Bir bilim insanı, Kocaeli Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu hakkında bir soruşturma açılmış ve çalıştığı üniversitenin yetkili kurumlarından "yargılama izni" talep edilmiş.
Kendisi Türk Tabipleri Birliği ve akademik ortamdan bildiğim, tanıdığım, duyarlı, nitelikli, aynı zamanda da bilimsel doğruları, politik duruşu ve kimliği ile doğru bir şekilde savunan bir insandır.
Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu uzun yıllardır Kocaeli bölgesinde yaşanan ciddi çevre ve sağlık sorunları ile uğraşmaktadır. Açılan soruşturmanın nedeni ise bu çalışmaları ve ve bunun sonucu yaptığı bir yayın.
Akademisyenin görevi araştırmak
Onur, 2005'te yılında Kocaeli Üniversitesi'nde Halk Sağlığı, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları ile Tıbbi Genetik dallarından akademisyenler ile birlikte bir çalışma yürütmüş. Bu araştırma üniversitenin bilimsel araştırma fonu tarafından da desteklenmiş.
Çalışmanın başlığı "Endüstri Yoğun Bölgelerde Yaşayanlarda Ölüm Nedenleri: Dilovası Örneği"
Bu çalışma sırasında bu bölgedeki annelerin ilk sütünde ve bebeklerin ilk dışkılarını araştırmış.
Sonucunda bazı ağır metaller ve eser elementler saptamış. Anlamı şu: Çocuklar daha annelerinin karnındayken çevreyi zehirleyen maddelerden etkileniyorlar. Bu zehirleri çocuklara anneleri taşıyor. Başka bir deyişle bu bölgede yaşayan anneler çocuklarını "ana sütüyle" beslerken zehirliyorlar.
Başka bir ülkede böyle bir araştırma sonucu, belediye başkanları, bakanlar görevlerinden alınır, bu çevre kirliliğini yaratan kurumlar kapatılır, bu durum düzelene kadar da o bölgeye giriş çıkış yasaklanırdı. Üstelik o bölgede bundan etkilenen bireyler açtıkları tazminat davalarıyla, hem söz konusu kirliliği yaratan endüstriyel kuruluşları, hem de bunları gerektiği gibi kontrol edip denetlemeyen devlet kurumları hakkında milyonlarca liralık tazminat davaları açar, bunları da kazanırlardı.
Dünyanın 17. büyük ekonomisine ssahip G-8'in kapısında, G-20'nin içinde olan bir ülke olarak bizde de böyle olması beklenir. Ama ne yazık ki böyle olmuyor.
Peki ne oluyor?
Dr. Onur elde ettiği bu bilimsel sonuçları bilimsel ortamlarda yayınlamış ve kansere bağlı ölümlerdeki aşırılığı gözler önüne sermiş.
Dahası bir yurttaş, bir aydın olarak da sorumluluğunun gereğini yerine getirmiş ve bu çalışmasını yalnız yerel ve ulusal bilim çevreleri ile değil, siyasi otoriteler ile de paylaşmış. Hatta çözüm önerilerini ve ne yapılması gerektiğini bir rapor halinde 2006'da TBMM'ye sunmuş.
2006-2011, hesap ortada, aradan oldukça uzun bir süre geçmiş!
Bu konuda hiçbir sorumlu mevki bilimsel doğruların gereği hiçbir işlemde bulunmayınca bu kez, durumun doğrudan muhatabı olan topluma, yani "annelere" yönelmiş ve bu sonuçları basın yoluyla duyurmuş.
"Kan ve dışkıları bırakın, doğum yapıp çocuk emziren annelerin sütünde bile çinko, demir, alüminyum, kurşun, kadmiyum tespit ettik, tehlike büyük" demiş. İnsanlardan kendi önlemlerini almasını istemiş bir anlamda. Eğer başka bir yere gidip doğurma ve çocuğunu büyütme şansları yoksa, kadınlara "hamile kalmayın, çocuk doğurmayın ve büyütmeyin" demek istemiş.
Ne zaman?
Başbakan "en az üç çocuk yapın" dediği dönemlerde! Bundan büyük suç olur mu?
Olmayacağı için hakkında bir soruşturma açılması uygun görülmüş.
İddia TCK'nın 213. maddesine aykırı hareket etmesi!
Nasıl yapmış? Medya aracılığıyla durumu geniş halk kitlelerine ulaşmasını sağlamak suretiyle.
Peki bu suç mu?
Bakalım Türk Ceza Yasası'nın 213. Maddesi ne diyor?
"(1) Halk arasında endişe, korku ve panik yaratmak amacıyla hayat, sağlık, vücut veya cinsel dokunulmazlık ya da malvarlığı bakımından alenen tehditte bulunan kişi, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır."
Buna göre Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu yaptığı araştırma sonuçlarını halk arasında panik yaratmak amacıyla kullanmış oluyor.
Durumun asıl sorumluları olan Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı ve Dilovası Belediye Başkanı birlikte Cumhuriyet savcılığına bu maddeye muhalefet ettiği gerekçesiyle suç duyurusunda bulunmuşlar.
Eğer çalıştığı üniversite izin verirse, Sevgili Onur bu madde uyarınca 2 ila 4 yıl arasında hapis istemiyle yargılanacak!
Yaptığı işin bu madde kapsamı içine girip girmediğini ve bir suç oluşturup oluşturmadığını, eğer dava açılırsa bağımsız yargı karar verecek.
"Onur"u desteklemek
Bu durum ortaya çıkınca, hekimler ve akademik çevreler meslektaşları için bir site oluşturdular ve bir imza kampanyası başlattılar.
