Babi Yar, tarihteki en geniş çaplı toplu katliamlardan birinin gerçekleştiği, Ukrayna’nın başkenti Kiev’in ucundaki uçurumun ta kendisi. Sergei Loznitsa Naziler’in 33.771 Yahudi’yi orada, Eylül 1941’in iki gününde öldürmesine götüren dinamikleri ve katliamın sonrasını belgeselinde ayrıntılarıyla işliyor.
Tamamı arşiv malzemesinden müteşekkil filmin sessiz özünü bu kırım oluştururken bazı sekanslara ses eklenmiş. Usta yönetmen Loznitsa, Leningrad kuşatması hakkındaki Blockade adlı filminde ve başka eserlerinde de bu tekniği kullanmıştı.
Tecrübeli sinemacı herhangi başka bir yorumu neredeyse tamamıyla önlemek suretiyle arşiv malzemesinin dile gelmesini sağlıyor. Hem ne dile gelme! Yalnız vahşete değil, sonrasında şehrin ve sakinlerinin rızasına dair kaçınılmaz bir tanıklık oluşturuyor. Pencerelere süreç sırasında seve seve yapıştırılmış Hitler posterleri görüyoruz: Nazi işgali sona erdikten sonra Babi Yar’da yaşanan korkunç acıları da silmek niyetiyle yırtılıp sökülen…
Babi Yar. Context adlı belgesel Hollanda-Ukrayna 2021 ortak yapımı 121 dakikalık bir film. IDFA’nın Ustalar bölümünde yer alıyor ve bu vesileyle Hollanda’daki prömiyeri gerçekleşmiş olacak.
YouTube ve kara mizah
Tal Elkayam’ın ilk uzun metrajlı belgeseli İsrail ile Filistin arasındaki fazlasıyla garip dinamiğe dair kural dışı bir keşif yolculuğu: Tel Aviv’in plajında ve Batı Şeria’nın tepeleriyle vadilerinde çekilmiş muhtelif YouTube görüntülerinden müteşekkil bir derleme.
Sirenler füze uyarısı yapıp plajdakiler alelacele sığınak ararken askerler diğer tarafta protestocu Filistinliler’le çatışmada; bu arada bir buldozer bina yıkmakla meşgul.
İsrailli bir işgalci yetiştirdiği üzümleri gururla teşhir ederken başka bir tarafta bir Filistinli bağının nasıl yerle bir edildiğini aktarıyor. Bir yanda bir köpek bir koyun sürüsünü ürkütürken diğer yanda bazı köpekler plajda oyun oynuyor. İsrail ve Filistin bayraklarını dalgalandıran göstericiler ara ara birbiriyle çatışmaya giriyor.
Bu gayet enerjik ve görüldüğü kadarıyla sezgisel kolajda, birbirine zıt iki paralel gerçekliğin aynı zamanda birbirine içinden çıkılamayacak biçimde bağlı olduğu da anlaşılıyor. Bu sadece kıyıda yetişen gelinciklerle tepelerdeki çiçekler birbirine tıpatıp benzediği için değil!
Figure-Ground adlı İsrail yapımı 70 dakikalık belgesel IDFA’nın Luminous bölümünde yer alıp dünya prömiyerini Amsterdam’da gerçekleştirecek.
Tarihi bilmek şart
İsrail ile Filistin arasındaki çatışmaya müdahil olmaya yönelik neredeyse her teşebbüs mutlaka her iki taraftan suçlamalara yol açıyor: bir yandan antisemitizm ve terör ithamları, diğer taraftan insan hakları ihlal ve millî otonomiyi çiğneme suçlamaları. Bu yüzden yönetmen Avi Mograbi farklı bir yol izlemeye karar vermiş. Gazze ve Batı Şeria’nın İsrail tarafından işgalinin 54 yılını bir rehber kitap şeklinde anlatıyor. Adım adım, kronolojik sırayla, askeri ve siyasi düzenin nasıl işlediğini, bir halka tümden egemen olmak için bu düzenin sistematik olarak nasıl uygulandığını aktarıyor.
