Polonezköy tereyağının ta başından beri adı geçen köyle hiç alakası olduğunu sanmıyorum ama Krakov'un en popüler berber dükkanını sorarsanız cevabım kesinlikle Buttercut (Tereyağkesim)!
Fakat, ambleminden de anlaşılabileceği gibi, tereyağından mamül kurukafayı yaran bir ustura kadar iddialı müessesenin ekibinden esprili olmaya çalıştığı kadar profesyonelce davranmasını da beklerdim.
Polonya'nın köklü mimari dokusunu muhafaza edebilmiş yerleşim merkezlerinden Krakov'un Yahudi mahallesi Kazimierz, Nazi döneminde sekteye uğramış olsa da günümüzde turistik bir çekim merkezi, Buttercut'ın kafadarları da kendilerine orayı yakıştırmış.
Sakal, dövme ve kas üçlüsünün saltanatını sürdüğü günümüzde mevzubahis dükkan, kalabalık ekibi sayesinde bir fabrika ritminde işlerken randevunuz olmadığı takdirde saatlerce beklemeniz gerekebiliyor.
Heavy metal müziğin yüksekçe volümde çalındığı mekanda özellikle saç kurutuculardan birkaç tanesi aynı anda çalıştığında tahammül sınırlarım zorlanıyor, fakat başka çarem olmadığını düşündüğüm için beklemekte direniyorum.
Krakov'da geçirdiğim süre zarfında hayalimdeki geleneksel berberlerden herhangi birine rastlamamış olduğum gibi kadın ve erkeklere aynı anda seslenen ve çoğunlukla kadınların işlettiği fiyakalı kuaförler sadece traş makinesiyle hizmet verdiklerini belirtmişlerdi. Oysa traşımın uzun süre etkisini sürdürebilmesi ve genellikle pahalı olan işlemin tekrar edilmemesi için ustura ile yapılması şarttı.
Sakallı gençlerin büyük çoğunluğu oluşturduğu dükkandaki müşteri trafiği, benden çok sonra gelen ve randevulu olduklarını tahmin ettiğim kişiler yüzünden aleyhimde gecikmelere sebep oluyor. Duvara asılı büyükçe televizyondaki düşen, kapaklanan veya yuvarlanan insan ve hayvanlara dair amatör çekim seçkisiyle oyalanmaya çalışıyorum. Derken berberlerden biri müziğe müdahalede bulunuyor ve metalin yerini birkaç sene önce güruhları coşturan bazı tekno parçalar alıyor.
Çalınan parçanın her biri için çalışanların belirli bir anısı olduğundan mekandaki ağır ve ciddi atmosfer dağılıyor, maçoluk hafifleyince ortalık iyice şenleniyor; konuşmaların volümü yükselip atışmalar ve kahkahalar ortalığı adeta parti havasına sokuyor.
Fahişe anlamındaki kurva kelimesi yüksek sesle sık sık telaffuz edilirken Celin Dion, hatta James Blunt'ın You're Beautiful şarkısı bile çalınabiliyor. İstanbul'dan geldiğime dair en ufak bir ipucu olmamasına rağmen, Tarkan'ın Fındıkkıran şarkısına oryantalist dansıyla eşlik eden, Türkiye'de tatil yapmış gibi görünen berberin performansı zirve yapıyor.
İki saati aşkın bir süre sonra sıra bana geliyor, mümkün olduğunca özenmesine rağmen beni tıraş eden berber cildimin tahriş olmasına mani olamıyor, otele dönüp aynaya baktığımda yapılan muamelenin sinekkaydı tıraşla da hiç alakası olmadığını hüsran içinde fark ediyorum. Yapılacak bir şey yok, aceleyle Krakov Film Festivalinde Wacken 3D filminin gösterileceği sinemaya doğru yol alıyorum…
Adampol'e minnet
Ergenlik çağımdan itibaren ziyaret ettiğim Polonezköy benim için ahşap köy evlerinde yenen bereketli kahvaltılar ve ziyafetlerle özdeşleşir. Adı bir ara Adampol'den Polonezköy'e devşirilen müstesna yerleşim merkezinde o zamanlar köy hayatının son demleri yaşandığından kendimi şanslı hissediyorum. Tabii aklıma uzun yıllardan beri bir gelenek haline gelmiş pansiyonculuğun İstanbul ve etrafına yerleşen tutucu kesim tarafından fuhuş olarak lanetlendiği episodlar da gelmiyor değil.
Köyü çevreleyen ormanlarıyla Adampol'ün tarihi dokusunu tehdit eden usulsüz ve agresif imar girişimleri de üzücü. Bu sene 55. kez düzenlenen Krakov Film Festivali’ne katılmak isteyişimin sebeplerinden biri de sanırım Polonezköy'e duyduğum minnetti, fakat Buttercut berber dükkanında yaşadığım tatsız deneyim sonrası Wacken belgeseline biraz isteksiz gidiyorum.
Almanya'nın en kuzeyindeki Schleswig-Holstein bölgesindeki küçücük bir köyde düzenlenen ve köyle aynı adı taşıyan Wacken açıkhava festivali her sene ortalama 80 bin heavy metal müziği hayranını buluşturuyor. Üç boyutlu teknolojinin sağladığı görsel gerçekçilik bir yana 2013 yılına odaklanan belgesel Deep Purple, Rammstein, Doro, Motörhead, Nightwish ve Alice Cooper gibi yıldızlarla insanı festival havasına sokup coşturuyor.
Hazır bulunanların keyfini asla kaçırmayan yağmurdan sonraki çamur deryası sahneleri de dikkate değer. Gönül isterdi ki yavaş çekimle aktarılan sözkonusu görüntülere eşlik eden Puccini'nin Un bel di vedremo aryasını Polonezköy'ün divası Leyla Gencer okusun, ama Maria Callas versiyonu da bir o kadar dramatik!
Yönetmen hanesinde Norbert Heitker adını gördüğümüz 95 dakikalık yapımda genç yetenekler yarışması için Çin'den festivale gelen Moğol gençlerinin performansı da hayranlık uyandırıyor.
Moda ikonu Iris
Bazıları metal olmak üzere, birbirinden gösterişli aksesuarla imajını pekiştiren New York'lu moda ikonu İris Apfel hakkındaki belgesel de insana coşku veriyor. Aralarında efsanevi Grey Gardens belgeselinin de bulunduğu muhtelif eserlere imza atmış olan ve geçtiğimiz mart ayında vefat eden Albert Maysles'ın usta elinden çıkma İris, Krakov'da seyrettiğim en eğlenceli yapımlardan biriydi.
Truman, Eisenhower, Kennedy, Johnson, Nixon, Carter, Reagan ve Clinton dönemlerinde Beyaz Sarayın tekstil restorasyon projeleri İris'in ince zevkinin ürünü, fakat belgesel daha çok Apfel'ın kendi bedenini bir stil ve moda ikonu olarak kullanmasına eğiliyor.
Iris günümüzde insanların giyiminde müthiş bir şahsiyetsizlik olduğundan şikayetçi: Herkesin birbirine benzemeye çalıştığı bir dünyada yaratıcılık adeta kısırlaştırılıyor, yerini tekdüzelik ve sıradanlık alıyor.
Avrupa Birliği karşıtı olduğu için çeşitli çevreleri telaşa sürükleyen, sağcı, milliyetçi ve dinci cumhurbaşkanı Duda'nın memleketinde birbirine tıpatıp benzeyen saç ve sakallarıyla, kaslı ve dövmeli gençler de benim evhamlanmama yol açıyor… (MT/YY)