Karanlık gece değil
beni korkutan
bir adamın gölgesi
ürkütüyor [1]
Bianet'in çetelesine göre sadece Kasım'da erkekler, 19 kadını öldürdü, 20 kadını yaraladı, 10 kadına tecavüz etti, 12 kadını taciz etti ve altı çocuğu istismar etti. Kadın örgütleri bu şiddete dikkat çekmek ve bir şeyler yapılmasını sağlamak için birçok alanda, yılmadan mücadele ediyorlar.
Hukuk alanında feministlerin yıllar süren mücadelesinin ve 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun'un uygulanmasında yaşanan sorunların bir sonucu olarak şiddetle mücadeleye yönelik yeni bir yasa hazırlanıyor. 222 kadın örgütü de kendi yasa taslaklarını, yeni adıyla Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına sundular fakat yeni yasanın kadın örgütlerinin taleplerinin ne kadarını karşılayacağını söylemek için henüz erken.
Hukuki alandaki mücadele dışında çeşitli kadın örgütleri ve çok yetersiz olsa da devlet kurumları sığınma evleri ve danışma/dayanışma merkezleri kurarak ve buna benzer farklı etkinliklerle kadına yönelik şiddetle mücadeleye katkı sunuyorlar. Bu çalışmaların büyük çoğunluğu şiddet sonrasında ne yapılabileceğine ilişkin fakat bunun kadar önemli olan bir başka nokta, kadınların şiddete uğramaması için ya da şiddete uğradığı anda neler yapılabileceği.
Elbette feminist mücadele doğrudan toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadınların özgürlüğü için mücadele vererek kadınların şiddete uğradığı bir düzeni değiştirmek ve kadınlara yönelik şiddeti durdurmak için uğraşıyor. Şiddet anında yapılabileceklerse ani çözümler gerektiriyor.
Bugünlerde gündemde olan Şefkat-Der'in "can güvenliği tehdit altında olan kadınlar için; devlet korumuyorsa, canınızı kurtarmak için kendi başınızın çaresine bakın kılavuzu" şiddete anında müdahale için çeşitli öneriler getiriyor. Radikal'in talihsiz bir kapak fotoğrafıyla ve "şiddetin ne hoş ne güzel şefkatin" başlığıyla haberleştirdiği bu kılavuz iyi niyetli görünmesine karşın, önemli sorunlar içeriyor.
Derneğin erkek genel başkanı Hayrettin Bulan'ın "kadınlara ücretsiz silah kullanma eğitimi verip acil durumlarda kendilerini korumaları için ücretsiz, vergisiz, ruhsatlı silah verilmesi ve savunma sporlarının öğretilmesi" talebi ise bir hayli kafa bulandırıcı. Bu yazıda kılavuzdan yola çıkarak, şiddet karşısında neler yapabileceğimizi, feministlerin dünyanın farklı ülkelerinde biriktirdikleri deneyimlerden hareketle tartışmaya çalışacağız.
Bunun için ilk olarak kadınların şiddete karşı koyarken yaşadıkları sorunların toplumsallaşma süreçleriyle ilişkisini tartışmayı istedik. İkinci aşamada ise bu süreçte oluşan toplumsal cinsiyet ön kabülleriyle mücadele için nasıl yöntemler geliştirilebileceğini feministlerin bıraktıkları ayak izlerini takip ederek inceledik. Bu yöntemlerden biri olan ve kadının şiddetle mücadelede güçlenmesini amaçlayan Wendo ise yazıda ana hatlarıyla açıklamaya çalıştığımız bir başka nokta.
Şiddetle mücadele etmek
Öncelikle şunu, altını çizerek ortaya koymamız gerekiyor; kadına yönelik şiddet, diğer şiddet türlerinden farklıdır ve bu yüzden bu şiddetle farklı biçimlerde mücadele edilmesi gerekir. Bu dikkate alınmadan atılacak adımların etkili olma ihtimali zayıfken, Şefkat-der'in yukarıda belirtilen önerisi gibi olanlarınsa, yeni şiddet olaylarına kapı aralaması kuvvetle muhtemeldir. Kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyete dayalı iktidar ilişkileri içinde, iktidara sahip olan erkeklerin, kadınlara uyguladığı şiddettir: Bu şiddetin altında "bireysel" husumet ya da "aile" sorunları değil, erkeğin, iktidarını kadına kabul ettirme niyeti yatar.
