Evvela çevre ve dünya insana yabancıydı. İnsan, ancak barındığı cangılı ve birkaç kilometrelik alanı biliyor ve tanıyordu. Yüz kilometre ötede bir gölün, gölün ötesinde bir dağın, dağın ötesinde bir okyanusun ve çok çok ötelerde başka kıtaların da var olduğunu bilmiyordu.
Cangıldakilerin dışında başka yerlerde kendisine benzer varlıkların yaşadığını bilmiyordu.
Bütün dünya, yaşadığı cangıldan ibaretti. Cangılın sonu dünyanın sonuydu.
Zamanla çevresini tanımaya başladı. Elli kilometre öteyi, yüz kilometre öteyi, bin kilometre öteyi gördü ve tanımaya başladı… ta ki tüm dünyayı tanıyıncaya ve uzayı tanıma sürecine girinceye kadar.
Tanıma süreci içerisinde kendisinde çok şey değişti ve gelişti. Nice buluşlar buldu, nice eserler yarattı, nice uygarlıklar kurdu.
Ama değişip geliştikçe kendine yabancılaştı.
Kendine yabancılaşmanın türlü halleri vardır. Her bir halin dayandığı bir mantık vardır! Ama iki hal var ki üzerinde durmaya değer.
Biri, yabancılaşmanın aşma halidir ki bu hal yabancılaşma insanın varoluşuyla birlikte başlamıştır.
Yabancılaşmanın aşma hali, bir gelişme halidir. İnsan, tecrübe edinip öğrendikçe değişim dönüşüme uğramış, kendini yenilemiş ve gelişmiştir. Buradaki her yeni hal, bir kendini aşma ve eskiye yabancılaşma halidir. Yabancılaşmanın bu hali, diyalektiksel gelişmenin bir neticesidir ve kaçınılmazdır.
Nitekim tarih de böyle devinir. Hegel’in “İnsan tarihi aynı zamanda yabancılaşmasının tarihidir” ifadesi bu hususta referans kabul edilebilir.
Diğeri, yabancılaşmanın büzüşme halidir ki bu hal yabancılaşma yaklaşık beş bin yıl önce sınıflı toplumun kurumlaşmasıyla birlikte insana bulaştı.
Yabancılaşmanın büzüşme hali, yabancılaşmanın aşma halinin aksine bir gerileme halidir. İnsanın hiyerarşi, güç ve iktidar karşısında büzüşmesi, deforme olması ve tanınmaz hale gelmesidir.
İnsan, hiyerarşi ve iktidarın kurumlaşmasına paralel bir biçimde kendine yabancılaşmaya başladı. Bunun sonucunda insan, şeyleşti; onun yerine işlevler, roller ve statüler yerleşti.
Bu bakımdan insan hiçleşti ve anlam işlevlere, rollere ve statülere kaydı. İnsanın tüm bunları özümsemesi ve içselleştirmesi ise, onu kendine yabancılaştırdı.
Yabancılaşmanın aşma hali, insanın var oluşuyla birlikte var oldu ve ancak insanın yok oluşuyla birlikte yok olabilir. Yabancılaşmanın büzüşme hali ise, hiyerarşik iktidarcı sistemlerin kurumlaşmasıyla birlikte var oldu ve ancak hiyerarşik – iktidarcı sistemlerin yok oluşuyla ortadan kalkabilir.
* * *
Tek tiplilik tipsizliktir
Katı inanç ve ideolojiler tek tip, tek renk ve tek ses insan yaratmak isterler. Bu, onların karakteristik özelliklerindendir.
Yaratmak istedikleri insan tipini idealize eder ve bunu tüm insanlığa model olarak sunarlar.
İddialarında dürüst ve samimi de olabilirler.
Oysa;
Tek tiplilik tipsizliktir.
Tek renklilik renksizliktir.
Tek seslilik sessizliktir.
Zira her şey ancak karşıtlarıyla anlam kazanır ve kimlik bulur. (AB/APK)