Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 4 Haziran 2009'da Anadolu Ajansının haberine göre bir "Yeni Yatırımları Teşvik ve İstihdam Paketi" açıklamıştı. Dördüncü bölgede "Yeni yatırımlardan elde edilecek kârdan" yüzde 20 yerine yüzde 2 oranında kurumlar vergisi ödenecekti.
"Dördüncü Bölge", Malatya, Elazığ, Bingöl, Tunceli, Erzurum, Erzincan, Şanlıurfa, Diyarbakır, Mardin, Batman, Şırnak, Siirt, Ağrı, Kars, Iğdır, Ardahan, Van, Muş, Bitlis ve Hakkâri'yi, yani BDP Batman milletvekili Bengi Yıldız'ın Taraf'taki kıyametler kopartan söyleşisinde "Kürdistan" diye gruplandırdığı illeri kapsıyor. Batıdaki Bayburt, Kastamonu, Çankırı, Sinop ile Bozcaada ve Gökçeada da bu bölgeye dahil edilmiş.
Dördüncü bölge
Kamu maliyesi "paket" ile "dördüncü bölge"de vergi toplamaktan vazgeçmekle kalmıyor, "yatırım yapanlar sağladıkları yeni istihdam için SSK işveren primini dördüncü bölgede 7 yıl boyunca ödemiyor," ve "[yatırımcıların] kullandıkları TL kredi faizinin [...] 5 puanını Hazinemiz karşılıyor."
Erdoğan "paket"i Kürt Sorunu ile de ilişkilendirdi: "[...] yatırımcı, girişimci oraya gitmiyor, niye gitmiyor, orada işte terör var. O terör endişesinden dolayı gitmiyor. Acaba ben burada fabrikayı kurarsam, fabrikam bombalanır mı? [...]"
Başbakan sermayenin güvenlik gerekçesiyle yatırım yapmadığı hizmet alanlarını da kamunun dolduracağını müjdeledi: "Bakın bu yeni istihdamda parçalı istihdam geliyor, kısmi istihdam geliyor." "Bu işin kaynağı"nı soracak olanlara çok açık ve çok kısa bir yanıt veriyor: "Tamamen işsizlik fonu!"
İnsanın hakikaten sorası geliyor: "Vergi vermeyeceğim, merkezi yönetim bana ayrıca destek verecek'. Yağmacı Hasan'ın böreği nerede böyle ya? O zaman adil devlet nerede olacak?" (Kaynak: Akşam gazetesi)
Ancak bu gecikmiş sorunun sahibi gene aynı Tayyip Erdoğan, itirazının hedefi Türkiye'nin hali hazır vergi düzenini "Demokratik Özerklik" perspektifi içinden eleştiren BDP Batman Milletvekili Bengi Yıldız olunca, devlet katından yükseltilen bu ve benzeri babalanmalar ağır bir iç bulantısına yol açıyor. Başka koşullarda olsa insanı acı bir gülümsemeye sevk edebilecek bu apaçık tutarsızlık, ne dediğini bilmezlik, içinden geçtiğimiz şiddet ve hoşgörüsüzlük sarmalı içinde Kürt Özgürlük mücadelesine saldırmak için gerekçe arayanlara, ne kadar irrasyonel de olsa bir gerekçe gibi görünüyor. Değilse bunca akıl fikir sahibi papağan gibi aynı lafı tekrarlar mı?
Bengi Yıldız aslında ne dedi?
Tartışmanın kaynağında Demokratik Toplum Kongresi'nin 14 Temmuz'da ilan ettiği "Demokratik Özerklik" üzerine Taraf muhabiri Neşe Düzel'in Bengi Yıldız ile yaptığı söyleşi var. Düzel soruyor:
"Demokratik özerkliğin olduğu iller devletten yardım alacak mı yoksa tamamıyla kendi yağıyla mı kavrulacak?
"[...] Formülasyonu şu... Kendi yerelinde topladığı vergiler, şüphesiz oranın kalkınmasında ve Türkiye'nin diğer bölgeleriyle arasındaki makasın kapanmasında yeterli olmaz. Merkezin, pozitif ayırımcılık uygulayarak orayı desteklemesi gerekir. Yani Ankara'ya vergi vermemesi ama devletten yardım alması lazım. Geri kalmış yörelerin hepsi için bu böyle olmalıdır. Çünkü bu bölgeler yıllardır ihmal edildi. Devlet Ege'ye, Marmara'ya yatırım yaptı."
"Demokratik Özerklik" maliyesini tartışmak bir yana kalsın. Ama doğrusunu isterseniz konu sırf kamu gelirleriyse Bengi Yıldız'ın "Demokratik Özerklik" bölgesi için öngördüğü mutasavver "vergi düzeni" hazineden Tayyip Erdoğan'ın "paket"inin götürdüğünden fazlasını götürmüyor.