Bu noktadan yola çıkarak, kadına yönelik şiddetin bir boyutu olan, kadınların erkek şiddetiyle başetmekte yaşadıkları sorunların nedenleri üzerine bir kez daha birlikte düşünelim. Ataerkil ideoloji kadınlar ve erkekler arasındaki farkları hiyerarşik bir sıradaymışçasına sunar ve bunu biyolojiye dayandırarak doğallaştırır ve meşrulaştırılır.
Kadınlar tüm sosyalizasyon süreçleri içinde, çocukluklarından itibaren erkeklerden güçsüz oldukları fikriyle büyütülür. Sokakta ve evde erkek çocuk diğer çocuklarla etkileşim içinde hem fiziksel gücünü nasıl uygulayacağını hem de kendini nasıl koruyacağını öğrenirken, narin ve hassas olması gerektiği öğretilen kız çocukları şiddete susarak ve geçmesini bekleyerek katlanmayı, kaçmayı öğrenir. Erkek çocukları futbol sahalarında mücadele ederken, arkadaşlarıyla boğuşurken, kız çocuklarına üstünü başını kirletmeyen cici kız olması, onu erkekleştirecek mekanlar ve etkinlikler olarak sokaktan ve fiziksel aktiviteden uzak durmaları öğütlenir [2].
"Ruhum kadın"
Donna Leon'un "Ölümcül Çareler" adlı polisiye romanında Paula kocasına neden erkeklerin güçlü göründüğünü ve neden kadınların güç karşısında yaşadıkları korkuyu anlamakta zorlanacaklarını şöyle anlatır: "...Çünkü hayal etmeyi ne kadar denersen dene, yaptığın hayal gücünü zorlamaktan öteye gidemez. Bu senin başına gelemez, Guido" der ve bunun nedenini açıklar: "çocukluğundan itibaren şiddetin çeşitli türlerine alışıyorsun: Futbol, diğer çocuklarla boğuşma...ancak bu bizler için, kadınlar için farklı. Biz hayatımızı şiddetten korkarak, kaçınarak geçiriyoruz"
Evet korkmak ve günlük yaşantımızı buna göre düzenlemek biz kadınların gerçeği. Belki farkına bile varmıyoruz, düşünmüyoruz akşamüstü erkeklerle dolu bir kaldırımı onlara bırakıp, yoldan yürümeyi tercih ederken ya da "acaba çorbanın tuzu bu sefer tutmuş mudur?" diye endişelenirken. Bize öğretilen güçsüz olduğumuz hissi ve bu hissi besleyen her an, şiddetin bir türüne maruz kalabilecek ve bundan da çok büyük bir ihtimalle kendisi sorumlu tutulacak bir cinsiyet grubuna ait olduğumuz bilgisi.
Bu üzerinde durulmayı hak eden bir mesele. Sahi biz gerçekten güçsüz müyüz? Yapabileceklerimizin sınırları neler? Bu sorulara cevap olabilecek ve bedenimizin sınırları yüzünden güçsüz olduğumuza ilişkin ön yargıları kendi başına kırabilecek bir haber yer aldı Radikal'de geçtiğimiz aylarda.
Haber, kocası tarafından şiddete uğrayan "Türkiye vücut geliştirme şampiyonu" Işıl Okan'la Ezgi Başaran'ın gerçekleştirdiği röportaja dayanıyordu. Gazetenin kapağında gözü morarmış fotoğrafıyla yer alan Işıl Okan'a göre kocası onu döverken bir yandan bağırıyordu: "Madem vücutçusun, kaslarınla hareket et". Bunun karşısında Okan'ın Ezgi Başaran'ın neden karşılık vermediği sorusuna cevabı ilgi çekiciydi: "Güçlü kaslarım olabilir ama ruhum kadın. Sporcu ahlakı diye bir şey var ayrıca". Ama koca spordan öğrendiklerini karısının üstünde uygularken hiç çekinmiyordu: "Kickbox yapan çok arkadaşı var, bu işleri bilir. Boyna alınan bu darbelerin bir kişiyi bitkisel hayata sokacağını da. Saçının kökünden tutup bir kadının niye sürekli boynuna vurursun ki?"
