7 Haziran seçimlerinden birkaç gün önce… Aşk-ı Memnu dizisinde Bihter’i canlandıran ünlü oyuncu Beren Saat, Erzurum’da bir HDP minibüsünün içindeki şoförle birlikte yakılması üzerine “Terörist diye diye halk terörist oldu! Nasıl bir nefret yarattınız bu altı üstü bir siyasi seçim. Artık hedef göstermeyin ne olur!” ifadelerinin de olduğu bir tweet atıyor. Ancak hakaret ve tehditlerin ardından birkaç saat içinde bu tweet’ini siliyor.
Saat’in büyük oranda çatışmasızlığın hakim olduğu, ancak HDP binalarına ardı ardına saldırıların yapıldığı seçim öncesi atmosferinde yaptığı “terörist diye diye halk terörist oldu” tespiti, 20 Temmuz’daki Suruç Katliamı’nın ardından çatışmaların tekrardan başlamasıyla birlikte Türkiye’de günlük hayatın rutini haline geliyor. Yüzlerce HDP binasına, Kürt mevsimlik işçilerine, doğu illerine giden otobüslere, Kürtçe konuşan insanlara, kitabevi ve dükkanlara, ölüm, yaralanma, geçim kaynağını kaybetme, fişlenme gibi ağır sonuçlar doğuran saldırılar yapılıyor.
Attığı tweet’in ardından iktidara yakın yayınlar tarafınca “HDP’ye oy veren oyuncu” olarak mimlenen Saat ise, kendi deyimiyle çirkefleşen sosyal medyayı takip etmeyi bırakıyor ve kamusal alanlarda ne çatışmalar ne de linç vakalarıyla ilgili herhangi bir tepki ortaya koymuyor.
Ancak bu süre zarfında, bu kararlı suskunluğun dahi Beren Saat’i tehdit ve protestoların hedefi olmaktan kurtaramadığına tanıklık ettik. Yeni Akit gazetesi tarafından “ahlaksız dizilerin oyuncusu” olarak hedef gösterilmesinin ardından Saat’in şahsiyetine duyulan öfke, kısa sürede rol aldığı dizilere, canlandırdığı karakterlere, hatta henüz ekrana yansımayan Kösem Sultan karakterine yönelik bir cezalandırma dürtüsünü beraberinde getirdi. 8 Eylül akşamı ise, dünyada eşine az rastlanır bir protesto gerçekleştirildi.
Bir grup, Beren Saat’i protesto etmek için oyuncunun rol aldığı Aşk-ı Memnu dizisinin çekildiği Sarıyer’deki köşkün önünde toplanmıştı. AKP’li Eyüp Belediyesi’nin Basın Yayın ve Halkla İlişkiler Müdürü Fatih Sanlav’ın konuyla ilgili tweet’i, hem protestonun ardındaki mantığı, hem de AKP teşkilatıyla bağını ortaya koyuyordu. Sanlav, Beren Saat’i “HDP/PKK destekçisi” olarak nitelediği tweet’inde, “Sarıyer gençliği”nin köşkün önünde yaptığı protestoyu da “Beren Saat’e inat teröre hayır mitingi” olarak tanımlıyordu (Sanlav’ın önceden Sarıyer Belediyesi’nde çalıştığını, CHP’nin 2014 yerel seçimlerini kazanmasıyla birlikte bu görevinden alındığını da ekleyelim).
İtibarsızlaştırma operasyonu
Peki Beren Saat, söz konusu tweet’inin ardından aylar geçmişken ve bu süreç boyunca sessiz kalmışken, nasıl ve niye tekrardan hedef haline getirildi?
İlk olarak, Beren Saat’e yapılan saldırıların, ünlü ya da değil her gün binlerce insanın sosyal medyada maruz kaldığı baskı ve yıldırma söyleminden bağımsız olmadığını vurgulamak gerekiyor. Sokağa çıkma yasakları, sivil ölümleri, parti binası baskınları ve linç vakalarına dair paylaşım yapan hemen herkesin karşı karşıya kaldığı bir tepki var: “Konu şehitler olunca susuyorsun”, “şimdi mi değerli oldu insan canı”, “önce PKK’yı kına” gibi, çoğunlukla yanına “vatan haini” ifadesinin ve/ya çeşitli küfür, hakaret ve tehdit mesajlarının da iliştirildiği sosyal medya sataşmaları.
AKP’nin seçim öncesi HDP’yi itibarsızlaştırma operasyonunun sosyal medya ayağının önemli bir unsuru olan bu tepki biçimi, aynı zamanda Aşk-ı Memnu köşkü önünde yapılan protestonun arkasındaki operasyonel mantığa da işaret ediyor.
Bu protestoda Beren Saat’in hedef alınmasının temel sebebi, HDP’ye oy verdiği düşünülen medyatik bir figür olması değildi. Sessizliğiyle, köşeye çekilmiş olmasıyla da suçlanabilecek bir figür olmasıydı.
