Bu haftanın oyunu Siyah, Beyaz ve Renkli’den Yuva.
Toy İstanbul’da sahnelenen oyunu Özge Korkmaz yazmış, Çağrı Şensoy yönetmiş, İmer Özgün ve Tuğçe Yolcu da oynamışlar.
Oyun boyunca iki kız kardeşin kapısı olmayan, kapak dedikleri tek pencereli evlerinde, dışardan gelecek her türlü bilinmeze kapalı, ölen babalarının denetiminde tamamen tecrit edilmiş hayatından bir bölüm izleriz.
Yabancı korkusu
Ölen babalarının evdeki varlığı hem bedensel hem de kuralsal olarak dururken günlerini her gün neredeyse aynı ritüeli yaşayarak geçirirler. Sabah kalkıp önce birbirlerini kontrol ederler, ardından yüzlerini ellerini elbiselerini temizleyip babalarına günaydın derler. Hemen ardından da babalarının onlar için hazırladıkları kuralları anlattığı videoyu izlerler.
Babaları onları kiraz tanelerim diye seslenir ve kuralları anlatır: “Her gün düzgün giyinmeli, elleri, yüzleri ve özellikle tırnakları temiz tutmalı, görünmeyen ve duyulmayana karşı dikkatli olmalıyız. Kötü bakan göz acıtana dek ovulmalı, kötü söz söyleyen dilini sabunlanmalı, kötü davranana iğne batmalı, cezalar sadece yapana değil, göz yumana da uygulanmalıdır. Baba uyurken uyandırılmamalı. Kötülük dışarda kapattığımız yerde kalmalı.” Ne içerden dışarı, ne dışardan içeri.
Oyunun temel unsuru zenofobi, yabancı düşmanlığı, korkusu. Hikaye dünyada ve Türkiye’de de giderek artan bu korkunun üzerine inşa edilmiş. Bilinmeyene duyulan korku baba yani ailenin başı-iktidarı tarafından tamamen tecrit etmeye gidecek kadar büyütülmüş. Bilinmeyen ve görünmeyen hiç sorgulanmadan uzak tutulması gerekenlerin başına yerleştirilmiş.
Büyük kız kurallara uyarken, bir yanı dışarıyı merak etmeye, sorgulamaya başlar. Küçük kız ise varolan düzenin değişmesini asla istemez, kurallar için yaşar ve dışarıya dair her şeyi reddetmekte hiç tereddüt etmez.
Bu durum ne kadar sürebilir? Ne kadar dış dünya ile temassız yaşanabilir?
Sihirli fasulyeye tırmanmalı mı?
Hikaye içinde ablanın kız kardeşe anlattığı masallar bir yandan dışarıya dair bir çıkış oluştururken, diğer yandan da çıkışı engelleyenler arasında yerini alıyor. Sihirli fasulye masalını, merakla beraber korkutucu bilinmeyene doğru bir kaçış olarak, oyunun sabit bileşeni olduğunu görüyoruz. Büyük kız hep sihirli fasulye masalını anlatmak isterken, küçük kız o masaldan hoşlanmaz. Buradan da fasulye ağacına tırmanıp başka bir diyara giden Jack ile ne kadar benzerliklerinin olmasını isteyip istemediklerini görürüz. Abla yetiştirmeye çalıştığı fasulye ağacının büyümesini hep bekler. Masallar bildiğimiz masallar olmaktan çıkar.
Hikayenin diğer temel meselesi de klasik yuva-aile kavramının ne kadar kısıtlayıcı, zorlayıcı olabildiğini göstermek. Ailenin otorite ile ilk imtihanımız ve hayatımızı şekillendiren yer olduğundan hareketle, bu ilişkinin nelere yol açabileceğini görüyoruz. Baba ölmüş bile olsa yarattığı kurallar, kardeşlerin davranışlarında karşılık bulmaya devam ediyor.
Karanlık suların gerçekliği
Zenofobi, ailenin birey üzerindeki baskısı, masalların sadece masal olmadığı; sonuç olarak Yuva size çiçek bahçesi sunmuyor. Bu ara ara gülüp, sonra hüzünlendiğiniz oyunlardan değil. Karanlık sularda yüzerken aydınlığı bulmak hiç kolay değil. Sert, acıtıcı, mutlu sonların çok fazla olmadığı hayatın, yansıması da aynı şekilde sert ve karanlık olmuş. Gerçek hayatın çok daha aydınlık olmasından başka dileğimiz olamaz.
Çağrı Şensoy’un etkileyici yönetiminde, İmer Özgün ve Tuğçe Yolcu tecrit edilmiş, histerik ve korku içindeki kız kardeşleri çok başarılı şekilde oynamışlar. Ablada İmer Özgün, bilinmeyene olan korkuyu da, merakı da, bunun bileşiminin yarattığı çelişkiyi de; küçük kardeşte Tuğçe Yolcu var olan düzeni koruma, değişime karşı çıkma ısrarında ve kendinden şüpheye düşmenin endişesinde gerçekçi bir oyun sergiliyorlar.
Yuva çok yeni bir oyun, yani izlemek için hala vaktiniz var.
2017 yılının barış, mutluluk ve sanat dolu geçmesi dileğiyle... (BY/YY)