Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ordusunda görev yapan teğmen Watada, 2006 yılında, Irak'ın işgalinin "yasadışı ve ahlak dışı olduğunu" açıklayarak gitmeyi reddetmişti. ABD'nin ilk retçi subayı olan Watada'nın yargılanması devam etmekte ve dört yıl hapis cezasına çarptırılabilir.
Oğlu Irak işgali sırasında ölen 'Barış Annesi' Cindy Sheehan, Uluslararası bir sempozyum nedeniyle geldiği Türkiye'de yaptığı bir röportajda Watada'nın vicdani retçi sayılamıyacağını söylemişti.
2007 Temmuz ayında, zorla evinden alınarak askeri birliğe götürülen Enver Aydemir "laik bir ülkede askerlik yapmayacağını" açıkladığı için tutuklandı, baskı ve işkence gördü. İki ay sonra, iki gün içinde birliğine teslim olması istenerek tahliye edildi. Enver, yaptığı basın açıklamasıyla "Böyle bir düzenin asla ve asla bir neferi olmayacağım" diyerek vicdani reddini beyan etti. İki yıl sonra davetli olduğu "Barış İçin Vicdani Retçiler Kurultayı"na katılmak üzere yola çıktığında gözaltına alındı. Maltepe Askeri Cezaevi'nde işkence gördü.
Halen Eskişehir Askeri Cezaevi'nde tutuklu. Bu kez, Müslüman kesimlerin de "İslami retçi" ya da "imani retçi" adı da vererek katılımı ile Enver'e sahip çıkıldı, medya konuya ilgi gösterdi. Enver'in babasının başvurusunu değerlendiren Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) İnsan Hakları Kurulu, "askeri cezaevlerini inceleme" kararı aldı.
Ancak, savaş karşıtı grupların dar koridorlarında Enver'in vicdani retçi sayılamayacağına dair görüşler dillendirilmeye başlandı. Doğrusu pek de içine girmediğim bu tartışmalar, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşımın, Radikal Gazetesi'nde, Enver'in babası ve eşiyle yapılan röportajı okuyarak telefon açmasıyla bana da ulaştı (*). Arkadaşım, uzun uzun, cihat düşüncesinde olan Enver'in vicdani retçi sayılamayacağını, böyle adlandırmanın yanlış olduğunu ve bugüne kadar sürdürülen vicdani ret tavrının zarar göreceğini düşünüyordu.
Aslında bu tür itirazlar, Türkiye'de de dünyada da -yukarıdaki Watada örneğinde de olduğu gibi- hep oldu. Doğrusu, "imani retçi" olarak adlandırılmasından da, tepkilerden de hiçbir rahatsızlık duymuyorum. Aksine, vicdani ret tabanının genişlemesi, konuyu sahiplenmenin artması olarak değerlendiriyorum. Ancak yine de konuya nasıl baktığımı yazmak istedim.
En çok bilinen şekliyle vicdani ret tanımı; "kişinin, dini, ahlaki ya da politik gerekçelerle askerlik yapak istememesi" şeklindedir. Esas olarak bir savaş karşıtı tavır olan vicdani ret, savaşlar kadar eski bir tarihe de sahiptir. Kökenleri Hıristiyan pasifizmine dayanır ve özellikle de 15. yüzyılda bir kısım Protestan mezheplerinin askerlik hizmetini reddetmesiyle bilinir olmuştur.
Ancak Birinci. Dünya Savaşı, hem bugünkü bilinen isminin hem de zorunlu askerlik hizmetinin reddinin politik gerekçelerle ortaya çıkışının da tarihi olmuştur. İlk olarak dini gerekçelere yasal statü kazandırılmış, giderek başta Batı Avrupa ülkeleri olmak üzere, ülkelerin anayasalarına ve Birleşmiş Milletler (BM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) gibi uluslararası sözleşme metinlerine de girmiştir.
Avrupa Konseyi'nin 47 üyesinden yalnızca Türkiye'nin Anayasasında vicdani ret yoktur. Artık, zorunlu askerlik sistemi, yerini yavaş yavaş profesyonel ordulara bırakmaktadır.
Zorunlu askerliğin olduğu ancak vicdani ret hakkının tanındığı ülkelerde, yasalar kişiye "alternatif sivil hizmet hakkı"nı tanımaktadır. Ülkeden ülkeye değişen süre ve biçimlerde de olsa bu hak, örneğin Almanya'da, her üç gençten ikisi tarafından kullanılmaktadır. Profesyonel askerliğin olduğu ülkelerde ise askerler, bir sözleşme ile bağlanmakta, uymama halinde, Watada örneğinde de olduğu gibi para ve hapis cezalarına çarptırılmaktadırlar.
Kanada'da yaklaşık 5 bin ABD askerinin kaçak yaşadığı bilinmekte. İsrail'deki Refusenikleri, Yehova Şahitleri'ni de eklediğimizde dünyadaki vicdani ret tablosunun ne kadar geniş ve çeşitlilik gösterdiğini görebiliriz.
Bütün bu çerçeveye girenlerin ortak tanımı, vicdani retçileri yakından izleyen ve onlar için acil destek çağrıları yaparak önemli sayılabilecek destek de bulunan Uluslararası Af Örgütü tarafından aşağıdaki şekilde yapıldı.
"Uluslararası Af Örgütü vicdani retçiyi vicdanı ya da inancı nedeniyle askerlik hizmetini yapmayı ya da savaşta ve silahlı çatışmalarda herhangi şekilde doğrudan veya dolaylı yer almayı ret eden olarak tanımlıyor. Bu tanım savaşlara genel olarak katılmayı reddetmese bile amacına, sürdürülüş biçimine katılmadıkları için herhangi bir savaşa katılmayı ret edenleri de içermektedir.
"Uluslararası Af Örgütü düşünce mahkûmunu sadece askerlik hizmetini ya da alternatif sivil hizmeti ret etme haklarının kabul edilmemesinden dolayı tutuklanan ya da gözaltına alınan kişiler olarak kabul ediyor. Vicdani nedenlerle askeri birimlerini izin almadan terk eden ve bu yüzden hapse mahkûm edilen kişileri de düşünce mahkûmu olarak kabul ediyor." (9 Aralık 2005)
Anti militarist düşünceyi benimseyen bir insan olarak; "ama"sız, "fakat"sız bütün savaşlara karşıyım. Tutarlı bir vicdani ret tavrının da "hiç kimsenin askeri olmamak" şeklinde ifade edilmesiyle gösterileceğini düşünüyorum.
Ancak, zorunlu ya da profesyonel ordularda yer almamanın -asker kaçaklığı da dâhil- her biçimini destekliyorum ve bu tavrını açıkça ortaya koyan her insanın vicdani retçi olduğunu, yaşamının sonraki dönemine dair düşünceleriyle kişiyi değerlendirmeye kalkmanın bir yargılama olacağını ve buna da hakkımızın olmadığını düşünüyorum.
Öyle ki, çoğu zaman vicdani ret deklerasyonları, bireyin varoluşuyla ilgili iç hesaplaşmasını ve buna dair kararlarını yansıtır. Böylesine hassas ve saygın bir noktadaki tavrımızın da buna uygun bir dikkat içinde olması gerekir.(OS/BB)