Fotoğraflar: bbc, Cumuhuriyet, Evrensel
Antik çağ tanrılarına benzetirim onu; en çok da Poseidon’a. Uzun boyu ile orantılı vücudu, geniş omuzları, geniş anlı, geriye taralı kumral kıvırcık saçları ve o azametli suratıyla sanki denizden fırlamıştır.
Heykeltıraşlar, denizin tanrısı ve denizin fırtına çocuğunu en güzel mermerden yontmalılar. Öyle ki, yarışmalı Kinidos’lu Afrodit’in estetiğiyle.
Denizin fırtınaları gibidir onun yaşamı. Kimi zaman enginlere yelken açar, yol alır süt liman denizde. Tatlı bir meltem yalar tenini. Ama çoğu zaman fırtına, vurur damgasını yaşamına. Parçalasa da yelkenlerini o rüzgârlar, zorbalığa karşı dik durur hep. O, 80’nini aşkın dev çınar, çoktan aldı yerini Panteonda.
Giritli babadan, Çeşmeli anadan doğmadır. İnatçı, ası, dik başlı, pederşahi ve birazda kaba insanların yurdudur Girit. Bin bir çeşit ot yiyicilerin ve lir ustalarının Girit’i. Kazancakis’in ve Zorba’sının Girit’i. İşte Giritli bu asi soy ile içe dönük, yumuşak, duygulu ve yurdundan zorla göçün yarasının acılarını ta yüreğinde yaşayan Çeşmeli kadının sulbünden olma ‘Poseidon’, her iki yakanın sentezini taşımakta.
"Kaptan Mihalis"
Kanlı toprakların çocuğu. Yurdunu işgal eden İtalyanlarca, bir tırnağı sökülür daha 17’sindeyken. İşgal koşulları altında bir yandan okul, bir yandan direniş günleri. Müzik, onun her koşulda ayrılmaz yoldaşıdır. Daha ilkokuldayken çıkmıştır bu yolculuğa. Aile, destek olur. Ne de olsa, Yanya Paşası tarafından kafası kesilen büyük dedesinin babası, büyük lir ustası Teodoromanolis’in soyundandır.
Bugün Girit’in büyük lir ustası Psarontanes’i hırçın, yumuşak, duygulu, bazen boğa böğürtüsünde sert ve vurgulu, bazen kadife gibi yumuşak inişli çıkışlı sesiyle dinlediğimde lirin, Giritli için önemini daha iyi anlıyorum. Nikos Kazancakis’in “Kaptan Mihalis” romanı, bu lir ustasının müziği eşliğinde okunmalı.
İtalyanların hemen arkasından Naziler işgal ederler yurdunu. Naziler, daha katillerdir, Duce’nin askerlerinden. Akdenizlidir İtalya ve faşizm tam bir hâkimiyet kuramamıştır burada.
Lois de Bernieres’in “Yüzbaşı Corelli’nin Mandoloni” romanında, Kefelonya adasındaki işgal yılları, bir aşk öyküsü ile birlikte anlatılır. Orada Yunanistan’ı işgal eden bu iki gücün arasındaki farklar çok iyi işlenmiştir ama roman, faşizme ve işgale karşı Yunan direnişine teğet geçer. Çünkü Yunan direnişine damgasını, Yunan komünistleri vurmuştur.
Bu, yazarın hoşlanmadığı bir gerçeklik olduğundan, romanındaki komünist direnişçi için, çok olumsuz ve itici bir tip çizer. Hâlbuki bizim ‘Poseidon’un’ yaşadığı Yunanistan’ın işgali ve iç savaş yıllarının gerçekliği daha farklıdır. Dominique Eudes’in, Yunan direnişi ve iç savaşını anlattığı “Kapetanios / Yunan İç Savaşı” (Belge Yayınları) kitabı, romantizme kaçmadan tam da gecenin ortasını anlatır. 7 milyon nüfuslu Yunanistan, 4 yıl süren iç savaşta 600 bin kayıp vermiştir.