Mograbi bir öğretmen edasıyla direkt kameraya konuşuyor, duygusuz ve gerçekçi bir ses tonuyla. Anlattığı hikâye bazen dehşetengiz ölçüde şiddet barındıran arşiv malzemesine dayandırılmış. Fakat seyircide en derin izi 38 eski askerin itirafları bırakıyor: Bir kitaplığın veya duvardaki bir sanat eserinin fon oluşturduğu bu görüntülerde sonradan pişmanlık duydukları gaddarlıklarını aktarıyorlar.
The First 54 Years - An Abbreviated Manual for Military Occupation 2021 Fransa-Finlandiya- İsrail-Almanya ortak yapımı 110 dakikalık bir belgesel; 34.IDFA’nın Ustalar bölümünde yer alıyor ve Amsterdam’daki gösterimi Hollanda’daki ilk gösterimi olacak.
İsrail’de bir çiftlik
Itamar kesilecek hayvan yetiştirmektedir. 10 yaşındaki kızı Na’ama hayvanlar arasında büyüdüğü halde hayvanların kaderleriyle uzlaşmakta her geçen gün daha çok zorlanmaktadır. Yine de derin bir hayranlık duyduğu babasına şikâyet etmeden ahırlarda yardımcı olmaya devam etmektedir.
Daha sakin anlarda babası ile hayat ve ölüm hakkında felsefi tartışmalara girerken görüyoruz onu; Itamar’ın bu hususlarda kendine has gayet net fikirleri var.
Kameranın varlığını asgari ölçüde hissettiren stili benimsemiş sinemacı Omer Daida İsrail’deki bir çiftlikte gündelik hayatı görüntülüyor: doğuran koyunlar, koşuşturan köpekler bir yana, ortalığı kaplamış toz bulutlarının içindeki sürünün atmosfer yüklü görüntüleriyle karşı karşıyayız. Na’ama’nın babasına destek olmak için elinden geleni yaptığına şahit oluyoruz. Mercek genelde bu genç başrol oyuncusuna odaklanıyor; sorularına ve çehresinde izi gayet bariz görülebilen iç çatışmalarının yansımalarına.
Yerinde seçimlerle sıralanmış sekansların birleşimi bizi gayet samimi ve mahrem bir baba-kız portresine, hayat ve ölüm hakkında karmaşık suallerin manasına, gittikçe zıtlaşan bakış açılarına ve aile bağlarına dahil ediyor.
Herd adlı 37 dakikalık 2021 İsrail yapımı film IDFA’nın kısa belgeseller klasmanında yarışıyor ve bu vesileyle uluslararası prömiyerini gerçekleştiriyor.
Göç etmiş Yahudiler
Cléo Cohen’in yönetmen olarak ortaya çıkardığı bu ilk iş, bir zamanlar Tunus ve Cezayir’den Fransa’ya göç etmiş Arap Yahudileri’nin torunu olarak kimliğine dair şahsi bir araştırma. Gayet samimi bir atmosferde Cohen büyükanne ve büyükbabasını kamera karşısında konuşturarak mazilerini sorgulatıyor.
Daha çok Yahudilikle mi, yoksa Arap kökenleriyle mi bağ kuruyorlar acaba?
Daha önce sömürgeci konumunda olan, bugün ikamet ettikleri Fransa hakkında ne düşünüyorlar? Kendilerini Afrikalı mı, yoksa Avrupalı mı hissediyorlar?
Soylarından olanların kimliklerini hangi yönde oluşturmaları hususunda umutları nelerdir?
Cevapları bazen gayet net, bazen daha gizemli olabiliyor. Röportajların arasında yönetmen Cohen, aydınlanabilmek için Yahudi asılı Tunuslu yazar Albert Memmi’nin (1920-2020) eserlerine başvuruyor.