Saat, seçim öncesi bir HDP minibüsünün yakılmasına karşı sesini çıkarmış ama öldürülen asker ve polislerle ilgili herhangi bir paylaşım yapmamıştı. Aşk-ı Memnu köşkünün önüne gidenler bunu çok iyi bilerek oraya gittiler. Amaç, “her milliyetçi vatandaşın yapması gerekeni” yapmayanlardan birini hedefe yerleştirerek, militarist-milliyetçi pozisyonu bir şarta dönüştürmek ve bu pozisyonu takınmayan herkesin saldırılmayı hak edeceği fikrini yaygınlaştırmaktı.
Kapısına dayanılan Aşk-ı Memnu köşkünün içinde, sadece Bihter’in değil, milliyetçiliğin (ya da “milli ve yerli” olmanın) birinci şartını yerine getirmeyen herkesin hayaleti vardı. Ölen asker ve polisleri, hükümetin şehadet üzerinden, ‘feda etme’ üzerinden yürüttüğü savaş propagandasına alet etmemek için kameranın görmeyeceği yerlerde üzüntüsünü yaşayan bir dolu karakter vardı o köşkün içinde… Çatışma sürecinde hükümet politikalarını eleştirecek kadar cesur ve politik olmayan, artık hiçbir repliği kalmamış bir dolu karakter…
Cizre’deki operasyonlar sonucunda hayatını kaybeden sivillere dair replik sarf edebilecek karakterlerse artık bu dizide yer almıyordu, çoktan senaryodan çıkarılmışlardı. Nefret ve düşmanlığın, milliyetçi olmamaktan yargılanabilecek sessiz karakterlere yöneltilmesi bir gereklilik halini almıştı iktidar açısından.
Zira, ortada sözleri ya da eylemleriyle saldırılacak bir düşman yoksa, düşman olarak bellenen insanlar toplumun büyük baskı altındaki (gerek yayın yasaklarıyla gerekse sokaklardaki faşist kuşatmayla) bir azınlığına tekabül ediyorsa, o zaman ne yapılır? Düşmanlaştırma bu kez de bir şeylerin yapılması değil yapılmaması üzerinden, ses yükseltme değil sessiz kalma üzerinden inşa edilir. Böylelikle bireyler, suskunluklarıyla dahi hedef tahtasına konulabilirler.
Çatışmaların şiddetlendiği bir iklimde “ya askerler, ya polisler?” söyleminin, AKP seçmeninden çok daha geniş bir kitlede karşılık bulabilecek bir etkiye sahip olduğunu da eklemeli. AKP açısından, sanatçı ve entelektüelleri düşünülebilecek en kolay yoldan, sessizlikleriyle hedefe yerleştirmek, yıllardır sürdürülen anti-entelektüelizm propagandasının meyvelerini gerçek anlamda toplamak anlamına da geliyor.
Patriyarkal dilin bulduğu deliller
Sabah gazetesi yazarı Mevlüt Tezel’in ‘Duyarlı Beren Saat Şehitlere Neden Duyarsız?’ başlıklı yazısı, söz konusu düşmanlaştırma stratejisini ve ulaşabileceği boyutları oldukça berrak biçimde gözler önüne seriyor. Yazının başlığı söylemini de yeterince ele veriyor ancak bu konuya geçmeden önce bir parantez açmak lazım. Zira Tezel, Saat’i samimiyetsizlikle suçladığı yazısında, sadece oyuncunun toplumsal konulardaki açıklamalarından yola çıkmıyor, aynı zamanda profesyonel hayatını da hedef alıyor.
Bir SİYAD (Sinema Yazarları Derneği) üyesi olarak Tezel, tabii ki Beren Saat’i doğrudan “ahlaksız dizilerde” rol almakla suçlamıyor, aynı sonuca daha dolambaçlı bir yerden varıyor. Diyor ki, “tecavüzden reyting kazanma derdinde olan bir dizide oynadığı için eleştirilirken, birden Özgecan cinayetini lanetleyen tweet’ler atması ne kadar samimi; buna siz karar verin.”
Tezel’in bu sözleri ile sonradan ortaya atacağı ‘HDP’ye saldırıya ses çıkarıp öldürülen asker ve polisler konusunda sessiz kalmak samimiyetsizliktir’ fikri arasında ciddi bir bağ var.
Bu iki önerme arasındaki benzerlik ihbarcı gazeteciliğin, patriyarkal düşünceden ne oranda ve nasıl beslendiğini açıkça ortaya koyuyor. Bu düşünce biçimi, kadınları, kurmaca dünyalarda bile bedenleriyle ne yaptıklarıyla suçlayıp karakterlerinin “günah”larıyla yargılarken, erkek oyuncuların, her tarafından cinsiyetçilik ve ayrımcılık fışkıran dizi ve filmlerde oynamasında sakınca görmüyor; bu konuda hemen ‘tabii ki işini yapacak, parasını kazanacak’ minvalindeki liberal sanat söylemini devreye sokabiliyor.