Kitap tam bir belgesel tadında olup, Kapetanios Ares’in (takma ad) ölümüyle iç savaşın trajik sonucu verilir. Dağlarda komünistlerce kaybedilen Yunanistan, çoktan Postdam Konferansında Stalin tarafından satılmıştır İngiltere’ye.
"Poseidon", Nazi işgali döneminde tutuklanır ve tanımadığı üç kişiyle birlikte bir cemseye bindirilerek, açık araziye doğru yola çıkarılır. Dururlar yokuş yukarı bir yerde. İndirilir dört tutuklu. Ellerine kazma kürek verilerek mezarları kazılır.
Filimler de gördüğünüz sahnelerin gerçeği yaşanmaktadır; katiller, maktullerine mezarlarını kazdırırlar. Tam Theo Angelapolus’luk bir enstante. Daha kazma işi bitmeden bir el bombası atılır cemseye.
Paniğe kapılan Alman askerleri, çevreye ve bu arada tutuklulara ateş açarlar. Dört kişi, kendi kazdıkları mezarlarının içerisine, sipere atlarlar. Nazilerin ateşi sırasında birisi ölmüş, bir diğeri de ağır yaralanmıştır. Daha sonra o da ölür. Peş peşe iki el bombası daha atılır. Almanlar, çareyi cemseye atlayıp kaçmakta bulurlar. Kimse çıkmaz ortalığa. El bombalarını kimin attıklarını bilmezler. Büyük ihtimalle partizanlar olmalı derler.
Ne tezattır ve rastlantıdır ki, kazdıkları mezar, ikisinin kurtuluşu olmuştur. Belki beş dakika sonra öldürüleceklerken, kurtarıcılarının Nazi katillerine attıkları el bombaları sayesinde, ölümün eşiğinden dönmüştür daha 18’inde.
Yanında hayaları kesilerek işkence edilen ve öldürülen bir direnişçi görmüştür. O gözler, kurşuna dizilenlerin tanığıdır. Faşizme karşı, yurtlarının işgaline karşı direnenlerin çığlıkları kulaklarında yankılanmaktadır.
İşkenceye tabi tutulmuş ama kendinden daha büyük işkencelere uğrayanların tanığıdır. Savaş koşullarında Atina sokaklarında açlıktan ölen binlerce insanı görmüştür. Bir parça ekmek için açlıktan her şeyi yapar hale getirilen insanlara tanık olmuştur. O, zulüm döşeli Golgota yolundan haçını taşıyan Muallim* gibi geçmiştir!
Doğanın ve insanın renkleriyle yüklüdür onun bariton sesi. O ses yürektendir. Onun temel bir ilkesi vardır: Zorbalığa karşı duruş. Nerede, ne zaman ve nasıl olursa olsun, o, zulme ve zorbalığa karşı oldu. Bunun üzerine bina ettiği yaşamında yüreği de hep dopdolu insan sevgisiyle çarptı. Onun müziği, yüreğinin armonisiydi. Sesindeki davudilikle, besteleriyle zorbalığın çirkin yüzüne karşı bir Akdenizlilik duruşuna sahip oldu her zaman.
Yaşar Kemal, onun için: “Eski Yunan mitolojisinde, benim bildiğim kadarıyla bir kartal tanrı yok... Eğer olsaydı, ben... Sahnedeki duruşu, ötüşü, bütün devinimleriyle bir kartal tanrıya benzetirdim” der. Haklı. Kartal tanrı olmadığı için ben de onu daha çok deniz tanrısı Poseidon’a benzettim; fırtınaların, dalgaların ve zorbalığa karşı kıyıları döven ve hatta Zeus’a bile karşı çıkan deniz tanrısına.
