Dinlerinden dolayı ayrımcılığa tabi tutulup yerlisi oldukları toprakları terk eden ve "vadedilmiş ülke"ye, yani İsrail'e ulaşan Etiyopyalı Yahudileri "beyaz" Yahudiler bağırlarına basmadı. Siyonizmin dünya çapında ırkçılıkla eleştirilen bir sistem haline geldiği yıllarda devlet imajını düzeltmek için fiyakalı bir operasyonla Etiyopyalı dindaşlarını, çoğunluğun Yahudi olduğu memlekete büyük bir tantanayla taşıdı. 1977 yılından itibaren mevzubahis Afrika ülkesinden İsrail'e göç eden Yahudi sayısı 36 bini buldu, fakat bu onların yeni memleketlerinde ikinci sınıf vatandaş olarak muamele görmelerine engel olamadı.
Büyükannesi Nazi Almanya'sından kaçıp İsviçre'ye yerleşen genç yönetmen Raphael Bondy mevzuya doğrudan girip mazide büyük acılar çekmiş olan dindaşlarına ayna tutuyor. Adı Türkçe'ye belki de Vadedilmiş Ülke Bu Mu? diye tercüme edilebilecek No Promised Land adlı yapım Midilli'deki uluslararası belgesel film festivali AegeanDocs'ta yer aldı, yönetmen gösterim sonrası yapılan soru-cevap kısmında seyircileri bu az bilinen mevzu hakkında ayrıca aydınlattı.
En başta İsviçre'nin Visions du Réel festivali kapsamında seyirciye ulaşıp Almanya ve Kanada'ya uğrayan, sonra da AegeanDocs'un programına dahil olan 52 dakikalık film klasik televizyon belgeseli şablonuna sığınsa da ilginç konusu sayesinde kendini seyrettiriyor, kısıtlı da olsa militan ögelerle seyirciyi motive ediyor.
No Promise Land from WorkshopDocs on Vimeo.
Eşitlik yok mu?
Filmde, bazıları İsrail'de doğup büyümüş kişiler olmak üzere İbranice'yi kusursuzca konuşan karakterleri, gündelik hayatlarında ve de şikayetlerini dile getirirken izliyoruz. Genelde yaşlı Etiyopyalılar Afrika'dan İsrail'e göç etmiş olmaktan pişman değiller, oysa eşitlik ilkelerine göre haklarının yendiğine inanan, ikinci, hatta üçüncü sınıf muamelesi gördüklerine kesinlikle ikna olmuş siyah vatandaşlar bazen öfkeyle bile dolabiliyor. Ülkede, beyaz olsalar da mazide yaşadıkları coğrafyaya göre sınıfsal olarak hor görülen Yahudiler'in dertleri zaten malum, bunun üstüne bir de siyah tene sahip olmak sıkıntıları kesinlikle katmerlendirebiliyor. Etiyopyalı Yahudilerin dine, kendi geleneklerine uygun olarak yaklaşımlarını da fanatik Yahudilerin küçümsediği, hatta kabul etmediği görülüyor; tıpkı Türkiye'deki Sefarad ağırlıklı cemaatin coğrafyada çok daha köklü sayılan yerli Yahudilerinkini dışladığı gibi.
Kendilerine yönelik olarak bilhassa polis tarafından uygulanan ayrımcılık, beyazların çoğunlukta olduğu bir memlekette siyah bir çocuk olarak büyümenin travmaları ve gittikçe gerilen coğrafyada maruz kaldıkları sert muamele, Etiyopya kökenli Yahudileri devletin düşmanı sayılan Filistinlilerle özdeşleşmeye kadar itebiliyor. Oysa Türkiye'deki azınlıkların da oldum olası ifade etmekten geri durmadıkları şekilde, onlar da memleketin ordusunda asker olarak hizmet vermiş, fakat bir türlü kimselere yaranamamışlardır.
Kimliğini ve değerlerini korumak şart
Dindar bir ailede büyümemiş olsa da yönetmen Raphael Bondy çocukluğunda kendini toplum içinde daima farklı hissettiğinden bir şekilde Yahudiliğe yakın bulurmuş. Avrupa'da yükselen faşizmle bağlantılı olarak, son yıllarda özellikle Yahudilere karşı ırkçılık artınca Bondy İsrail'de, Fransa'dan kaçarcasına göç etmekte olan dindaşları hakkında bir film çekmeye niyetlenmiş. Fakat 2015'te ülkeye gelmesiyle daha önce hiç bilmediği bir manzarayla karşı karşıya kalmış. Yıllardan beri toplumun en alt sınıfını oluşturur hale getirilmiş Etiyopya kökenli Yahudilerin protestolarına ve güvenlik kuvvetleri tarafından acımasızca hırpalanmalarına şahit olmuş. ABD'de siyahlara karşı benzer dinamiklerin bir türlü değişmemesi ve mevzunun Black-Lives-Matters hareketiyle gündemin tam ortasına oturması, İsrail'deki siyah Yahudileri de ayaklandırmış, insan haklarını daima savunan muhalif İsrail'lilerle güçlerini birleştirerek büyük çaplı protesto yürüyüşleri yapmaya cesaretlendirmiş.
Önyargı, ayrımcılık hatta nefretle karşı karşıya kalmış, örselenmiş, baskı görmüş ama yine de direnmiş ve kimliğini bulabilmek için mücadele etmiş siyah Yahudileri, Raphael Bondy filmine konu edinerek mazide soykırıma tabi tutulmuş dindaşlarını adeta uyarıyor. Sınıf farklarının iyice belirginleştiği, bir polis devleti haline gelmiş İsrail'in bu şekilde devam etmemesi gerektiğini adabıyla ifade ediyor.
Ülkeye bir türlü ait hissedememek duygusu, kendini çoğunluğun temsilcisi olarak gören iktidarların tüm dünyadaki azınlıklara, farklı olanlara, ötekileştirilenlere reva gördüğü bir dinamik olsa da, vatandaşlık görevini en iyi şekilde yerine getirmeye çalışanlar haklı olduklarını ve eşit muamele görmeleri gerektiğini kesinlikle bilirler, insanca yaşamanın mücadelesini de sonuna kadar verirler. (MT/DB)