Slovenya'nın bir çok kasabasında "Siyahlı Kadınlar" ve başkent Lubliana'da "Suskunluk Öldürüyor. Barış İçin Konuşalım" grupları savaşa karşı eylemlere giriştiler.
Savaş Sırbıstan'da feminizmin gerçek bir patlama yaşamasına yol açtı. Sırp feministler diğer eski Yugoslavya cumhuriyetlerindeki kadınlarla bağlarını kesmeyi reddederek Sırp milliyetçiliğine meydan okudular. Savaşmayı reddeden gençleri sakladılar. Hissedilir bir ağırlıkla parlamentoya girerek artan militarizmin ev içindeki hayata etkileriyle mücadele ettiler, ev içi şiddetin cezalandırılmasını talep ettiler.
Bütün cumhuriyetlerden kadınlar her türlü engele rağmen bir araya gelmeyi sürdürüyorlar. Savaşın başlangıcında, kadın gruplarının temsilcileri Yugoslavya dışında bir araya geliyorlardı.Sonra, Hırvatistan'da ve Makedonya'da buluştular. Katılanlara göre, bu toplantılar genellikle göz yaşlarıyla başlıyor, derin tartışmalardan, kahkaha ve müziğe sıçrıyor."
İrlanda'da Katolik ve Protestan kadınlar 1996 seçimlerine ortak bir platformla girmek için kolları sıvadılar. Kadın Koalisyonu, kayıtsız şartsız ateşkes isteyerek kadınların politika dışı tutulmalarını eleştirdi, farklı olanın saygı ve kabul görmesini ve eşitliği, şiddetten arınmış bir Kuzey İrlanda için olmazsa olmaz bir şart olduğunu açıkladı.
İsrail'deki Siyahlı Kadınlar'ın barış çağrılarını bütün dünya biliyor. En çatışmalı bölgelerde kadınlar biraraya gelmeyi, "öteki"nin çıkarlarına kulak vermeyi becerebiliyor.
Elbette kadınlar, yalnızca kadın oldukları için savaşa karşı çıkmıyorlar. Faklland'a asker gönderen Teacher da, masalara yumruk vurarak savaş çığlığı atan Çiller de kadın. Pek çok kadın da, oğlunun, kocasının savaşta ölümüyle gurur duyuyor. 2. Dünya Savaşı'nda Mutfak Tugayları oluşturup, yağdan tasarruf ederek silah yapımına destek olan kadınlar da oldu.
Kısacası, kadın doğduğumuz için savaşa karşı değiliz. Cinsiyetçi bir toplumda yaşadığımız için, yönetimin, iktidarı paylaşmanın dışında tutuluyoruz, militarizm cinsiyetçilikle örülmüş. Bütün bunlar bizi savaşa mesafeli kılıyor elbette. Ama asıl, dünyaya kadınlar açısından bakabildiğimiz zaman tutarlı bir biçimde savaşa karşı çıkabiliyoruz.
Militarizm, silahlanma ve savaş kadınların verdikleri kararların sonuçları değil. Ama sonuçlarını en yoğun kadınlar yaşıyor. Savaşta o çok sözü edilen "günahsız siviller"in çoğu kadın ve onların bakmakla, korumakla yükümlü oldukları çocukları. Kadınlar canlarını koruyabilecekleri araçlara uzaklar. Savaşın şiddetini canları dışında tecavüzle, ağır erkek şiddetiyle, savaş ganimeti muamelesiyle, etnik temizlik yöntemleriyle yaşayanlar da kadınlar. Dünyadaki göç mağdurlarının üçte ikisini de kadınlar ve çocukları oluşturuyor. Ve savaş yoksulluk demek, yoksul nüfusun üçte ikisi de kadınlardan oluşuyor.
Silahlanma ve savaş, kamu yatırımlarından kesinti demek. Eğitim, sağlık ve sosyal hizmetlerin kısılması ise kadınlara daha fazla yoksunluk, daha fazla yük demek.
Ve bütün bunların yanı sıra elbette kadınlar çocuklarının yaşamını her şeyden çok önemsiyorlar.
Savaşa kendimiz, kendi çıkarlarımız için karşı çıkıyoruz. Bunun yanı sıra ezilmişliğimizi fark etmek ve dünyaya ezilenlerin tarafından bakmak savaşa ve militarizme karşı çıkmayı kolaylaştırıyor. Ve ezilenlerin dayanışmasının önemini biz daha çok biliyoruz. Evet, militarizm ve savaş karşıtlığı kadınlara daha yakın politik bir tavır.
O yüzden de Sırp kadınlar, İsrailli kadınlar en çatışmalı dönemlerde savaşa karşı çıkmayı başardılar. Şimdi Afganistan bombalanıyor. Afganlı kadınların kendilerini bombalardan koruyacak hiçbir araçları yok. Milyonlarca Afganlı göç ediyor. Yoksulluk had safhada. Afganlı kadınların neler yaşayabileceğini biliyoruz. Ve göç eden ailelerin kız çocuklarını Afganistan'da kaldığını duyuyoruz. Batı İttifakı'nın insan hakları ihlalleri artık ortada.
Taliban, Batı İttifakı, ve ABD'nin bombaları... Biri diğerinden daha iyi değil. Göç, yoksulluk ve şiddet... Yapmamız gereken çok şey var. Peki biz ne zaman dayanışacağız?