, gençlerle, Afganistan, Somali ve Pakistan gibi farklı ülkelerden gelen kişilerle konuştular ve tüm bunlara dayanarak izlenimlerini paylaştılar.
TIKLAYIN - İki Ülke Bir Sınır: Araf
TIKLAYIN - "Paramızı Alıp, Dövüp Türkiye'ye Yolluyorlar"
Bu esnada İstanbul'daki bianet haber merkezi kadın, çocuk ve LGBTİ+ mülteciler gibi dezavantajlı grupların bu son göç dalgasından nasıl etkilendiğini veya etkilenebileceğini irdeliyor, sivil toplum, hak örgütleri ve barolar gibi farklı paydaşlara ulaşarak tüm bu sorun ve zorlukların nasıl çözülebileceğini ya da - en azından - hafifletilebileceğini soruyordu.
Aslına bakılırsa, tüm bu noktaların genel anlamda bianet'in göç ve mülteciler hakkında yaptığı haberleri de karakterize ettiğini söyleyebiliriz.
bianet bu süreçte mültecilerin pandemiden nasıl etkilendiğini veya çocukların uzaktan eğitime erişip erişemediğini sorguluyor, güvencesiz işlerde ve kayıt dışı istihdamda emeklerinin nasıl sömürüldüğünü problematize ediyor, engelli mültecilerin karşı karşıya kaldığı sorunları dillendiriyor ve bir yandan da tüm bu sorun ve zorluklara çözümler öneriyor.
Bir yandan da hem medya ve siyasette hem de kamuoyunda mültecilere yönelik nefret söylemi ve ayrımcılığa ışık tutmaya çalışıyor.
TIKLAYIN - Mülteci düşmanlığı: Muhalefet uğruna muhalefetin ahlâksızlığı
TIKLAYIN - Göçmenlere yönelttiğimiz sözler bize dair ne söylüyor?
***
Konuşmamın başında da söylediğim gibi, Türkiye'deki genel medya ortamını düşündüğümüzde genel bir yapıcı gazetecilikten söz edemediğimiz gibi genel anlamda benimsenmiş bir barış gazeteciliği veya hak odaklı gazetecilikten bahsetmemiz de pek mümkün görünmüyor.
Fakat bence bazı iyi haberler ya da - en azından - umut kaynağı da var.
bianet'in 2016 tarihli Barış Gazeteciliği Elkitabı'nda da belirtildiği üzere, barış gazeteciliğinin kağıt üzerinde kalmadan gerçekten uygulandığı bir dizi ülke var. İrlanda, Uganda, Filipinler, Endonezya, Nepal, Afganistan, Sırbistan, İsrail ve Ruanda bu ülkelerden yalnızca birkaçı...
Bu ülkelerin ise ortak bir noktası var: Tüm bu ülkeler çatışma, etnik, dini veya mezhep temelli gerginlikler, hatta iç savaşlar yaşadı. Tüm bu deneyimler ise pek çok kişinin medyanın o dönemdeki olumsuz rolünü görmesini ve barış gazeteciliğini seçmesini sağladı.
Biz de şimdi Türkiye'de böyle bir anlayışla barış gazeteciliğini seçen gazeteci ve medya kuruluşu sayısının zaman içinde artacağını umuyoruz.
Resilience / Direnç projesi hakkında"DİRENÇ: Batı Balkanlar ve Türkiye'de Nefret Propagandası ve Bilgi Kirliliğinin Önlenmesi, Medya Özgürlüğünün Yeniden Tesisi İçin Sivil Toplum Hareketi/ RESILIENCE: Civil society action to reaffirm media freedom and counter disinformation and hateful propaganda in the Western Balkans and Turkey" projesi kapsamında Batı Balkanlar'daki medya geliştirme örgütleri ve Türkiye'den IPS İletişim Vakfı/bianet güçlerini birleştirdi. Üç yıllık bir proje olan "Direnç" projesi Güney Doğu Avrupa Medya Profesyonelleşmesi Ağı (SEENPM) ve Orta ve Güney Doğu Avrupa'daki Medya Geliştirme Örgütleri Ağı tarafından koordine ediliyor ve Arnavutluk Medya Enstitüsü (Tiran), Mediacentar Vakfı (Sarajevo), Kosovo 2.0 (Priştine), Karadağ Medya Enstitüsü (Podgorica), Makedonya Medya Enstitüsü (Üsküp), Novi Sad Gazetecilik Okulu (Novi Sad), Barış Ensitüsü (Ljubljana) ve bianet'in (İstanbul) partnerliğinde uygulamaya konuluyor. Proje AB tarafından finanse ediliyor. |
(SD)