Yapay zeka, iklim değişikliği ve özel olarak küresel ısınma konusunda ne yapabilir? Bir çözüm sunabilir mi?
Akla ilk olarak sürücüsüz arabalar, bacasız fabrikalar, enerji tasarrufu sağlayan akıllı araçlar vb. geliyor ve o klasikleşmiş sözler:
“Hepimiz aynı gemideyiz: Dünyada. Kendi aramızdaki anlaşmazlıkları bırakmalı, geminin batmasına izin vermemeliyiz. Yoksa yalnızca gemi değil hepimiz batarız.”
Doğru mudur bu sözler? Göreceğiz.
Yapay zekanın ideolojisi
Kimi filmlerde, tüm bilgilerle donanmış bir süper-bilgisayar, gezegen ölçeğindeki sorunların çözümü için insan türünün imha edilmesi gerektiği sonucuna varır.[1] Peki bu, doğru mudur? Gezegenimizin ölümcül nitelikteki yıkımından insanlar mı sorumludur?
Bu yazıda, bu soru üstünden öncelikle yapay zekanın girilen verilere göre, sanılanın tersine, ne kadar ideolojik olabileceğini göstereceğiz; daha sonra da burjuva bilim dünyasında son dönemde yaygın kullanıma giren ‘antroposen’ kavramının neden yanlı ve hatta yanlış olduğunu gözler önüne sereceğiz.
Büyük veri ve yapay zeka, birçok tartışmada her sorunun çözümü olan sihirli bir formül olarak sunuluyor. Oysa, önerilen çözümler, girilen veriler ve tasarımın kendi iç öğeleriyle kısıtlı durumda. Hatta bunlardan önce, bir sorunun nasıl tanımlandığı, olası çözüm önerileri üzerinde bir hayli etkili. Fakat geriye doğru gidersek, her sorun, tanımlanabilecek kadar basit de değil.
Yapay zeka, trafik sorununu çözebilir, fakat çözemeyeceği ya da yanlış öneriler getireceği birçok öznel ve siyasal konu bulunuyor. Örneğin, bir boşanma sürecinde, kara gün dostu, en ileri düzey bir yapay zeka olmayacaktır ya da bir seçim için yapılan ittifaklar konusunda yapay zekanın getireceği öneriler, birçok kesin olmayan, belirsiz olan ve karıştırıcı nitelikte olan değişken nedeniyle pek yardımcı olamayacaktır.
Veri mi yetersiz, paraya para mı denmiyor?
İklim değişikliği ve küresel ısınma, ilk bakışta, tartışmasız bir doğa bilim konusu gibi görünüyor. Tartışmasızsa ve sıkıntı, dünya ölçeğindeki devasa verileri çıplak beynimizle (evet, çıplak göze karşılık olarak bunu kullanıyoruz; yani gözlük misali herhangi bir araca başvurmadan) çözümleyemememizden kaynaklanıyorsa, yapay zeka bize yardımcı olacak ve bu verilerden çeşitli sonuçlar çıkaracaktır. Bize konuyla ilgili kesin kanıtlar verecektir ve bu da, çevre ve gezegen dostu kampanyalar için yararlı olacaktır. Hatta bu verilerden geleceğe bakarak, bu gidişle, gezegende insanın yaşayabileceği son yılı bile söyleyebilecektir.
Biz de bu verileri alırız ve küresel ısınmanın insan eliyle gerçekleştiğine inanmayan siyasetçilere gider; onları bu veriler yardımıyla ikna etmeye çalışırız. İkna olurlar mı olmazlar mı, bu, yapay zekayı aşar. Zaten siyasetçilerin bu konuda ikna olmamalarının veri ve çıkarsama eksikliğinden kaynaklandığını varsaymak bile, konuya yönelik yaklaşımlardan yalnızca birine karşılık geliyor. Bunun tersine, siyasetçiler ve genel olarak bu konuda söz, yetki ve karar sahibi olanlar, veri ve çıkarsama yetersizliğinden değil, çıkarları nedeniyle ikna olmuyormuş gibi görünüyor olabilirler. Bu, akla, uzun yıllar kanser ile sigara arasındaki ilişkiyi yadsıyan tütün şirketlerini anımsatıyor. İşte bu görüşü aşağıda derinleştirip antroposen kavramına bağlayacağız. Fakat öncelikle yapay zekaya dönelim.