Işıl Okan'ın "ruhunun" kadın olması, güçlü kaslarına rağmen kocasının şiddeti karşısında onu çaresiz bırakıyor. Öyleyse çok açık ki; şiddet karşısındaki güçsüzlüğümüzün gerçek sebebi öğretildiği gibi fiziksel zayıflığımız değil, "kadınlığımız"; yukarıda bahsettiğimiz gibi kadın olarak nasıl yetiştirildiğimiz.
Kadına yönelik şiddeti diğer şiddet türlerinden farklı kılan özelliklerden bir diğeri ve kız çocukları ve kadınlar için en önemli sorunu yaratan, bu şiddetin yakınımızdakilerden gelmesi. Yani en çok güvenmemiz gerektiğini düşündüğümüz insanlardan. Bu durumda hissettiğimiz şu: En güvenmen gerektiği, en korunaklı alanın olarak tanımlanan evinde tehlikedesin. Bunu uzunca bir süre kabul etmek istemiyoruz. Yok sayıyoruz, normalleştiriyoruz. Çünkü aileden başka bir yaşam alanı tanınmıyor pek çoğumuza.
Buna rağmen yaygın propaganda, şiddete uğrama tehlikesinin sokakta olduğu üzerine ve bu propaganda bile kadınları kontrol altında ve evde tutmaya hizmet ediyor. Kadınlar katillerine, tecavüzcülerine sığınmak zorunda bırakılıp, savunmasız hale getiriliyor. Kendilerini savunamayacaklarını, çaresiz olduklarını, ancak başka bir erkek tarafından korunabileceklerini düşünmeleri ve buna göre hareket etmeleri bekleniyor. Malum olduğu üzere, pek çok şey gibi güç de yakıştırılmıyor kadınlara.
Wendo: Kadınların yolu
Bu yüzden şiddetle mücadele etmek için yapmamız gerekenlerden biri öncelikle bu öğrendiklerimizin zincirlerini kırmak. Bu noktada, özellikle fiziksel ve cinsel şiddetle mücadele için feministlerin geliştirdiği çözümlerden biri olan "Wendo"'dan sözetmekte fayda var. İngilizce women kelimesinin kısaltması olan wen ve Japonca'da yol anlamına gelen do kelimelerinin birleşiminden oluşan Wendo'yu kadınların yolu olarak çevirmek mümkün.
70'li yıllarda ikinci dalga feminizmin etkisiyle kadına yönelik şiddet tartışmaları yaygınlaşmaya başladığında, Kanada ve ABD'de feministler, kadına yönelik şiddetin özelliklerini, toplumsal cinsiyeti ve kadınların sosyalizasyonunu dikkate alarak bu yöntemi ortaya attılar. Daha sonra Batı Avrupa'da da yaygınlık kazanmaya başlayan wendo, yıllar içinde geliştirildi.
Wendo'nun öncelikli hedefi, şiddeti fiziksel şiddet noktasına gelmeden durdurmak. Çünkü kadına yönelik şiddet bir gelişme süreci geçiriyor ve aslında bu süreçte şiddete müdahele edebiliriz. Aslında genellikle ilk andan itibaren bir terslik olduğunun farkına varıyoruz ancak "yok canım ben yanlış anlamışımdır, değildir, bir şey olmaz" gibi telkinlerle bu durumun kendiliğinden çözülmesini umut ediyoruz. Ancak şiddet bir iktidar kurma biçimi olduğu için, böylesi bir tepki ya da tepkisizlik karşıdaki kişinin kendini daha güçlü hissetmesine ve şiddeti arttırmasına sebep oluyor. Kadına yönelik şiddetle mücadele sonucu varılan sonuçlardan biri, şiddet uygulayanın, karşısındakini kendini savunmaya hazır biri olarak gördüğü zaman, geri çekildiği yönünde. Yukarıda bahsettiğimiz gibi şunu akılda tutmalıyız; şiddetin bedensel üstünlükle ilgisi yok, bu karşındakinin sana iktidarını gösterme biçimi.
