Anayasa Mahkemesi’nin Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) kapatılması istemiyle açılan davayı kabul etmesiyle birlikte Türkiye siyasal hayatında yeni bir tünele girildi.
Trenin kendisi de dahil olmak üzere yolculuktaki bütün unsur ve aktörleri derinden etkileyecek bu süreçte soğukkanlılığı koruyarak değerlendirme yapmak yaşamsal önemdedir.
Tren devrilecek mi ?
“Başkondüktör” Tayyip Erdoğan ve şu an itibariyle trenin lokomotifi gözüken AKP’nin treni devirmeden tünelden nasıl çıkarabileceği meselesi herkesin yanıtını aradığı temel soru olarak önümüzde duruyor.
Sınav sorusunun çalışmadığı yerden geldiği AKP’nin bu soruya önümüzdeki günlerde vereceği yanıtın kısa bir anayasa değişikliği olacağı düşünülse de, bu yanıtın geçer not için yeterli olacağı şüpheli durumda. Mahkeme’den çıkması kuvvetle muhtemel olan “niteliksiz” bir çoğunluğun bile AKP’nin meşruiyetini tartışmalı hale getireceği ve muhalefetin elini güçlendireceği düşünüldüğünde, yapılacak hukuksal manevraların yetersiz kalacağı ortaya çıkacak.
Hukuki düzenlemelerde yapılacak bu tür değişikliklere rağmen son sözü söyleme yetkisine sahip yargıçların, inandıkları sonuca ulaşmak için gerekli ve yeterli hukuksal argümanları bulmakta zorlanmayacaklarını unutmamak gerekir.
Dünyadaki diğer devletlerle birlikte Türkiye’de de ciddi bir ekonomik krizin hızla yaklaşmakta olduğunun düşünüldüğü bir ortamda Türkiye’de patlak verebilecek bir siyasal kriz bütün dengeleri alt üst edebilecek bir sarsıntıya yol açabilir.
AKP devrilebilir
AKP, Refah Partisi’nin (RP) kapatılmasından sonra oy patlaması yapacağı savlanan Fazilet Partisi’nin (FP) şu anda bulunduğu durumu hesap etmek zorundadır; zira, AKP’nin “kapatılma davası her halükarda hasadımızı arttır” düşüncesinin gerçekleşmeme olasılığı yabana atılamaz.
Seçmen davranışının kestirilemez ve çok esnek bir yapı arz ettiği Türkiye’de ekonomik krizle birleşebilecek bir siyasal kriz, AKP’nin de altında kalabileceği ve tasfiye edilebileceği bir sonuca yol açabilir. Üstelik, AKP gibi “karizmatik lider” partilerinin en güçlü ve zayıf yanının “yenilgisizlik/yenilgi” gerilimi olduğunu göz ardı etmemek gerekir.
Buna göre, siyaset biliminin ilgili kuramlarının ortaya koyduğu gibi, AKP gibi “karizmatik lider” partisi niteliğindeki bir partiye ilişkin yenilgisizlik algısı (“Tayyip Erdoğan yenilmez”) seçmen nezdinde devam ettiği sürece böyle bir partiyi alt etmek kolay değildir ve bu durum AKP’nin belki de en güçlü yanını oluşturmaktadır.
Ama bu aynı zamanda en zayıf yandır da; zira böyle bir partinin silinmesi sürecinin başlaması için tek bir yenilgi yaşanması yeterli olabilecektir. Dolayısıyla, bu anlamda “başarıya mahkum” AKP’nin kapatılma sürecini “one shot, one opprtunity” (tek atış, tek şans) olarak değerlendirmeye çalışacakların bulunduğu gerçeği karşısında siyasal yaşamın muhtemel bir krizden kurtulmasının reçetesini basit bir anayasa değişikliğinin ötesinde aramak kaçınılmazdır.
Bir “Gökkuşağı Anayasası” mümkün mü ?
Yukarıda söylenenler bağlamında, bu tünelden nasıl sağ salim çıkılabileceği sorusuna verilebilecek en doğru cevabın, AKP’yi bir şekilde buraya taşıyan toplumsal beklentilere referansla bulunabileceği savunulabilir.
Bu bağlamda, AKP’nin kuruluşunda ve 22 Temmuz seçimlerinde kullandığı “demokrasi ve insan hakları” söyleminin bu referanslardan en önemlisini oluşturduğu hatırlanmalıdır.
Bu nedenle, AKP’nin ve diğer siyasal aktörlerin kapatılma sürecini en az kayıpla atlatmalarının tek yolu, sadece kapatılmayı önleyebileceği düşünülen değişiklikler yapmak değil, anayasayı bir bütün olarak değiştirecek bir açılım geliştirilmesidir.
Siyasal aktörlerin tamamını Türk/Kürt, dindar/dinsiz ayrımı yapmadan müzakere sürecine dahil eden, çoğulculuğu temel alan bir içerikle doldurulmuş, “sözde değil, özde sivil”, kısacası, kırmızı çizgileri olmayan bir “gökkuşağı anayasası” hazırlanması, AKP’nin ve bir bütün olarak Türkiye demokratik yaşamının gelmekte olan tsunamiden kurtuluşunun tek yolu olarak gözükmektedir.
Avrupa Birliği organları önünde defalarca söz verilmiş olmasına rağmen halen tanınmayan vicdani ret hakkının tanınmasından tutun da zorunlu din derslerinin kaldırılması, Hrant Dink cinayetinin tam olarak aydınlatılması, Kürt kökenli siyasetçilerin üzerindeki siyasal baskının kaldırılmasına kadar önemli açılımlar getiren yeni bir sürecin başlatılması gerekmektedir.
Dolayısıyla, Türkiye demokrasinin sekteye uğramasını önlemenin en emin yolunun, son zamanlarda sıkça başvurulan “tekçi” söylem yerine, gerçekten eşit/özgür/çoğulcu bir söyleme dayandırılabilecek bu tür bir tahkimatla demokrasi cephesinin güçlendirilmesi olduğu artık açıkça görülmeli ve kabul edilmelidir.
Bu tür bir süreç ve sonuç perspektifine sahip olmayan, sadece AKP’yi kurtarmaya dönük bir makas değişikliği ise treni tünelden sağ salim çıkarmak bir yana raydan çıkarabilecek ve devirebilecektir.
Sonuç itibariyle, içi doldurulmamış ve “hamaset söylemi” olmaktan öteye geçmeyen uzlaşma teklifleri ve geri adım atma çağrıları karşısında, demokratik siyasal yaşamın daha eşitlikçi, daha adil ve daha özgür bir Türkiye kurmak istediklerini belirten bütün aktörlerinin geri adım atmak şöyle dursun ileri adım atmak zorunda oldukları açıktır.
Zira “bir adımcık” mesafede bile olsa arkamızda duran şeyin parlayan süngüler olabileceğini görmek için tarihe bakmak yeterlidir.(ECG/EÜ)
* Ertuğrul Cenk Gürcan, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Anayasa Hukuku Anabilim Dalı.