Yapay zekanın ve otomasyonun önde gelen uygulama alanlarından biri, şehir plancılığı oldu, olacak. Daha önce zeki kent (intelligent) ve sayısal kent (daha doğrusu, basamaksal, digital)[1] tartışmaları vardı. Bu ikisi, genellikle, bilişim teknolojilerinin şehircilik için yoğun olarak kullanıldığı kentlere karşılık geliyordu. Sonra, akıllı telefonlarımızla da ilişkili bir biçimde, “akıllı kent” (smart) kavramı ortaya atıldı.
İlk bakışta, bu ilk iki kavramsallaştırmaya sürdürülebilirliği ekleyerek, enerji verimliliği üzerinden “çevre dostu kent” modellerine yaklaşan “akıllı kent” kavramı, artık yapay zekayla ve otomasyonla birlikte tartışılıyor.
Sürücüsüz metrolarla sürücüsüz otomobillerin farkı
Günümüzde, rutin işleri algoritmaya döküp makinelere yaptırıyoruz; bu, otomasyon oluyor. Örneğin, kent bağlamında, sürücüsüz metrolar, yapay zeka değil otomasyon ürünüdürler. Bu araçların gittiği güzergahlar, hızlar, ne kadar sürede gidecekleri, nerede duracakları vb. öngörülebilirdir. Bu nedenle kolaylıkla algoritmikleştirilebilirler.
Başka uygulamalar vardır ki bunlar rutin değildirler, tümüyle öngörülebilir değildirler ve bir parça karar, yaratıcılık ve risk içerirler. İşte bunlar için ise yapay zeka kullanıyoruz. Örneğin belediyenin bütçe tahminlerini ya da bir kentin karman çorman trafik planlamasını yapay zekaya yaptırabiliriz.
Sürücüsüz otomobiller ise, bir ölçüde yapay zeka bir ölçüde otomasyon içerir; çünkü hem rutin, öngörülebilir hem de riskli, öngörülemez edimler içerir. İşte bu düşünceyle, belediye hizmetlerinden rutin olanların otomasyona dönüştürülmesi, rutin olmayanlar için ise yapay zeka desteği alınması söz konusu.
“Ben doldum” diye çağrı atan çöp kutuları
Bu bağlamda son dönem çalışılan konulardan biri, akıllı çöp kutuları. Belediye belli aralıklarla çöpümüzü toplar; ama kimi kutular çok dolu, kimileri ise bomboştur. Bir de, çöp işinin trafikteki zirve zaman gibi dalgalanmaları vardır. Belli dönemlerde daha çok, başka dönemlerde daha az çöp atılır.
Akıllı çöp kutuları, örneğin, dolduklarında, veri merkezine çağrı atabilirler; böylelikle, dolup taşan çöpler görmemiş oluruz. Çöp toplama aralıkları ve günleri de buna göre eniyileştirilebilir.[2] Aynı biçimde, sokak lambalarından bozuk olanlar, veri merkezine “beni değiştir” notu atabilir. Ayrıca, bu lambalar ortam ışığına duyarlı duruma getirilebilir.
Şöyle ki, sokak lambaları, ayrıksı bir biçimde çalışır; bunun anlamı, ya açık ya kapalı olmalarıdır. Işık derecesi ayarlanamaz. Oysa akıllı bir sokak lambası, ortam ışığına göre daha parlak ve daha soluk olabilir; bu da enerji tasarrufu sağlar. Bu tür örnekler arttırılabilir.
Akıllanmayla gelen tasarruf
Bu şehir plancılığı bağlamında yapay zeka ve otomasyon uygulamalarında temel güdü, enerji tasarrufu ile enerji veriminde ilerleme sağlanmasıdır. Böylelikle kamu kaynaklarında da tasarruf sağlanacak; bu uygulamalar sonucunda sağlanan ek kaynaklar başka belediye hizmetleri için kullanılabilecektir.
