Shell&Turcas Kurumsal İletişim Müdürü Yankı Özkan (bu yazı boyunca bilerek ve isteyerek eşinin soyadı kullanılmayacaktır) cinayeti ile güne uyanan Türkiye, sanki başka bir gezegende yaşıyormuş, sanki bu memlekette her gün kadınlar erkek şiddetine maruz kalarak hayatını yitirmiyormuş gibi hayretler içinde kaldı. Özellikle işyerindeki kadın çalışma arkadaşlarını derinden etkilediğini öğrendiğim Özkan cinayeti hakkında öncellikle şunu belirtelim:
Yankı Özkan, her gün gazete sayfalarında okuduğunuz, televizyonlarda izlediğiniz çevresindeki erkekler tarafından öldürülen kadınlardan biridir ve bu nedenle de tıpkı diğerleri gibi bir kadın cinayetidir.
Yankı Özkan, Cağaloğlu Lisesi'nin ardından, İstanbul Üniversitesi'nden mezun olmuştu. Çalışkandı, iş hayatında da oldukça başarılıydı. Haber diliyle, "önemli başarılara imza atmış" bir isimdi. Ödüllü bir iş kadınıydı.
Cinayet haberinin akabinde, gazetelerde katil zanlısı K.Y'nin eşi M.Y.'ye şiddet uyguladığını okuduk. 77 yaşındaki M.Y., çok değil, birkaç ay önce polise giderek eşinden şiddet gördüğünü belirterek şikayette bulunmuştu. İddiaya göre, tartışmalar boşanma davasını beraberinde getirdi. Ancak mal paylaşımı nedeniyle anlaşmazlık yaşandı. K.Y., 80'ine merdiven dayamış da olsa, erkekti. Tam da bu nedenle, eşine şiddet uygulayan K.Y.'nin, gelini Yankı Özkan'ın kayınvalidesine "akıl vermesi"ne, başka bir deyişle kadın dayanışmasına, dayanabilmesi hiç mümkün müydü?
Kayınpeder, sokak ortasında vurduğu Özkan'ın canını aldıktan sonra, kadınlar olarak artık ne yazık ki alıştığımız için hiç ama hiç şaşırmadığımız o bilindik ifadeyi verdi:
"Gelinimden eşimle aramızı düzeltmesi için yardım istemiştim. Olay günü onların mahalleye gittim. 'Ne oldu bizim barışma işimiz' dediğimde ikisi bana bağırdılar. Gelinim 'Eh, yeter artık' dedi. Ben de kendimi kaybedip ateş ettim."
Belli ki K.Y., ne kadar psikolojisi bozuksa da, o haliyle bile cinayetten önce veya sonra, mahkeme heyeti karşısına çıkınca haksız tahrik indirimini nasıl "koparabileceğini" akıl edebilmişti.
Bu kadar basit işte. Bir kadının "Eh, yeter" demesi, bir erkeğin cinayet işleyecek kadar kendini kaybetmesi için epey geçerli bir sebep.
Bu kadar basit: Bir kadının canı, ağzından çıkan bir cümlenin, bazen tek bir kelimenin, karşısındaki "hassas" erkek tarafından nasıl algılandığına, nasıl da onurunu incittiğine (!) bağlı. Çünkü kadın dediğiniz sinirlenemez, bağıramaz, küfredemez, isyan edemez. Şüphesiz ki bütün bunlar erkeklere mahsus eylemler. Kadın dediğiniz, yaşı, eğitimi, dini, dili farketmeksizin, biat eder çünkü.
Yankı Özkan'ın ölümünün ardından, ışıltılı fotoğrafları yayınlandı internet sitelerinde. Bazısında güzel elbiseler içinde, güzel insanlarla sohbet ediyordu. Kimisinde başarılarından dolayı ödül alırken konuşma yapıyordu. Çoğunda hep gülümsüyordu. Sağlıklı, başarılı, genç bir kadındı. Yaşantısı, belki de, çoğu kadının arzulayacağı sosyoekonomik düzeyde seyrediyordu. Ancak gerçek hayatın böyle olmadığını biliyoruz bizler. O sizin gördüğünüz, sırlanmış bir ayna.
İki dirhem bir çekirdek kadınların, işyerlerinden yuva dedikleri yerlere dönünce, hikayeleri halen çoğu zaman aynı.
Modern çağın külkedileri gibiyiz.
Her an balkabağına dönmemiz işten bile değil.
İş hayatında merdivenleri birer ikişer çıkarken, ayakkabımızın teki hep kayıp.
Fiziksel şiddete maruz kalmayanlarımız, bir şekilde ekonomik ya da psikolojik şiddete uğruyor.
Ekonomik bağımsızlık ise beklediğimiz özgürlük ortamını kısmen yaratıyor.
Evlilik/çocuk baskısı, ev içi sorumluluk derken, sırtımıza bin(diril)en yükün üzerinde bir "baba" toplum eli sabit duruyor.
Kimimiz bu durumu içselleştirdiği için farkında bile değil.
Misal, "Nasıl gidiyor evlilik" sorusuna, "İyi gidiyor. Temizlik yap, bulaşık yıka, yemek yap... 'Ne yemek istersin aşkım bugün? Hemen yapayım' modunda gidiyor" cevabı veren ünlü bir kadın oyuncu, söylediklerinde herhangi bir anormallik sezmiyor.
Hatta, soru soran muhabirin, "Nasıl yani? Bunların hepsini siz mi yapıyorsunuz" demesine, "ünlü" olmanın bir kadını kadın olmasından ötürü yerine getirmesi şart (!) olan sorumluluklardan alıkoymaması gerektiğini vurguluyor:
"Evet, tabii ki. 'Ünlüyüm' havalarında gezen bir ünlü değilim. Ev hayatında her şeyle ben ilgilenirim. Kocamı memnun edeceksem ben edeceğim."
Ne diyelim, onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine.
Gökten üç elma düşmeden önce de, Yankı Özkan'ı saygıyla analım.
Ve lütfen, yalnızca "doğu" illerinde çocukların evlendirildiği yalanı; çocuk yaşta hamile kalan kız çocuklarında İç Anadolu'nun göbeğindeki Niğde'nin başı çeken illerden biri olduğu gerçeği; kadının sosyoekonomik ya da eğitim seviyesi ne olursa olsun erkek şiddetine maruz kalması karşısında üç maymunu oynamaktan vazgeçelim. (BK/HK/ÇT)