“Yapayalnız kalacaksın gecenin ortasında” demiş şair. Zorbalığa, haksızlığa karşı duruşunda kimi zaman yalnız kalsa da gecenin ortasında, o, başını hep dik tutmuş ve insanlığın ufkundan ayırmamıştır gözlerini.
Kim mi bu antik çağ tanrısı: Selam sana ey Mikis Theodorakis!
Theodorakis Öldü
Yukarıdaki yazı 9 yıl önce yayınlanan “Sisyphos’un Kaderi” kitabımda yer almaktadır.
Üstat Mikis Theodorakis’in ölümü üzerine şimdi bu paragrafı ekliyorum.
Theodorakis 96 yaşında öldü. Onurlu yaşadı, iyi yaşadı, uzun yaşadı, dolu dolu yaşadı.
Söz yazarı, besteci, solcu, aktivist ve siyasetçiydi.
Zorba (1964), Z (1969), Serpico (1973) filmlerinin müziklerini yaptı.
Theodorakis’in birçok güzel bestesinin yanında şair Odiseas Elitis’in “Ena to helidoni” (Yalnız bir kırlangıç) şiirinden bestelediği şarkısını Grigoris Bithikotsis ya da Yiannis Kotsiras’dan dinlemenin keyfi bir başka.
Sözleri ve müziği Theodorakis’e ait olan ve Maria Farantouri’in seslendirdiği "O Antonis" şarkısı, Nazilere karşı mücadelede yaşamını yitiren bir gerillaya vedayı anlatır.
Yunan komünist Partisi’nin emektar üyesi ve 1981-1990 yılları arasında milletvekilliğini de yapan Theodorakis, Türk-Yunan Dostluk Derneği’nin kurucularındandır.
Thedorakis son yıllarında Sırp Kasabı namıyla anılan Slobodan Miloseviç ile birlikte aynı karede poz vermesi, Makedonya konusunda faşist Altın Şafak Partisi ile paralel görüşler açıklaması gibi, siyasi dünyasını sıkıntıya düşüren bazı görüşler sergilese de sonuçta O hayatı boyunca zulme karşı durmuş, faşizme karşı mücadelesinde hapislerde yatmış, dünyanın ezilen halklarını savunmuş, barıştan yana bir çınardı.
O iyi bir solcuydu!
O müziğe büyük katkılarda bulunmuş evrensel bir değerdi.
Anısına saygıyla…
Yazıya noktayı Can Yücel’in Theodorakis için yazmış olduğu “Akis” şiiriyle koyalım.
AKİS
“Sen çaldıkça Teodorakis
Bir mor yağıyor üstüme...
Dudaklarım öpüşmekten mosmor...
Bir putum sanki ilahilerle denize fırlatılmış
Ve bir deniz yağıyor üstüme
Bakma sen sevgili Teodorakis
Açgözlü güvercinlerin didiştiklerine!
Avluların o en çakırkeyiflisine
Mısır daneleri gibi serpilmişler ama
Mısır danesi değil ki bu adalar
Ne de biz güverciniz...
Sekerek o güneş güzeli çakılların üzerinden
Çıplak ayaklarımızın su sesleriyle
Birbirimize
Ve kendimize
Bilakis
Sen çaldıkça Teodorakis
Bir mor yağıyor üstüme”
TIKLAYIN - Yaşar Kemal'den Theodorakis ya da Akdenizin Sesi
TIKLAYIN - "Theodorakis, müziği ve şahsiyetiyle yüzyıla damga vurdu"
(HŞ/EMK)
*Muallim, Yeni Ahit’te (İncil) İsa’ya hitap şekli olarak geçer.
Not: Thedorakis’in “Yapayalnız Kalacaksın Gecenin Ortasında – Yaşamım ve Müziğim” adlı kitabı Can Yayınları tarafından I. Cilt olarak 1990 yılında yayınlandı. Bu kitabın II. ve III. cildi ise yayınlanmadı.