Bu açılım sürecinde bir tuhaflık var. "Hükümet ortaya bir laf attı, içi boş çıktı" deyip sıyrılmak gibi bir kastımız yok tabii. Bizim gerçekten bir demokratikleşme sorunumuz mu var, yoksa daha başka mı derdimiz?
Biz, yani bu ülkenin insanları, nelerden mağduruz? Adalet karşısındaki müzmin eşitsizlikten mağduruz. Kürt mağdur, solcu mağdur, yoksul mağdur, sıradan vatandaş mağdur. Sağlık hizmetlerinde adaletsizlik var. Zenginle yoksulun sağlığının kıymeti farklı. Eğitim hizmetlerinde adaletsizlik var. Toplumdaki her alt sosyo ekonomik tabandan gelen çocuklar, eğitim hizmetlerinden daha kötü şartlarda yararlanıyor. Esnaf mağdur, öğrenci mağdur. Kadınlara ve eşcinsellere karşı uygulanan cinsiyet ayrımcılığı, çocuklara vurulan "terörist" damgası, Alevilerin üvey evlat sayılması. İşte toplumun mağduriyetleri. Fazlası var, eksiği yok.
"Demokrasi açılımı" sözü ortaya atıldığından beri, Kürt sorunu, Ermeni sorunu ve darbecilik sorunu tartışılıyor. Bu meselelere çözüm bulunması gerektiği ifade ediliyor. Doğru, meselelerimiz bunlar. Bu sorunların nedenleri de yukarıdaki ve benzeri mağduriyetler, hakkaniyetsizlik, adaletsizlik. Biz aylardır yöntem konuşuyoruz. Demokrasi olsun, nasıl olsun, açılım yapalım ama nasıl yapalım?
Devletin hükümetinin başı, yani başbakan, devletten kaynaklanan bir dizi sorunun çözülmesi için kamuoyundan, partilerden öneri istiyor. "Bu hükümet değil, devlet politikası" diyor. Öyleyse önce devlet çıkacak, ettiği ve pişman olduğu yanlışları, vatandaşlarına itiraf edecek. Darbe girişimini suç olarak gördüğü için soruşturma yürütenler, sadece girişimleri değil, vuku bulmuş olanlarını da yargılayacaklar.
"Kürt olduğu için kendi vatandaşıma eziyet ettim" diyecek, Diyarbakır Cezaevi'ni, Güneydoğu'nun dağlarını, o dağlarda derinden derine dönen dolapları anlatacak. Bizim vatandaş olarak hiç bilmediğimiz, bu yapı sürdüğü sürece de bilemeyeceğimiz, bize edilenleri çıkıp itiraf edecek. "Pişmanım bunları yaptığım için ey vatandaşım" diyecek. Zulmettiklerine itibarını geri verecek. Sadece Kürtlere değil, Tuzla'daki işçisine de, elinde ürünüyle ortada kalan köylüsüne de, parasızlıktan okuyamayan gencine de itibarını iade edecek. "Ben ettim, gayrı siz etmeyin" diyecek. Devletin işlerini yürütenlerin başı, yani başbakan, önce devletin ettiklerini diyecek.
Ama iş sadece Güneydoğu'da terör bitsin, Ermenistan'la sorun kalmasın, enerji hatları, NATO üsleri güvenli bir hat içinde kalsın diye, herkesin elindeki avucundaki neyse ortaya atacağı ve toplumun bir kısmına ayrıcalıklar tanınıp, bu kesimlerin sesini kesmesini sağlayacağı bir hâle gelmekse, biz daha çok bekleriz. Üstelik demokrasi denen "yöntemin", yukarıda belirttiğimiz talepleri sağlayacağını nereden biliyoruz? Haksızlığa, adaletsizliğe, otoriteryan ve organize zulümlere son verme ihtimali olan bir "yöntem" demokrasi. En azından öyle olduğu varsayılıyor.
Oysa Ortadoğu'ya barış getireceğini söyleyen Bush ve Cumhuriyetçiler de A.B.D. kamuoyunun ortak beklentilerinin, yani demokratik usullerin neticesiydi. Putin'in gelişi de demokratik talepti, Almanya'da Merkel'in gelişi de. Sarkozy'yi getiren, demokratların en yücesi Blair'ı getiren, o çok önemsediğimiz, bizde olmasını istediğimiz "Batı demokrasisi" değil mi? Hatta, Hitler Almanyası'nı doğuran da demokratik ortam değil miydi?
Deriz ya hep: "Tamam ama gerçek demokrasi olsa böyle olmaz." Ya demokrasi dediğimiz şey gerçekten böyle bir şeyse. Önce darbe yapan, sonra darbe girişimini yargılayan adaletin zeminiyse demokrasi ne olacak? Önce ülke sınırlarındaki bir etnik gruba karşı tavır alan, sonra da açılım getiriyoruz diye bu insanların ağzına bal çalansa demokrasi. Sadece Kürtler değil cezaevlerinde o ağır zulümlerden geçen. 18 yaşında okumak için girdiği üniversitede, memleketine karşı kendinde aydın sorumluluğu gören solcu da "hayata dönüş operasyonlarından", "tecritlerden" geçti. Onlara da bir açılım gerekmez mi o hâlde? Sadece cinsiyetinden dolayı ya da dini olmadığı için ya da sadece bir sima benzerliğinden dolayı ölümün kollarına bırakıverilenlere... Onlara da bir açılım gerekmez mi?
Demokrasi sadece boru hatları için mi lazım, yoksa derinlerde bir oyuncu değişikliği var da onun yerüstündeki sarsıntılarını mı görüyoruz? Eğer derdimiz yöntem değil, meselelerin kendisiyse, tek yol liberal demokrasiden mi geçiyor? Başka bir dünyanın mümkünü yok mu?(OY/EÜ)