"Yeni Yatırımları Teşvik ve İstihdam Paketi" kapsamında sermaye sahiplerinin dördüncü bölgede ödedikleri vergi neredeyse "sıfır" iken; üstelik kredi faizlerini ve sosyal sigorta işveren payını bizler ödüyorken; yeni "kısmi istihdam"ın maliyeti ise doğrudan doğruya işçilerin gelirlerinden yapılan kesintilerden sağlanan işsizlik fonundan karşılanıyorken Başbakan "kimseye bir ayrımcılık bu ülkede yapılamaz. 'Vergi vermeyeceğim, merkezi yönetim bana ayrıca destek verecek'. Yağmacı Hasan'ın böreği nerede böyle ya?" diye babalanmakta haklı sayılabilir mi?
AKP iktidarının ve yandaşı yorumcuların "Demokratik Özerklik" bahsinde koparttıkları büyük gürültünün muhtemel "vergi ziyaı", "haksızlık", "ayrımcılık" la uzak yakın bir ilgisinin olmadığını da; "Özerklik ilanı"nın 13 er ve 2 gerillanın hayatını kaybettiği Silvan çatışmasıyla aynı güne denk gelmesinin onlar için ayrı bir elem kaynağı sayılmayacağını da anlamak için çok feraset gerekmez. Hatta bu kadar yüksek insani kayıplara yol açan "askeri basiretsizliğin", tasarlanmış olduğunu düşünmek için çok fazla neden var.
Artan çatışma ve kayıplar iktidarın bir yandan Öcalan'la görüşürken öte yandan alanda silahlı mücadeleyi dayatmasıyla bağlantılı.
Asıl dert
12 Haziran seçimlerinden "tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet" şiarıyla çıkan AKP iktidarının asıl derdi, eninde sonunda varılacak bir çözüm için masaya oturmadan önce Kürt Özgürlük mücadelesini şiddetle test etmek, sökebildiği kadar dişini sökmek, siyasi merkezini zaafa uğratmak ve itibarsızlaştırmak -hatta Sri Lanka usulü bir "nihai çözüm"ün imkânlarını araştırmak-; ittifaklarını dağıtmak için mümkün bütün yolları kullanmak ve süreçteki sivil kurumlar ve medya üzerindeki kontrol kadar "ayaklanma bastırma" mekanizmalarının tamamı üzerinde de tekel kurmak. Böylece eninde sonunda mecbur kalınacak iktidar paylaşımında masaya Kürtlerin temsilcileri olarak özgürlük hareketini değil, doğrudan doğruya yerel sermaye kesimlerini ve onların ideologlarını davet etmeyi meşrulaştıracak düzenlemelere zemin yaratmak. Hedefler bunlar.
Zaman gazetesi başyazarı Hüseyin Gülerce Başbakanı tekrar ederek "14 Temmuz bir kırılma noktası" derken bu iki cephede yapılacakların listesini ve gerekçesini çok açıkça ifade ediyor:
"Yeni Türkiye, terörün belini bu defa kıracak. Bu defa yetki, sorumluluk, inisiyatif sivil hükümette olacak. Gulyabaniler, çeteler, karanlık odaklar kontrolünü kaybedecek. Terörle ilk defa, "Büyük Türkiye"ye yaraşır bir mücadele verilecek. Devletin gücünü zaafa uğratanlar devre dışı kalınca, sivil iradenin kontrolündeki polisin, jandarmanın, özel askerî birliklerin ahenkli çalışmalarıyla neler yapılacağını dost düşman herkes görecek...
"PKK, KCK, BDP, Kandil hepsi, 14 Temmuz'da ilan ettikleri "demokratik özerklik"in kendi kendilerine gelin güvey olmaktan öte hiçbir anlamının olmadığını görecekler... Çünkü Kürt sorunu, ırkçı-despot zihniyetlerin dayatmasıyla değil, ferdin hürriyetleri, insanı öne çıkaran özgürlük anlayışı ile çözülecek."
Gülerce'nin kavramsallaştırmasında "ırkçı-despot zihniyet"in PKK, DTK ve BDP'yi, "ferdin hürriyetleri"nin "dördüncü bölge"nin yerel sermaye gruplarını, "insanı öne çıkaran özgürlük anlayışı"nın ise Fettullah Gülen'in görüşlerini kodladığını açıklamaya gerek var mı?
Bu yönelişin başarısı, büyük ölçüde toplumun "iç çatışma" korkusuyla emek eksenli, demokratik ve sosyal bir cumhuriyet arayışından caydırılıp caydırılamayacağına bağlı. "AKP muhipleri"nin ırkçı çapulculara "anlayış" dilenmeleri, polis özel harekât birliklerine "barış gönüllüsü" muamelesi yapmaları, hep birlikte bir yalan ve iftira korosu oluşturarak Emek, Demokrasi Özgürlük Bloku'nun politikalarına kara çalmaları, BDP milletvekillerini itibarsızlaştırma girişimleri, hepsi, bu master planın parçaları.
Kürt Sorunu'na demokratik ve barışçı bir çözüm arayanlar, her şeyden önce bu planın parçalarını bir "puzzle"ı çözercesine politik sürecin içinde keşfedip barış denkleminden dışlamakla ve etkin bir demokratik ittifak zemini kurmakla yükümlü. (EK)
(Bu makale Radikal 2'de yayınlanmıştır.)