Elektrikli araçlar özendirilir; benzin istasyonları kadar çok ve çeşitli bölgelerde elektrik şarj istasyonları kurulur. Bu da, çevre kirliliği, özellikle de hava kirliliği konusunda bir rahatlama sağlayacaktır.
Bu çabaların, iyi niyetli olmakla birlikte, temel bir yanlışları vardır: Enerji tasarrufunu ve çevre dostluğunu üretimin ve tüketimin son evresinde gösterirler. Örneğin, az önce çöp kutularının akıllılaştırılması konusunu andık. Ancak, bu “akıllanma”dan önce, çöplerimizi ayırıyor muyuz, geri dönüşüm yapıyor muyuz, daha az çöp çıktılayacak çeşitli çabalar içine giriyor muyuz, bunlar konuşulmuyor. Aynı biçimde sokak lambalarının “akıllanması”ndan söz açtık; ancak yaz-kış saati uygulaması nedeniyle yitirilen doğal ışık olanakları gözden kaçıyor.
Son olarak, elektrikli araçlar özendirilirken, bu araçların üretiminin ve de elektrik üretiminin ta kendisinin ne ölçüde çevre dostu bir biçimde gerçekleştirildiği gündeme bile getirilmiyor. Dolayısıyla, enerji tasarrufunun ve çevre dostluğunun üretimin ve tüketimin son evresinde değil, tüm evrelerinde geçerli olması gerekiyor.
Çevre dostu belediyeciliğin tosladığı
Bunun dışında, bütün bu kaynak tasarrufu ve çevre dostu belediyecilik vb. tartışmalar, asıl sorunu bilinçli olarak teğet geçiyor ve elbette bunun ideolojik bir işlevi var. Asıl sorun, kapitalizmdir.
Avrupalısı da dahil olmak üzere kapitalizm, her fırsatta, çevreye verdiği zararın faturasını halka ödetiyor. Kentlerdeki çevre kirliliğinin ana kaynakları, üç çeşittir: (Çevre dostu alışkanlıklar edindirilmemiş ve çevre dostu belediyecilikle yeşil bir yaşama özendirilmemiş kent sakinlerinin genel olarak yarattığı kirlilik anlamında) tüketim kaynaklı kirlilik, otomobil temelli kirlilik ve üretimden kaynaklanan kirlilik. Bu üçlü, kapitalizmden bağımsız değildir. Akıllı kent modeli altındaki çevre dostu bir belediyecilik, gerçekten yeşil uygulamalar yapmak istediğinde, belli bir çizginin ötesine asla geçemeyecektir, çünkü kapitalizmin her ne pahasına olursa olsun kâr elde etme güdüsüne toslayıp duracaktır ve er ya da geç buna teslim olmak zorunda kalacaktır.
Akıllı kentçiliğin iki ayağı: akıllandırma ve yeni hizmetler
Asıl konumuza dönersek, akıllı kent kavramsallaştırmasının ilk ayağı, var olan belediyecilik hizmetlerinin akıllandırılması ise, ikincisi, kentte kullanılan akıllı araçların yaygınlaşmasıyla, daha önce sağlanamayan kimi hizmetlerin sağlanabilir duruma gelmesi biçiminde. Bunun için akla gelen ilk örnek, belediyelerin yaşlılarla ilişkisi noktasında karşımıza çıkıyor.
Türkiye’de yaşlılık bilimi olarak gerontoloji yeni bir alan. Gerontoloji bölümü çok az üniversitede var.[3] Nüfusun yaşlanmasıyla birlikte bu bölümlerin sayıca artmasını bekleyebiliriz. Yapay zeka ile gerontolojinin buluştuğu noktalardan biri, kentte yaşayan yaşlılara belediyenin sunduğu hizmetler bağlamında görülüyor. Eskiden fazlaca ev içine kadar girmeyen bir yaşlılara destek olma çabası, akıllı araçların yaygınlaşmasıyla evlere giriyor. Belediye ve ilgili sağlık kuruluşları, ev içindeki sağlık araçlarının veri merkezine gönderdiği veriler üzerinden, yaşlıların sağlığını yakından izliyor ve gerektiğinde yaşlının haber vermesine bile gerek görmeden duruma müdahale ediyor. Şimdilik bunlar bilim-kurgu gibi görünse de, yakında daha da yaygınlaşacağını göreceğiz.
