1980 faşist darbesinin ortadan kaldırdığı 1961 anayasası'nın 49. maddesi böyle diyordu; ama 1982 anayasası devletin bu görevi ortadan kaldırdı.
2002'den beri iktidarda olan akp'nin küresel sermayenin istekleri doğrultusunda gerçekleştirdiği "sağlıkta dönüşüm programı" da, şimdi değiştirilmesi için uğraşılan 1982 anayasasının ortadan kaldırdığı bu hakka karşı. onlar da uygulamaya koydukları bu programla devletin böyle bir görevi olmadığını söylüyor, bunun ötesinde, sağlık hizmetinden yararlanmak için ihtiyaç durumuna bakılmaksızın herkesin "prim" ödemesini dayatıyorlar. üstelik hizmete ihtiyacı olanlara da başvuru, katkı ve katılım payı ödemezlerse hiç bir sağlık hizmetinden yararlandırmıyorlar.
türk tabipleri birliği (ttb) daha önce "14 mart tıp bayramı" olarak kutlanan günün içinde olduğu haftayı, 1976 yılında aldığı bir karar uyarınca tüm türkiye'de "sağlık haftası" olarak adlandırmaya ve hekimlerin dışındaki toplum kesimlerinin de katıldığı çeşitli etkinlikler gerçekleştirmeye başlamıştı. ilk yıl etkinliklerin ağırlığı ankara'daydı. ikinci yılda, yani 1977 yılında ankara, istanbul ve izmir gibi büyük şehirlerde oldukça ses getiren, toplumu da içine katan etkinlikler gerçekleştirildi. henüz tıp fakültesinin 3. sınıfında bir öğrenci olarak o yılki etkinliklere emek koyanlardan birisiydim.
"ıı. sağlık haftası"nda istanbul tabip odası üç farklı afiş yapmış ve toplam olarak 12 bin adet bastırmıştı, "afişe çıkıp" istanbul'un merkezi yerlerine astık hep birlikte.(*)
birbirinden farklı temaların işlendiği bu afişlerin hepsinde de 1961 anayasasının yukarıdaki maddesi yazılıydı.
bununla birlikte sağlığın ve sağlık hizmetinin ne olduğu anlatan 16 sayfalık bir de broşür hazırlanmıştı ve bundan da 30 bin adet bastırılmıştı. onları hem etkinlikler sırasında hem de değişik yerlerde halka dağıttık.
"tıp haftası" ve "sağlık hakkı meclisi"
o yıl yani 1977 14 mart'ı türkiye'de bilimsel anlamda ilk tıp okulunun açılmasının 150. yıl dönümüydü. bu yıl 14 mart'ta da 185. yıldönümü gerçekleştirilecek. yani 1977'nin üzerinden ise 35 "koca" yıl geçti.
istanbul tabip odası on yıldır 14 mart'ın içinde olduğu haftayı "tıp haftası" diyerek kutluyor. odanın konuyla ilgili sayfasında bir tarihçe var ama yukarıda belirttiğim ayrıntılar yazılı değil orada, ne yazık ki!
türk tabipleri birliği ise 11 mart'ta yani "tıp haftası"nın arifesinde, ankara, balgat'taki ahmet taner kışlalı spor salonu'nda "türkiye büyük sağlık hakkı meclisi"nin açılışını yapacak.
bu meclisle ilgili çağrıda 1961 anayasası'nın 49.maddesindeki benzer bir talep dile getiriliyor:
"sağlık bu ülkede yaşayan herkes için bir haktır; hiç kimse parası olmadığı için, 'suçlu' ve hizmetten mahrum olamayacağı gibi farklı amaçlara sahip "gönüllü" adı altındaki kurumların yardımlarına da muhtaç hale getirilmemelidir."
35 yıl öncesiyle fark nerede?
bugünü doğru anlamak için, dünü ve arada nelerin olup bittiğini, nelerin değişip, nelerin aynı kaldığını ya da geri gittiğini doğru saptamak gerekiyor.
onun için bu yazı içinde ve yazının bağlantısında verdiğimiz bağlantıda 35 yıl öncesinde istanbul tabip odası'nın bastırıp astığı afişlerin ve dağıttığı broşürlerin ayrıntılarına yer alıyor. dahası yine geçmişten geleceğe bir belge olması için, ıı. sağlık haftası'nda istanbul tabip odası'nın yayınladığı basın bildirisine yer vererek, 14 mart'a "merhaba" diyor, herkesi "türkiye büyük sağlık hakkı meclisi"nde yer almaya çağırıyorum!