Konu “vatan haini” ilan edilmiş bir kadın oyuncu olduğundaysa, hangi karakteri canlandırdığından tutun, rol aldığı dizilerin hikâyelerine kadar her şeyi aleyhinde delil olarak kullanabiliyor. Sessizliğin dahi suç unsuru haline getirilebildiği kültürel zemin, insanların samimiyetleri, üzüntüleri, duyguları hakkında mutlak çıkarsamalar yapmayı en doğal hakkı sayan, hangi haberleri paylaşıp hangilerini paylaşmadıklarının tasnifini yaparak onları suçlayabilen bu kibirli patriyarkal dil sayesinde sağlanabiliyor.
Düşmanlaştırma stratejisi
Hükümet politikalarına katılmayan ama hakaret ve baskılar nedeniyle sesini çıkarmayanlar işte bu şekilde düşman haline getiriliyorlar. Tezel’in yazısından alıntılayalım: “Her olaya her insan hakları ihlaline tepki gösteren, HDP’ye yönelik en küçük saldırıda feryat figan yorumlar yapan Beren Saat’in bir hiç uğruna öldürülen polisler ve askerler için bir şey yazmaması, terörü lanetlememesi samimiyetsizliğinin göstergesidir.”
Düşman yaratma söyleminin, ne denli kurmacadan faydalandığını, çarpıtma konusunda herhangi bir sınır tanımadığını net biçimde ortaya koyan satırlar bunlar. Zira “her olaya, her insan hakları ihlaline tepki gösterdiği” söylenen Beren Saat’in, 7 Haziran’dan önce, bir yıla yayılan süreçte bu kategoride değerlendirilebilecek birkaç tweet’i var sadece: Özgecan Aslan cinayeti, Soma’da hayatını yitiren 301 madencinin anılması, AKM’nin hâlâ kapalı olması, Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nda seçimlerin yapılmaması gibi konulara temas eden tweet’ler. “HDP’ye yönelik en küçük saldırıda feryat figan yorumlar” ise gönderilmiş ve ardından silinmiş bir tweet’ten ibaret.
Sanatçılar, entelektüeller, beyaz Türkler, aydınlar vb.’den oluşan düşman imgesini sonuna kadar istismar etmekten çekinmeyen Tezel, “çakma hümanist” olarak nitelediği entelektüellerin “Kobani için yeri göğü inlettiğini”, asker ve polislerin teröre kurban gitmesinin ise onlar için “sıradan, rutin bir olay” olduğunu söyleyecek kadar ileri gidiyor.
Yine aynı gün içinde, 18 Eylül’de yayımlanan ‘Teröre Sessiz Kalanlar’ adlı yazısında da sanatçıların çoğunu PKK’lileri gerilla olarak görmekle suçluyor. Ahmet Kaya’nın linç edildiği dönemde ‘Şerefsiz’ başlığını atan Hürriyet’te çalışıyor olmaktan utandığını söyleyen Tezel, Kaya’nın televizyonda “orada ölen askere de, orada ölen gerillaya da yazık” dediğini hatırlar mı acaba? Aslında sadece Kürtçe şarkı söylemek istediği için değil, politik görüşlerini açık bir biçimde dile getiren bir Kürt olduğu için linç edildiğini bilmiyor mudur? Ya da şu an asker ve polis ölümlerinden bahsetmeyenlerin, bu konuda bir şey söyleseler -cılız da olsa- hükümetin politikalarına dokunacağı için, bunun da bugünlerde vatan hainliğine denk sayıldığını bildikleri için susuyor olabilecekleri gelmiyor mu aklına?
Beren Saat kendisine yönelik protestolarla ilgili yaptığı açıklamada “Bir de kendine hükmedemeyenler var onlar Bihter’i protesto edecek kadar sürrealleşti” diyor. Bununla birlikte, sürreal ve absürd gibi görünenin ardında faşizan bir rasyonalite olduğunu da unutmamalıyız. Bu rasyonalitenin ürünü olan şehitlik edebiyatı da, devletin medya gücünü kullanarak yaptığı propaganda aracılığıyla silahlı çözüm politikasını sürdürmesine destek sağlar. Çatışmaların ortasında kalarak hayatını yitiren sivillerin ve faşizan saldırıların gündeme taşınması ise, taraflara diyalog zeminine bir önce dönülmesinin ne kadar elzem olduğunu hatırlatacaktır.
İşte gücünü ‘tek ses’ sloganlarından alan bu gibi protestolarla kesilmek istenen ses de budur. Bu anlamda Aşk-ı Memnu köşkü protestosu da, sadece Beren Saat’e yönelik bir tepkinin ifadesi değildir. Hükümet politikalarına karşı çıkabilecek her türlü potansiyel sesi bastırmaya yönelik bir operasyonun parçasıdır. Cizre’yle, Silopi’yle, Dersim’le, Yüksekova’yla ilgili konuşacak, dolayısıyla düşmanlaştırılacak yeterli sayıda sanatçı-entelektüel bulamayan iktidar ve sözcüleri, Aşk-ı Memnu köşkünün kapısına dikilmiş, kendi susturdukları karakterlere saldırmakta. Sessizlikler sese dönüşemesin diye. (FY/YY)