İki tür akıllı araç: akıllananlar ve yeni yetmeler
Peki burada dile getirdiğimiz akıllı araçlar kavramı nedir? Akıllı araçları, internete bağlı olup bir veri merkezine belli bir konuda veri gönderebilecek araçlar olarak tanımlayabiliriz. “Nesnelerin interneti” (aslında “şeylerin interneti”), tam da buna dayanıyor.
İki tür akıllı araç var: Halihazırda kullandığımız akıllı olmayan elektronik araçların akıllanmasıyla ortaya çıkan akıllı araçlar. Örneğin, buzdolabımızın internete bağlanıp telefonumuza, şirketlere, hatta süpermarketlere içeride ne olup olmadığını bildirdiğini düşünelim ya da kullandığımız elektrik süpürgesinin onu haftada kaç kez ve ne kadar süreyle kullandığımızı, hatta hangi içerikteki tozun toplandığını bir veri merkezine iletebildiğini düşünelim. Örnekler uzatılabilir. İkinci tür akıllı araçlar ise, daha önce “akılsız” biçimleri var olmayan ya da akıllı biçimlerine tam da denk olmayan araçlar. Örneğin, sağlık amaçlı olarak kullanılan akıllı sağlık yardımcıları.
Akıllı kentlerde, bu iki tür akıllı aracın yoğun olarak kullanılması bekleniyor. Akıllı kentlerin akıllı bir ülkeyi akıllı ülkelerin ise akıllı bir gezegeni oluşturması umuluyor; ancak elbette bu, kısa erimde ham hayal...
Akıllı evler, işkolikler ve alkolikler
Akıllı kentlerin temel öğesi olarak, akıllı ev kavramı gündemde. Akıllı evler, “otomasyonlu evler” olarak da adlandırılıyor. Teknoloji şirketlerinin reklamlarında ve bilim-kurgu filmlerinde sıklıkla gördüğümüz bu tür evlerde, tüm ev hizmetleri birbirleriyle bütünleşmiş durumdalar ve ev kullanıcısı (ya da ev ‘sakin’i) tarafından sözle yönetiliyorlar. Bu otomasyonlu evler, bir veri merkezine veri gönderebilecek nitelikte...
Öte yandan, şöyle bir karşılaştırma yapılıyor: Televizyon ve bilgisayar bizi eve/işe kilitlerken, akıllı telefonlar, tabletler ve dizüstüler bizi dışarı çıkarıyor. (Eğlence amaçlı olanlar da dahil olmak üzere) Yapacağımız işleri yanımızda götürebilmemizi sağlıyorlar. Ancak bu ilk bakışta olumlu olabilecek gelişme, aynı zamanda, işin mesai saatlerinin dışına taşmasına yol açıyor. Artık her yerde çalışabiliyoruz, böylelikle aşırı çalıştırılıyoruz.[4]
Mesaiyle dinlenmenin içiçe geçmesiyle, işkolik oluyoruz. Üstelik, çoğumuz, birisinin “altında” çalışıyor, daha fazla çalışarak kendini değil patronu zenginleştirmiş oluyor. Bir alkolik, kendisi için içer; bir işkolik ise, çoğunlukla başkası için çalışıyor.