Şiddeti fizikselleştirmeden durdurmak
Genellikle kadınlar tarafından ve kadınlara verilen Wendo kurslarında öncelikle kadınların kendi güçlerinin farkına varmaları sağlanıyor. Kadınlar kendi sınırlarının farkına varıp, bu sınırları korumayı ve savunmayı öğreniyorlar. Her kadının farklı olduğu gerçeğinden yola çıkan Wendo, reçeteler sunmak yerine kadınların kendi yöntemlerini geliştirmesine olanak sağlıyor. Kadınların gündelik yaşamda sıkça karşılaştıkları durumlar göz önünde bulundurularak geliştirilen yöntemlerle, kadınlar beden dilini, sesini, konuşma dilini kullanarak şiddeti durdurmayı öğreniyorlar. Wendo'da amaç şiddeti önlemek, ancak fiziksel şiddetle karşılaşmak kaçınılmazsa, kadınlara kendilerini korumaları için basit ama etkili savunma teknikleri de öğretiliyor.
Wendo'da kadınlara kendilerini savunmak için çok iyi kullanmayı bilmedikleri bir aleti taşımamaları öğütleniyor ki buna göz yaşartıcı spreyler de dahil. Güçlü olmak için birinin ya da bir aletin yardımına ihtiyacımız yok. Ayrıca bu silahlar karşımızdakinin eline geçerse bize karşı çok daha vahşice kullanılabilir. Bu yüzden Şefkat-der'in silah taşıma önerisinin sonucu, bunları sorgulamamış bir kadın için büyük olasılıkla kendi üzerinde kullanılacak bir silaha sahip olmak olabilir.
Sadece elinde bulunan silahtan güç alacağını düşünen birinin, bu silahı kendini çok daha güçlü kabul eden karşı tarafa kaptırma olasılığı bir hayli yüksek. Bu yüzden Wendo'da şöyle deniyor: Beden dilini, sesini, cümleleri kullanarak şiddeti durdurabilirsin. Şayet bedensel bir çatışma söz konusu olmuşsa tırnaklarını, dişlerini, yumruklarını, tekmelerini, topuklu ayakkabılarını, anahtarlığını, çantanı kullanarak kendini koruyabilirsin. Herkesin, en güçlü insanın bile zayıf bir noktası vardır, bunları öğrenebilirsin. Bu yüzden Wendo'yu engelli ya da değil tüm kadınlar ve kız çocukları yapabilir. Çünkü seni ilgilendiren senin gücün, karşındakinin değil deniyor Wendo'da. Başlarda kendini savunmayı bile şiddet uygulamak olarak gören ve reddeden birçok kadın, kendini savunmanın meşru bir hak olduğunu öğreniyor.
Biz kadınlar insanlara iyi davranmak, erkekleri kışkırtmamak üzere stratejiler geliştirmeyi öğrenerek yetişiyoruz; iyi kız, uslu kız ol, çatışmaya girme, sesini yükseltme. Bu yüzden feministlerin kurduğu birçok alanda kadınlar şiddetle nasıl mücadele edeceklerini öğrenirken sadece teknik bir takım bilgiler öğrenmiyorlar, yüzlerce, binlerce yıllık bir ezilme tarihi içinde oluşmuş toplumsal önkabullerle savaşmayı, bunları yıkmayı öğreniyorlar. Bunları dikkate almadan bir mücadele stratejisi belirlemek, hele bir takım silahlarla karşı koymaya çalışmak en iyimser tabirle eksik önlemlerdir.
Türkiye'de kadına yönelik şiddeti farklı boyutlarıyla derinlemesine ele alarak tartışmaya devam etmek ve bunu yaparken hem Türkiye'de hem de Dünya'da feministlerin bilgi birikimlerinden yararlanmak önemli. Yalnız ve çaresiz değiliz. Buradayız ve varız. (İH/YK/ÇT)
* İlknur Hacısoftaoğlu, Sosyolog, Spor sosyolojisi doktora öğrencisi, Ankara
* Yıldız Koca, Sosyolog, Wendo eğitmeni, Giessen, Almanya
[1] Miranda Davies, Üçüncü Dünya İkinci Cins, İstanbul: Pencere yayınları
[2] Bu konuda ufuk açıcı bir tartışma için bakınız: Iris M. Young (1990). Throwing like a girl: A phenomenology of feminine body comportment, motility, and spatiality. Iris M. Young, Throwing Like a Girl and Other Essays in Feminist Philosophy and Social Theory içinde (s. 141-159). Bloomington: Indiana University Press.