Diyelim ki siyasetçilerle ilgili herhangi bir sorun yok, ilk varsayım doğru ve bizim sorunu çözmek için doğal verileri toplamamız ve yapay zekadan destek almamız yeterli. Peki ya yapay zekanın beslendiği veriler yanlışsa?
İlk başta, bu, olanaksız gibi görünüyor. Doğal olan bir verinin yanlış olması, toplumsal bir verinin yanlış olmasına göre daha düşük bir olasılık. Toplumsal veriler, Cambridge Analytica örneğinde gördüğümüz gibi, çarpıtılmaya daha açık. Oysa doğal veriler de yanlış ve yanlı olabiliyor. Bu, ölçüm hatasından ileri gelebilir; ölçüm yapanların bilinçli hilelerinden kaynaklanabilir (örneğin, iklim değişikliğini yadsıyan bir ölçümcünün hileleri) ve dahası ideolojik bakışla ilişkili olabilir.
Doğa ve ideoloji mi? Ama doğa, ideolojiden bağımsız değil miydi? Değil. Çünkü iklim değişikliği gibi bir tartışmada, insan bilimleriyle doğa bilimleri iç içe geçiyor ve insan bilimlerinin sahneye çıkışıyla doğaya bakış da iyice ideolojikleşiyor.[2]
Sarı Yelekler aynı gemide mi?
İklim değişikliğinin ve küresel ısınmanın nedenini bir tür olarak insana bağlayanlar, yaşadığımız çağa, buzul çağı (pleistosen) ve sonrasındaki ılıman çağı (holosen) izleyerek insan çağı (antroposen) adını veriyorlar.
Bu durumdan bir tür düzeyinde tüm insanlar sorumluysa, o zaman sorunun çözümü tüm insanların sırtında olacaktır. Yapay zekaya girilen veriler, insan çağı yanlısıysa, çözüm de bu olacaktır. O zaman örneğin, yoksul olsun zengin olsun her ülkeden yurttaşlara ağır çevre vergileri uygulanmalıdır. Böylelikle, çevre sorunlarının çözümü için devasa bir fon oluşturulmuş olacaktır. Bu da, ‘aynı gemideyiz’ söylemiyle uyuşur.
Oysa sorunun kaynağı, büyük devletler ve büyük şirketler ekseninde küresel egemen sınıflar ise, bu tür çözümler, hem haksızlıktır hem de küresel eşitsizliği ve adaletsizliği daha da derinleştirecektir. Bu pisliği üçüncü şahısların değil bizzat kirletenlerin temizlemesi gerekir. Ayrıca bu ağır çevre vergilerinin sonuçlarını Sarı Yelekler örneğinde gördük. Bu vergiler, küresel ölçekte büyük ayaklanmalara yol açabilecek niteliktedir. O zaman ne olacak? İsyan etmeyeceği düşünülen halkları yöneten devletler bu vergilere asılacak; ama en isyan etmeyecek kesimlerin bile “yeter artık” diyebildiğini toplumsal mücadeleler tarihi bize sık sık anımsatıyor.
‘Aynı gemi’ söylemine dönersek, aynı gemide kimimiz kürek mahkumuyuz (kaçak göçmenleri ve kayıtdışı çalıştırılanları temsilen), kimimiz mürettabat (emekçileri temsilen), kimimiz kaptan (büyük devletleri temsilen) ve kimimiz güvertede güneşlenen, iklim değişikliği zengini (büyük sermayeyi temsilen) vb... Gemi batarsa, kaptan ve yağlı müşteriler, ne yapıp eder, kendi bölmelerinin su almasını engellerler. O da olmadı, geminin batma olasılığına karşı hazırlattıkları sandallara (örneğin aya giden uzay araçları) binerler. Dolayısıyla, aynı gemide olsak da aynı konumda değiliz. Geminin batmayıp da egemen sınıfların çekip gittiği durum, en idealidir. Kürek mahkumları ve mürettebat için gidilecek başka yer yok. Bu konuya az sonra döneceğiz.
Jeolojik özne olarak kapitalistler
İşte yukarıdaki yanlış çözümleme birimi sorunu nedeniyle, diğer bir deyişle, küresel ısınmanın sorumlusu olarak büyük devletler ve büyük şirketleri değil de herkesi görme hatası nedeniyle, kimi yazarlar, ‘antroposen’ kavramını reddediyorlar, onun yerine ‘kapitalosen’ (sermaye çağı) kavramını ileri sürüyorlar. Buna göre, iklim değişikliği, sermaye düzenindeki her ne pahasına olursa olsun kazanç elde etme gibi temel bir güdüyle açıklanırken, devletler de sermayenin kötülüklerine göz yumdukları için suç ortağı sayılıyorlar. Zaten çevre sorunları sınıflara değil türe özgü olsaydı, umutlu olmak için bir neden de kalmayacaktı; çünkü biyolojik tür özellikleri kısa sürede değişmez. Toplumsal, kültürel tür özellikleri ise dünya ölçeğinde üzerinde uzlaşılır nitelikte değildir.