Bu tartışmanın, sürücüsüz araçlar bağlamında bile işlendiğini görerek şaşırıyoruz: Gelecekte sürücüsüz araçların yaygınlaşmasıyla, insanların araba sürmekten azade olarak arabaların arka koltuğunda da çalışmasının söz konusu olacağı ve bunun iş verimini arttıracağı ileri sürülüyor. Diğer bir deyişle, sürücüsüz arabada geçen zaman da mesai saati gibi olacak ama ofiste olunmadığı için resmen sayılmayacak. Kapitalizm, böyle heyecan verici bir buluşta bile sinekten yağ çıkarmanın yolunu bulmuş durumda. Otomobil mi sürmek istersiniz yoksa sürücüsüz arabada çalıştırılmak mı istersiniz, seçim sizin... İleride belki böyle bir seçim bile olamayacak, araçta çalışmak emrivaki olacak, sendikal hareketler cılız kalırsa...
İPA’lar (İnsansız Planlama Araçları)
Burada, akıllı kent modelinin tehlikeleri kendiliğinden ortaya çıkıyor. Konuyla ilgili olarak yapılan çalışmaların çoğu, modelin toplumsal boyutları yerine, mühendislik, tasarım ve bilgisayısal (computational) yönlerine odaklanıyor. Öyle ki, İHA’lar gibi (İnsansız Hava Araçları), İPA’lardan söz edebiliriz: İnsansız Planlama Araçları...
Oysa birçok kent bağlamında gördüğümüz gibi, bir kent tasarımı, kağıt üstünde çok estetik durabilir; ancak onu var eden ya da yok hükmünde sayacak olan, kentin sakinleridir. Bu nedenle, akıllı kent modelinin aslında gitmesi gereken çok uzun bir yolu var. O ünlü sözden uyarlarsak, şehir plancılığı, roket bilimi değildir. İnsanlardan kaynaklanan belirsizlik, fiziksel yapıdan kaynaklanan kesinlikten çok daha baskındır.
Köyler: Yeniden yumuşayan karınlar
Peki az önce belirttiğimiz, akıllı kent modelinin kendiliğinden ortaya çıkan tehlikeleri neler? Akıllı kent, daha iyi belediyecilik hizmeti sunmayı hedeflerken, bir yandan ya bilinçli olarak ya da beklenmedik bir sonuç olarak, gözetim toplumunu pekiştirmiş, onun koşullarını daha da ağırlaştırmış oluyor.
Her bir kent sakinine, verileri üzerinden, kişiselleştirilmiş hizmetler sunulması, aynı zamanda onun eskisine göre çok daha fazla gözetlenmesi anlamına geliyor. Eskiden MOBESE kameralarının işlevleri tartışma konusu iken, bu kez tüm sistemleri bütünleştiren, herşeyi gören bir göz sözkonusu ve bunun kimin gözü olduğunu bilmemiz bile olanaksız. Daha kötüsü, toplanan bu verilerin Facebook örneğinde görüldüğü gibi, kim parayı basarsa ona satılması gibi bir durum da sözkonusu.
Yani gözün kimin olduğunu (bana ben görmeden bakanı, yani bu asimetrik bakışın sahibini) saptasak bile, bu, sorunu çözmüyor. İşte bu ağır gözetim nedeniyle, yakın gelecekte, kentlilerin daha bir köle, köylülerin daha bir özgür olmasını bekleyebiliriz. Dikkat dikkat! Burada “hissetmesini” demiyoruz, “olmasını” diyoruz; çünkü toplumsal bilince sahip olmayan ortalama bir kentli, kentin sunduğu olanaklar nedeniyle, kendini her zaman köylülerden daha özgür hissedecektir.
Gözetim kapitalizmi bu hissi besler, çünkü kentlerde daha çok işgücüne gereksinim duyar. Oysa, gerçeklikle his, birçok başka örnekte de olduğu gibi birbirini tutmamaktadır.
Kentler, köylere göre, her zaman, daha teknoloji-yoğun. Bu da onları daha da gözetime açık duruma getiriyor. İkincisi, kentler, ekonomik etkinlikler dolayısıyla, daha fazla çıkarın ve çıkar grubunun birleştiği yer. Bir de şu var: Kentler, kötücül sanal saldırılara ve kişisel verilerimizin devletler ve şirketler tarafından gaspı dışında, üçüncü ellerce çalınmasına da daha açık.