Cohen’in tutarlı stili bağlamında gayrıresmi konuşmalar hem yaşlı hem de genç nesiller arasında içe dönük sorgulamalara sebep oluyor. Bu şahsi araştırma gayet karmaşık bir dünya tarihi tasavvuruyla karşılaştırıyor bizi; sömürgecilik, antisemitizm, ırkçılık, aynı zamanda dinsel, kültürel ve siyasi mevzular da buna dahil.
May God Be With You adlı 80 dakikalık Fransa yapımı belgesel IDFA’nın Best of Fests bölümünde yer alıp bu vesileyle Hollanda prömiyerini gerçekleştirmiş olacak.
Soykırım kurbanı köylüler
1938’den kalma bir tatil günü çekiminde Polonya’daki küçük bir köyün Yahudi sakinleri kameranın karşısında toplaşmaktadır. Engellenemiş korkunç hakikat, neredeyse hiçbirinin Holokost’tan canlı kurtulamamış olması.
Cevaplar bulma arayışında, üç dakikalık renkli film peş peşe tekrar tekrar bize gösterilirken yakından incelenmekte. Kameranın karşısına çıkan insanlar kimlerdir? Dükkânın üstündeki grenli harfler neyi betimlemekte?
Görüntüler zumlanmakta, çekimler kare kare incelenmekte, ayrıntılara büyütülmüş şekilleriyle bakılmaktadır; bu şekilde filmin sonu mütemadiyen ertelenmekte - aynı zamanda köylülerin kaderi de öyle.
Bir üst ses olarak hayatta kalmış bir şahıs ve köylülerin soyundan gelen bir kişi, köy ve sakinleri hususunda konuşmakta; bu hayatların hatırası sinematik olarak dokunaklı bir abideye dönüşüyor.
Filmi çeken Hollandalı gezeteci ve tarihçi Bianca Stigter. Kendisi Atlas of an Occupied City (2019) adlı kitabıyla Amsterdam’da İkinci Cihan Harbinin izlerini sürmüştü. Filmin dış sesi Helena Bonham Carter’a ait.
Three Minutes - A Lengthening adlı 69 dakikalık film 2021 Hollanda ve Birleşik Krallık yapımı. IDFA’nın Best of Fests kısmında yer alıyor ve bu vesileyle Hollanda prömiyerini gerçekleştirmiş olacak.
Holokost kâbusu
Usta sinemacı Oeke Hoogendijk’in annesi Lous’un uzun yıllardır evden çıkmadığını görürüz. Tekrarlanan bir kâbus peşini bırakmamıştır; tıpkı küçük bir Yahudi kız çocuğuyken sınır dışı edildiği günlerdeki gibi eve dönüş yolunu bulamamaktadır.
İlk anda çok sıradan gelebilecek görüntüler - kedisiyle salonda televizyon seyreden yaşlı kadın - yavaş yavaş Holokost’la bir ev arkadaşı gibi yaşamak zorunda olan cin gibi bir kadının rahatsız edici portresine dönüşür. Onun bir çocuk gibi mutlu olmasını sağlayan Noel ağacı bile ona hâlâ Westerbork toplama kampını hatırlatmaktadır.
Aralarındaki trajikomik telefon görüşmeleri ve salondaki web kamerası sayesinde Oeke bizi annesiyle istisnai biçimde yakınlaştırır.
Anne filmde bize tamamıyla açılıyor, üzüntüsü kadar keskin mizah duygusunu da paylaşıyor. Bu iki olgu arasındaki denge, montaja gösterilen hassasiyet sayesinde tutturuluyor, tecrübeli yönetmen Oeke annesinin toplama kampı hatıraları ile televizyondaki bir seyahat programının coşkusu ve house müziğinin sakinleştirici tesirini dönüşümlü olarak filme serpiştiriyor.
Housewitz adlı belgesel 2021 Hollanda yapımı 71 dakikalık bir film. IDFA’nın Envision yarışmasında yer alıp dünya prömiyerini Amsterdam’da gerçekleştiriyor. (MT/AS)