Öte yandan, çevre sorunlarını 10 bin yıl önceki tarım devrimine dek geriye çekenler var. Bu durumda, bu sorunlar kapitalizme yıkılamaz, ancak bunun böyle olmadığını biliyoruz. Gezegenimizin medetsiz sorunları, o kadar geriye gitmiyor; 19. yüzyıl ve sonrasına tarihleniyor. Gerçi bu tarihi, birkaç yüzyıl daha geriye de çekebiliriz, fakat bu geriye gidiş, binlerce yıllık olmayacaktır. Neden birkaç yüzyıl? Çünkü Avrupalı sömürgecilerin yaptıkları Güney ve Kuzey Amerika ölçeğindeki yerli soykırımlarının, getirdikleri salgın hastalıkların ve göçlerin yarattığı nüfussuzlaşmanın iklim değişikliğine yol açtığı yönünde bulgular var, fakat bunların gezegenimiz açısından ekolojik anlamda yıkıcı etkileri olmamıştır.[3] Yine de sömürgeciliği erken kapitalizmin bir yansıması ya da öncülü olarak görürsek, kapitalosen kavramının neden doğru olduğu bir kez daha ortaya çıkar.
Antroposencilerin gözden kaçırdığı temel noktalardan biri, iklim değişikliğinin nedenler zincirinin fosil yakıt kullanımının ötesine geçmesi olgusudur. Fosil yakıtlar bir neden değil, ara değişkendir. Asıl etmen, tek bir merkezden verilen kararların büyük ölçekli sonuçları noktasındadır. Bu, eski çağlardaki devasa imparatorluklarda da görülmekle birlikte, asıl yıkıcılığına kapitalizm çağında ulaşmıştır; çünkü bu imparatorluklar büyük ölçekli hedeflere sahip olsalar da, bu hedeflerin gerçekleştirilmesiyle ekolojik yıkım ilişkisinin kurulabilmesi için, kapitalizmin oluşturacağı maddi altyapı gerekli olmuştur. Antroposenciler, insan türünü jeolojik bir özne olarak görüyor; oysa bu özne, büyük devletler ve onların büyük ölçekli etkilerini yıkıcılaştıran kapitalizmdir.[4] Kapitalosende, büyük şirketler de büyük devletler kadar etkili olmuşlardır; hatta kimi örneklerde, ekolojik yıkıcılıkta onları aşmışlardır.
Aynı gemide miyiz, ya peki eşit miyiz?
Şimdi gemi mecazına ya da metaforuna dönelim: Dünyanın yok olma sürecine girmesi, herkesi eşit bir biçimde etkilemeyecektir. Sonuçlarından egemen sınıflar zarar görmeyecek ya da çok az zararla kurtulacak, çünkü onların kendileri için önlem alacak kaynakları var. Hem yedek gelirleri var hem de olası bir felakette sigortadan bedelini alırlar. Dünyanın en kaymak tabakası, gezegenin yaşanmaz duruma gelecek koşullarında bile sağ kalmak için bir yol bulacaktır. Örneğin, ayda yaşam konusuna daha çok kaynak ayırabilirler. Aslında aya gitmeye de gerek yok. Egemen sınıflar, madem ki küresel ısınma olacak, yerkürenin şu an daha soğuk olan bölgelerine doğru bir göç tetikleyecek, Sibirya vb. bölgeleri imara açtıracaklardır. Taşkın, tayfun vb. felaketlerin yaşanma olasılığı yüksek olan yerlerden daha güvenli yerlere göçeceklerdir.
Küresel ısınmayla su altında kalması beklenen Hollanda ve Maldivler gibi ülkelerde bu soruna çözüm bulunamazsa, egemen sınıflar, daha yüksek, dağlık bölgelere yerleşeceklerdir. Küresel ısınma ve iklim değişikliği onların zararına olsaydı, şimdiye dek çoktan harekete geçerlerdi. Hem B planları olduğu için hem de bu durumdan kazançlı çıkacakları için, iklim değişikliği konusundaki inkarcı duruşlarını koruyorlar. Savaştan zenginleşen savaş ağalarının barışı istememeleri gibi, egemen sınıflar da krizi fırsata çevirip daha fazla kazanç sağlayacak, geride kalanların daha da yoksullaşmasına neden olacaklardır.