Dolayısıyla, eskiden emperyalizmin yumuşak karnı oldukları söylenen köyler, gözetim kapitalizmi altında görece daha özgür olunan yerler olacak.
Urla mı Datça mı kavga mı?
E ne yapalım? Urla’ya mı taşınalım yoksa Datça’ya mı? Bir köye yerleşip tarım mı yapalım? Yapan yapsın elbette. Herkesin hayatı kendine. Senin hayatın, senin kararın. Kimseye de kimseyi yargılamak düşmez. Ancak, “bu dünya daha kötüye gitmesin, birşeyler yapalım” diyorsak, o zaman hepimiz büyük veri, yapay zeka ve gözetim konusunda daha bilinçli, bilgili ve etkin olmalıyız.
Akıllı kenti modelleyenler, şunu düşünmüş değiller: Ya karşı çıkanlar olursa? Ya karşı çıkanlar etkili bir muhalefet niteliği kazanırsa? O zaman hala bir çıkış yolumuz var demektir. Beklenmedik bir muhalefet, akıllı bir kent yerine, toplumsal olarak bilinçli bir kent (socially conscious city) gibi yeni bir talebi yükseltmemiz için bir sıçrama tahtası olabilir. Yurttaşlık haklarımızla içiçe geçmiş olarak bilişim haklarımız var, olmalı; bunu sık sık anımsamamız ve anımsatmamız gerekiyor… (UBG/AS)
[1] ‘Digital’ için Türkçe’de sıklıkla ‘sayısal’ karşılığı için veriliyor. Oysa bizce bu, yanlış ve hatta Türkçe’yi kısırlaştırıcı bir çeviridir. Neden? Çünkü Türkçe’de zaten ‘quantitative’ sözcüğü için, ‘nicel’ yanında ‘sayısal’ da diyoruz. Örneğin, ‘öğrencilerin sayısal puanı’ dediğimizde bu, ‘quantitative’ sözcüğüne karşılık geliyor. ‘Digital’ için ‘sayısal’ denmesi, Türkçe’de ‘digital’ ile ‘quantitative’in karıştırılmasına yol açıyor. Ayrıca, sayısal olmayan ‘digital’ öğeler de var. ‘Digit’, basamak demektir. Bu nedenle, biz, ‘sayısal’ yerine, ‘basamaksal’ karşılığını öneriyor ve kullanıyoruz.
[2] Eniyileştirmek, optimizasyon anlamında.
[3] Bu vesileyle, Akdeniz Üniversitesi Gerontoloji Bölümü başkanı Doç.Dr. Özgür Arun’un yönetiminde çıkan gerontoloji dergisi Senex’i not edelim. Bkz. http://www.senexjournal.org/
[4] Kuşkusuz, bu durum, yalnızca beyaz yakalılar için geçerli olabilir. Ancak otomasyon kapitalizmi, Taylor’cı ‘bilimsel yönetim’ modelinden başlayarak zaten beyazlarla mavileri birlikte yıkıyor. Beyazların yaptığı işi standartlaştırarak onları mavilere yaklaştırıyor. Maviler de zaten rutin işler yapıyorlarsa, bu işler zamanla otomasyona devrediliyor. Maviler için geriye kalan, rutin olmayan kol emeği işleri oluyor, bunlar da eski kol emeği işlerine göre çok daha fazla ‘kafa’ gerektiriyor. Böylelikle, otomasyon kapitalizminde, kafa-kol emeği ayrımının silikleşmesiyle yakasız çalışanlar ya da burada ilk kez olarak ifade ettiğimiz üzere, açık mavi (mavi ve beyaz renk karışımı) çalışanlar kavramı ortaya çıkıyor. Eskiden mavi yakalılar, bilgisayar kullanmayı bilmeseler de olurdu; otomasyon kapitalizminde bilmek zorundalar, beyazlaşıyorlar.