"en yüksek meslek hastalığı riskine sahip insanların yılda bir gün, değişik şekilde eğlenmek üzere bir araya toplanmasını yadsımıyor ve onlara çok görmüyoruz. ancak, bu bizim görev anlayışımızın dışındadır. bu nedenle, geçen yıl olduğu gibi bu yıl da 14 mart'ı biz sağlık haftası'nın ilk günü olarak değerlendirmeyi düşündük. bir yıl planlı bir şekilde kesintisiz sürdürmeyi amaçladığımız çalışmalarımız için bu haftayı 'durum saptaması' fırsatı olarak değerlendirmeyi istiyoruz.
1961 anayasasının halkoyu alınmadan değiştirildiği, düşünce ve yayın özgürlüğünün alabildiğine kısıtlandığı, grevlerin yasaklandığı, ülkenin en değerli çocuklarının işkenceden geçirildiği açık faşizm girişiminin ülke ve dünya kamuoyunca yadsınması sonucu girişilen 'örtülü faşizm' döneminde demokratik kitle örgütlerinin ve baskı gruplarının görevlerini birbirleri ile dayanışma halinde bunların karşısına çıkmak olduğuna inanıyoruz.
bir çok kişi ve hatta meslektaşımız bunların tabip odalarının görevi olup olmadığı sorusunu bize yöneltmektedir. bu soruyu tartışmasız 'evet' diye yanıtlıyoruz. diplomayı aldığı gün 'tehdit altında bile tıp bilgilerini insanlık aleyhine kullanmayı kabul etmeyeceğim' diye and içen insanların, siyasi cinayetler ve işkenceler karşısında vurdum duymazlığı söz konusu olabilir mi! kaldı ki bu görüş 'dünya tıp asamblesi'nin tokyo bildirisi ile bir kere daha mahkum edilmiştir.
bir kere bilmeliyiz ki, demokrasi soyut bir rejim değildir. yalnızca belli aralıklarla tekrarlanan seçimlerle değil, ekonomik ve sosyal yapılarla işlerliğini kazanır. eğer özgürlükçü demokrasiye gerçekten inanıyorsak, onu gerçek kılacak olan, yönetimdeki güçlerle, demokratik kitle örgütleri, baskı grupları ve ülkemizdeki anayasal kurumlar arasında bir denge kurmak zorundayız.
bu halkımızın anladığı ve iy değerlendirdiği anlamda 'politika yapmak' demek değildir. halkımız, bugüne kadar hemen daima 'çirkin politika'yı, yaşadığı için haklı olarak böyle bir genelleştirmede yapmaktadır.
türkiye'den çok daha geri ülkelerde bile genel bütçeden sağlık fonuna aktarılan miktar % 7 iken, bu bizde hiçbir zaman %3,5-4'ün üstüne çıkmamıştır. 'ulusal sağlık politikası'nın amacı toplumun sağlık seviyesinin yükseltilmesi maksadıyla halkın beden ve ruh sağlığını korumak ve tıbbi bakım görmelerini sağlamaktır' dedikten sonra, özel ihtisas komisyonu raporlarını bir yana itelemek ve hekimlikte pazar ekonomisi kurallarını geçerli bırakmak, hatta teşvik etmek, sağlık hizmetine önem verir görünüp, belirli bir azınlığa yüksek düzeyde tedavi hizmeti götürmek, yatırım ve cari harcamalar için gerekli fonu ayırmak. işte bizim ortaya koymak istediğimiz sayın nusret fişek'in çok güzel belirttiği bu 'çirkin politika'dır.
bunun ötesinde, bin canlı doğumdan 153'ü bir ülkede bir yaşına varmadan ölüyorsa, ölümlerin %51'i 5 yaşın altında ise, kim bu bebelere ve çocuklara sahip çıkacak. elbetteki hekimler ve onların yasal örgütleri olan 'tabip odaları'dır.
- eğer bir ülkede yaşama şansı hâlâ 50-55 yıl arasında ve yakın komşularımızda bu 60'ın üzerinde ise bu ayıbı ülkemizden silecek çalışmaları kim yürütebilir?
- eğer bir ülkede kişi başına yılda et, süt ve yumurta tüketimi sırası ile 17,8 kg., 93 kg., 3,2 kg. olduğu halde batı almanya'da 73, 208, 15,3; yunanistan'da 40,5, 164, 10,6 kg olan bu değerler görmezden mi gelinmeli? tabip odaları, bunların önemini kamuoyuna ve yöneticilere duyurmamalı mı?
- gene tabip odalarının görevi değil midir, tahıl tüketimi yerine hayvansal protein tüketiminin önemini belirtmek. türkiyemizde kişi başına tahıl tüketimi yılda 268 kg. günlük hayvansal protein tüketimi ise 16 gramdır. bu abd'de 67 kg., 66 gr.; fransa'da 110 kg., 49 gr.dır.
işte bu nedenle biz ülkemizde 150. yılını tamamlamış modern tıbbın değerlendirmesini yapmak istiyoruz."(ms/ekn)
(*) afiş ve broşürü görmek için tıklayınız