Onlar için bu dünya, bir dünya değil, cennettir. Olası bir küresel felaket döneminde, bu dünyanın cennetleri neredeyse onlar da orada olacaktır. Olan, geriye kalan çoğunluğa olacaktır. İşte bunları bize egemen sınıfların yapay zekası söylemeyecektir ve bu söylemeyişin ideolojik bir işlevi olacaktır.
Ezilenlerin yapay zekası, doğal zekaları ve gelecek
Gelecekte, ezenlerin ve ezilenlerin bilimi ayrımı gibi, ezenlerin yapay zekasıyla ezilenlerin yapay zekasının farklı sonuçlar çıkaracağını göreceğiz. Öyle bir noktaya geleceğiz ki dünyamıza verilen zararlar, bize isyan gerekçesi olarak geri dönecek. İşte o zaman, eleştirel düşünce yoksunu ana akım yapay zekalara karşı, eleştirelliği temel alan doğal zekalarımızla direniyor olacağız.
Yazının başındaki yapay zekanın gezegenin yaşamsal sorunlarını insan türüne bağlamasını yadırgayacak, sorumlu olarak büyük şirketleri ve büyük devletleri gören alternatif yapay zekalar geliştireceğiz. Dahası, büyük şirketlerin ve büyük devletlerin olmadığı, insanın rahatlıkla nefes alabildiği bir geleceği inşa etmek için tüm zeka türlerini devreye sokacağız... (UBG/EKN)
[1] Örneğin Terminatör filminde ve yapay zekanın dünyanın kontrolünü ele geçirdiği diğer çeşitli filmlerde.
[2] Aslında doğa bilimlerinin kendilerinin de ideolojik olduğunu ileri sürebiliriz; çünkü doğa bilimlerinde bile yorum ve çıkarsama söz konusudur. Aynı veriden farklı sonuçlar çıkarsanabilir. Fakat bu durum, insan bilimlerinde çok daha belirgin. Konuya ilişkin, büyük veri bağlamındaki bir tartışma için bkz. Gezgin, U.B. (2018). An invitation to critical social science of big data: From critical theory and critical research to omniresistance. AI & Society. Doi: https://link.springer.com/article/10.1007%2Fs00146-018-0868-y
[3] Bkz. Milman, O. (2019). European colonization of Americas killed so many it cooled Earth's climate. The Guardian, 31.01.2019. https://www.theguardian.com/environment/2019/jan/31/european-colonization-of-americas-helped-cause-climate-change
[4] Bu görüşe yönelik klasik bir yanıt, 20. yüzyılın sosyalizm deneylerinin de çevre dostu olmadığı yönündedir. Bu yanıta iki nedenle katılmıyoruz: Birincisi, bu deneyler, kapitalizmin karşıtı olarak bile kapitalizmin ürünü olmuşlardır; üretim düzeyinde, kapitalist ülkelerde uygulanan modelleri uygulamışlardır. İkincisi, bu deneylerin bir teki bile (Küba, Kuzey Kore, Çin, Vietnam, Laos vb. örneklerin eskisine göre farklı bir noktada olduğunu anımsayalım), günümüze ulaşmamıştır. Oysa bu gezegen düzeyindeki ekolojik eleştirilerin yaygınlaşması ve görünürleşmesi, bu deney ülkelerinin yıkılmasından sonraki döneme denk geliyor. Kapitalizme göre daha ussal oyuncular olarak, ekolojik açıdan dönüşüme belki de daha açık olacaklardı. Bunu bilmemiz olanaksız. Öte yandan, sınıflı değil ama sınıfsız bir toplumda, herkes gerçekten aynı gemidedir. Geminin batmaması, herkesin çıkarınadır. Dolayısıyla, gerçekten sosyalist olan bir ülkenin gezegen dostu siyasalar gütmemesi için bir neden bulunmuyor. Bir de şu eklenebilir: Bu sosyalist deneylerin çöküş dönemlerinde sınıfların yeniden oluşmaya başladığı ve hatta sosyalist ülkelerin dağılmasının tam da bundan kaynaklandığı (çünkü her sınıfın çıkarı sosyalizmde değildir) biçimindeki görüşü de burada not edelim.