Galatasaray Üniversitesi Sosyoloji Bölümü öğretim üyesi Besim F. Dellaloğlu’nun modern Yahudi mistisizminin önde gelen isimlerinden Walter Benjamin'e ve eserlerine olan tutkusunun bir dışavurumu olarak hazırladığı “Benjaminia: Dil, Tarih ve Coğrafya adlı eser, 2008 Eylül’ünde Versus Yayınları’ndan yayımlandı.
Yazarın, 2002’de Paris’te yürüttüğü doktora çalışması sırasında başladığı kitap, pek çok akademisyen dostu ile Benjamin sever öğrencilerinin yardımıyla tamamlanmış. İçinde bulunduğumuz zamanın vahametini hatırlatmak adına da Hrant’ Dink’e adanmış.
Daha önce de Walter Benjamin üstüne, Say Yayınları’ndan yayımlanmış bir kitabı bulunan Dellaoğlu, bu kitabında Benjamin’i kişisel bir bakışla ele alarak, genel bir yargıya vardığını belirtiyor. Kendi arayışını, Bloch’un “birleşik kaplar” metaforundan yola çıkarak, bir kuşağın simgesi Benjamin ile tamamlıyor yazar.
Batı düşüncesinin dışında kalan isyankâr Alman Yahudi entelektüel kuşağının en özgün filozoflarından biri olan ve yaşamını intiharla sona erdiren Marksist, mistik ve romantik Benjamin’le özne-aşırı bir ilişki kuran Dellaloğlu; kendi özneleşme sürecini gerçekleştirirken, kendinden vazgeçerek, bir esriklik haliyle bu kitabı yazmış.
Foucault’nun insan bilimlerinin arkeolojisi kuramını, “palimpsest” (Bir metnin üstünü kazıyarak, yeni bir metin yazılan parşömen tekniği.) tekniğiyle birleştirerek; Benjamin düşüncesinin, Marksist katmanlarının mistik derinliğini çıkaran yazar, Benjamin’in yaratıcı yazımını ortaya çıkaran şizofrenik yazma biçimine de bir açıklık getiriyor.
Yorumla yeniden yaratılan Benjamin
“Benjaminia” kavramının, derin teslimiyet gerektiren bir ruh hali olduğunu belirten yazar; akıl ile vicdanın, akıl dışında buluştuğu bir melankolik ve çoğul yazma süreci olduğunu söylediği “benjaminia” halini, mistik sezginin yazıya dökülüş ayini gibi tanımlamış.
Yazarın “ontolojikleştirme” dediği, ama genel anlamda Heideggerci bir okumayla, akademik bir dilden ziyade yoruma dayanarak yazılan kitap; sık sık Benjamin üzerine yazan diğer entelektüellere ve başka bir Yahudi entelektüel olan Adorno’ya da başvuruyor.
Edebiyat eleştirisi ve metinlerarasılık kavramından beslenen kitap, yazarın Benjamin’i bir sanat eserinde yeniden yaratma çabası olarak, bir sanat eseri yerine tutkulu bir Benjamin kitabı ortaya çıkarmış.
Baudelaire ve eselerinde yer alan, “flâneur” (kent gezgini) kavramını, ilk defa incelikli bir şekilde Baudelaire makalesinde ele alan Benjamin’i; Batı düşüncesinin dışında kalan netameli (unheimlich) bir flâneur olarak niteleyen
Dellaoğlu, Benjamin’in epistemolojik olarak da bir direnç göstererek “montaj” (eklektik) bir yöntemi tercih ettiğini belirtiyor.
Modernin, özneyi bölen ve post modern çoğulculuğun “montaj” yöntemiyle birleştiren tavrını; anın, tarihselleşmesi ve öznenin tekilliğinin hakkının teslim edilmesi olarak takdir eden yazar; Benjamin’i, hakikati yeni biçimiyle bir eser olarak yazan bir avangart olarak tanımlıyor.
Bir umut olarak Benjaminia
Ve, neden “Benjaminia” ve DTC (Dil, Tarih ve Coğrafya) kelimeleri birbirinden bağımsız ve yan yana duruyor sorusuna gelince; yazar başlığı, bir direniş umudu olarak koyduğunu belirtiyor. Anlamını git gide yitirerek, TDK, TTK VE TSK harflerine indirgenmiş sembolleri “yeniden yorumlayarak”; “modernliğin arkeolojisini” gerçekleştirmek için, Benjaminvari bir “montaj” gerçekleştiriyor yazar.
Yazarın dediği gibi, hâlâ var olan kapıdan karşı tarafa geçmek zor olsa da, bir umut simgesi olarak “kapı” her zaman dışarı çıkmayı ve içeri girmeyi çağrıştırıyor. Modernitenin, şu haliyle cehenneme benzeyen dilemmasının, asla son bulmayacağını; bizzat şimdiyi ve geçmişi içinde taşıyan an yoluyla, ancak geçişlerin mümkün olduğunu ima eden Dellaloğlu’nun, umudunu ve direnişini yansıtıyor kitap.
Yazarın, Benjamin’in esrik bir vecd hali olan modernite anlayışını Aydınlanma’nın flüoresan ışığına bir alternatif olarak sunduğu kitap; post modern kavramını, modernin ikiyüzlülüğünün ifşası olarak da ön görüyor.
Psikanalizden, edebiyata ve eleştiri kuramlarına kadar pek çok disiplinle enteraktif bir ilişki kurarak yazılmış kitap, Benjamin düşüncesinin temel kavramlarından yola çıkarak, Batı düşüncesinin rasyonel modernleşme projesine akıl dışı bir yazma yöntemiyle eleştiri getiriyor.
Bir felsefe romanı biçiminde, sezgiyle yazılan çalışmanın; “Son Aydın. No pasaran. Hrant Dink. Son doğruyu söyleyen. Son Türkiyeli. Faşizme geçit yok. İlla ki.” cümlelerinin kesik esrikliği içinde Hrant Dink’e adanması ise, son derece manidar. (YK/EÜ)