Açılan imza kampanyasına ben de katıldım ve onun yanında olduğumu belirttim.
Ama arkadaşım Onur'a destek vermiş olsam da, ben yine hekimlerin ve akademisyenlerin "onur"u adına bu yargılamanın yapılmasından yanayım.
Çünkü yargının adaletin gereğini yerine getirmek ve hukuku üstün kılmak için bu konuyu araştırmak zorunda kalacak. O zaman bu olayla ilgili başka gerçekleri de ortaya koymak zorunda kalacak. Bu ise en başta o anneler ve bebekler olmak üzere tüm toplumun yararına bir sonuç verecek. Çünkü bu araştırmanın, toplumun huzur ve düzenini bozmak için yapılmış "yalan, düzmece ya da sahte" araştırma olmadığı ortada. Bu araştırmanın gerçekleri ortaya koyan, yalnız "risk"den söz eden değil, bizlerin pek de kolay ayırt edemediğimiz yakın "tehdit"in varlığını görünür hale getiren bir araştırma olduğu ortada.
Dolayısıyla "onur"u yargılayan mahkeme eğer hukukun üstünlüğünü gözeten bir yargılama yaparsa, o zaman yargılamayı başkaları için de genişletmek zorunda kalacak.
O zaman bu araştırmanın ortaya koyduğu çevre kirliliğini ve bundan kaynaklanan insan ve toplum sağlığının bozulmasına neden olan tüm kişiler, kurumlar; onların yarattığı kirliliği izlemeyenler; izliyorlarsa bile buna izin verenler, ya da açık etmeyenler; bu olumsuzluğun giderilmesi için çaba sarf etmeyenler; şimdiye kadar idari ve yasal başvuru mekanizmalarını harekete geçirmeyenler; eğer varsa daha önceki başvuruları işleme koymayanlar; bu olay ve yaşandığı süreçle ilgili tüm hukuk dışılıklar bu yargılamaya dahil edilecekler ve gerçekler de bu sırada ortaya çıkabilecek.
Hayal değil
Birileri bana "hayal kuruyorsun, bu ülkede böyle bir yargı yok" diyebilir.
Ben bizi bir arada tutan "hukuk"un tanık olduğumuz tüm kötü örneklere, yaşadığımız kimi olumsuzluklara karşın hâlâ "var" olduğunu düşünüyor, en azından bunun olmadığının henüz kesinleşmediğini düşünüyorum. Daha geçen hafta yazdığım ve bu hafta içinde farklı boyutlarına tanık olduğumuz "lepra hastanesi" örneğinde olduğu gibi bu ülkede yargı hâlâ "hukukun üstünlüğünü" egemen kılmaya çalışıyor.
Buna olan güvenle üniversitesinin Onur hakkında açılan bu soruşturmaya izin vermesi gerektiğine inanıyorum. Eğer tersi olursa, şimdiye kadar olduğu gibi bu karar, böylesi "felaket"lerin gizlenmesi ya da göz yumulması anlamına gelecektir.
Bana göre üniversite bu soruşturmayı kendi içinde genişleterek daha çoğunu da yapmalıdır:
Söz konusu araştırmanın bulgularını tekil örnekler halinde karşılaşan, yani ortaya çıkan sağlıksızlıkları ve hastalıkları görüp saptadığı halde bunların nedenlerini araştırmayan, dolayısıyla durumun görünür kılınmasını sağlamayan diğer bilim insanlarını da bu tür çalışmaları daha önce yapmadıkları, konuya dikkât çekmedikleri için ayrıca mesleki ve bilimsel yönden sorgulamalıdır.
Bilim "erk"e hizmet etmemeli
Akademisyenlerin, bilim insanlarının görevleri bilimsel bilgiyi araştırmak, bulmak, bunu duyurmak ve bu bilgiye dayanarak insani ve toplumsal gelişmeye öncü olmaktır.
Bilim insanlarının bulgularını ise yalnız ve yalnız yine bilim insanları soruşturur, bu doğrudur; ama taa Galile'den bu yana "erk" sahipleri her zaman bilim insanlarının buldukları bilgileri kendi egemenlikleri için kullanmak isterler. Bu da unutulmamalıdır.
"Erk"in güdümünde ve yalnız ona hizmet edilirse, bunun adı "bilim" olmaz.
Erk sahipleri üretilen bilimsel bilgiler çıkarlarına aykırı olduğu için gerçek bilim insanlarını görevlerinden alsalar da, çeşitli yaptırımlar uygulasalar da, Galile'den Onur'a kadar bildiğimiz pek çok örnekte olduğu gibi "yargılasalar", hatta haklarında "ceza kesseler" de, bilim yine varolmayı sürdürecektir.
Buna dair pek çok örnek vardır. O örneklerdeki bilim insanlarını herkes tanır ama onları cezalandıran, yaptırıma uğratan "erk sahipleri"nin adlarını kimse bilmez.
Bağımsız yargıya güvenmek zorundayız. O yalnız "suçu ve suçluları" ortaya çıkarmaz; aynı zamanda "suçsuzluğu" da kesinleştirir ve görünür hale getirir.
İnsan, aydın, hekim ve akademisyen olanların bu niteliklerinin yargı tarafından da tescili hukukun üstünlüğünün temel olduğu toplumlarda doğal kabul edilmelidir.
Bence asıl sorun, bunun "yokluğu"dur.
O zaman zaten bilim de toplum da artık ortadan kalkmış demektir. (MS)