Kuramsal olarak, su, elektrik, doğalgaz vb. yaşamsal gereksinim kaynaklarının toplumsal şebekelerle yönetilmesi hem daha ekonomik hem de daha ussaldır. Bu şebekeler büyük başlangıç yatırımı gerektirmekle birlikte yerel yönetimlere taze ve nakit para sağlayan para makineleridir.
Dar görüşlülük
Çoğu dar görüşlü ama çok hırslı yerel yönetici bu gelirin tamamının kullanılabilir gelir olduğu fikrine kapılır. Yenileme yatırımlarını ve kapasite planlamasını göz ardı eder ve kısa sürede tehlike çanları çalmaya başlar.
Başkent Ankara'da bugün yaşanan trajikomik susuzluk da bu tipik dar görüşlülük-aç gözlülük-popülizm üçgeni içinde devinen taşra politikacılığının bir dev yapımı! İstanbul için henüz bu düzeyde bir tehlike olmadığı iddia edilse de ben geleneksel kötümserliğimle musluktan akan suya, neden hala kesilmedi hayretiyle bakmaktayım.
Sayın editörümüzle "ne yazmalı" muhabbetinde, "Türk Hava Yolları grev sürecindeki lokavt kararının ne denli uygulanabilir olduğu"nu tartışmaktan "bu mortgage neyin nesidir"e dek geniş bir spektrum içinde düşündük ama bu konu bana daha güncel ve çekici geldi.
İstanbul Su ve Kanalizasyon İdaresi (İSKİ) istatistiklerine bakılırsa İstanbul ayda ortalama iki milyon metreküp su tüketiyor. Su faturanıza bakıp bu miktarın ne kadarını hanenizde tükettiğinizi görebilirsiniz. 10 Ağustos 2007 itibariyle kent su kaynaklarının doluluk oranı ise yüzde 25.
Bu oranda bir doluluk, kaynak yenilenmesi olmaması halinde kaç gün yeter sorusu çok açık cevaplanmamakla birlikte en çok iki ay gibi görünüyor. Su kaynaklarına deniz suyu basarak kullanılabilir tatlı suyun seviyesini yükseltme işlemi bile yapıldığı söyleniyor. Bu da başlı başına bir tehlike işareti.
İki eğilim
Böyle dönemlerde çeşitli eğilimler gözlemek olası. Birinci eğilim, "gemisini kurtaran kaptandır" özdeyişine uyup evlerinde su biriktirmeye çalışma eğilimidir. Özellikle kalabalık ve çok çocuklu aile reisleri susuzluğun haneleri için nasıl bir felaket olacağını bildiklerinden bu yolla felaketi en aza indirmeye çalışırlar.
İkinci eğilim, toplumsal bir dayanışma gösterip "yağmur duası"na çıkmaktır. İslam dininin de cevaz verdiği söylenen bu toplu edim, Tanrıya halen bizden sorumlu olduğunu nazik biçimde hatırlatma amacına yönelik olup zaman zaman başarılı da olmaktadır.
Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) de "yağmur duası" ritüelinin Amerikan yerlileri/Kızılderililer zamanından beri varolduğunu anımsıyorum. Bir eski tiyatro oyunu vardı. Yağmurcu (Rainmaker) oyunun sonunda hem yağmuru yağdırıyor hem de kadın kahramanın gönlünü çalmayı başarıyordu. Daha sonraları bu "yağmurcu" deyimi, şirketlerine çok para kazandıran başarılı satıcılar için söylenir oldu.
Sıkıntılı dönemlerde bu "yağmurcu"lara her ortamda rastlanıyor. Hatta "sol" siyasette bile. Suyun yüz derecede kaynadığını bildiği halde 32 derece Ağustos sıcağını kaynama noktası sanıp "haydi bre arkadaşlar su kaynadı, değişimin tam zamanıdır şimdi" gibi mesajlarla bir yağmur yağdırma çabasına girenler yok mu?
İki cevap
"Ne zararı var?" diyeceksiniz? İki cevabım var: hem inandırıcı değil hem de geçmiş mücadele süreçlerinin ve yöntemlerinin üzerine bir kalın çizgi çekip belleksiz bir "sol" yaratma merakının ne tarihsel, ne toplumsal, ne örgütsel bir dayanağı olamayacağını düşünüyorum.
Geçmişine eleştirel bir gözle bakıp hataları tekrarlamamaya, küçük cemaatçilikten vazgeçmeye, değişen dünya koşullarına uygun doğru değerlendirmelerle kitlelerin acil taleplerini doğru belirlemeye kuşkusuz "evet!";
"Bugün doğduk, ileriye bakalım!", "Geçmiş bizi bağlamaz" diye emeklilik programları yapan, olaylara dayanan ve onların ardından koşan "protest/kampanya" türü bir mücadele anlayışını temel mücadele anlayışı olarak benimseyen düşünce tarzına ise "hayır"! demeliyiz.(AE/EÜ)