Kendini seven ve
prenslere hiç mi hiç güvenmeyen kadınlara...
Çocukken annesinden, babasından ya da diğer aile büyüklerinden masal dinlemeyenimiz var mıdır? Şöyle sıcacık yanan -üzerinde kestane pişirilip, yemekten sonra içilecek çayın ya da yapılacak banyonun suyunun kaynadığı- sobanın karşısına kurulup, ardından tatlı dillerden dökülen o güzelim masalları dinlemek nasıl huzur verirdi/büyülü gelirdi değil mi hepimize? Öyle etkisine alırdı ki bizleri, bazen tepkilerimizi gizleyemez, açık bir biçimde belli ederdik. Sözgelimi Pamuk Prenses’in kötü kalpli üvey annesine sinirlenirdik. Pamuk Prenses’in elinden tutarak az sonra kalbini söküp çıkaracak avcıdan kurtarmak isterdik. Prenses zehirli elmayı yediğinde üzülürdük; bir an evvel elmayı ağzından çıkarmasını, yaşama sıkı sıkı tutunmasını dilerdik. Dileklerimizi kabul eden periler kısa bir süre sonra beyaz atlı bir prens gönderirlerdi. Prensimizin, Pamuk Prenses’in yanağına kondurduğu bir öpücükle ortalık şenlenir, yedi cüceler dans etmeye başlardı. Kötü kalpli üvey anne mücadeleyi kaybederdi ve herkes mutlu mesut bir yaşam sürmeye devam ederdi (Ya da biz öyle düşünürdük, masal bu ya.).
Peki, Külkedisi’ne ne demeli? Balkabağına dönüşen atları, kötü kalpli üvey kız kardeşleri… (Sahi, bu üvey anneler, babalar, kardeşler hep kötü kalpli olmak zorunda mıdır masallarda? Çocuklara, kardeşlere tüm kötülükleri yapıp, onların kalplerini söküp, onları zindanlara atmak zorunda mıdır bu zavallılar? Zavallı diyorum, çünkü diğer kahramanların yanında ne kadar zayıflar aslında değil mi?) Sonra saçlarını bir prensin kuleye tırmanabilmesi için uzatan Rapunzel… Bir prensin gelip de kendisini kurtarması için bekleyen, upuzun saçlarını geceli gündüzlü vardiyalarda tarayan, tarayan ve yine tarayan…
Geleneksel masallara baktığımızda neredeyse hepsinin kadınları, yalnız yaşayamayan, korunması/kollanması, sahip çıkılması gereken varlıklar olarak gösteren iletilerle yüklü olduğunu görüyoruz. Bu masallarda bazen Pamuk Prenses’i bir öpücükle kurtaracak yakışıklı bir prense gereksinim duyuyoruz, bazen Rapunzel’i kuleden kurtaracak güçlü kuvvetli erkeklere, bazen de Kırmızı Başlıklı Kız’ı ve büyükannesini acımasız kurdun midesinden çıkaracak avcıya. Başrolde hep bir erkeği görüyoruz; koruyan, kollayan, kurtaran, kadınların yaşamasını sağlayan özellikleriyle. Ancak bugün inceleyeceğimiz eser bize bunun tam tersinin de mümkün olduğunu söylüyor: “Kendini seversen fark etmez yalnız olman, bir hatta iki sevgilinin olması ya da bir grupla yaşama şansına sahip olman; çünkü sen kendini sevdiğinde ne biri tarafından kurtarılmaya ihtiyaç duyarsın, ne de sen birisinin kurtarıcısı olmaya kalkarsın.”[1] sözleri, kurtarılmak için birini beklemenin anlamsızlığını aktarıyor bizlere.
Yine bir prens var bugünkü masalımızda; ancak öyle kahramanlık yapan, prensesi öpen prenslerden değil. Üvey kızlarına kötülükler/haksızlıklar yapacak üvey annelerse yok bu masalda. Peki, kim mi var? Durun hemen söyleyeyim: Baloya giden, ancak ölçüyü biraz kaçırıp körkütük sarhoş olup, gıcık bir prensle evlenmek zorunda kalan; ne et, ne balık yiyen; deri ceket giymeyen; bir prensin onu kurtaracağına inanacak kadar saf olduğunu anladığında kendine gülmeye başlayan, kendisini ancak yine kendisinin kurtaracağına inanarak “Yeteeeerrrrrrrrr” diye bağırdığı anda karşısında bildiğimiz perilere hiç benzemeyen, tombul, kıllı ve esmer Yeter Perisi’ni gören Vejetaryen Külkedisi’nin ta kendisi.
Masalımızda Yeter Perisi ve Külkedisi güzel şeylerin gerçekleştiği bir yolculuğa çıkarlar. Külkedisi’nin Yeter Perisi ile yaptığı ilk iş keklik manyağı prensi terk etmek ve sonrasında o güne kadar yapmadığı, deneyimlemediği şeyleri gerçekleştirmeye başlamak olur. Kendisine güvenmeyi ve vakit ayırmayı öğrenen Külkedisi dans etmeye başlar; boyuna, kilosuna, ayak numarasına aldırmaksızın. Bu değişim sürecinde kilo almaya başlayan ve artık daha çok çıkma teklifi alan Süslü Fare ile uyanmakta olan Uyuyan Güzel ve Pamuk Prenses ile avcının saldırgan davranışlarına maruz kalmış Kırmızı Başlıklı Kız ile, kendi yalanlarından bıkmış ve gerçeğe olan ihtiyacının farkına varmış Pinokyo ile, ağlaya ağlaya kalbini tutan Teneke Adam ile tanışma olanağı bulur Külkedisi.
Büyük bir sevinçle dolup taşan Külkedisi bir süre sonra, yeni tanıştığı arkadaşlarının da yardımıyla sadece yemek yenmeyen, aynı zamanda çılgınlar gibi dans edilebilen bir restoran açar. Vejetaryen olduğu halde prense keklik pişirmek zorunda kaldığı o günleri geride bırakan Külkedisi, gelip kendisini kurtarması için kamyon şoförü, şarkıcı ya da bakkal beklemek zorunda da değildir artık. Çünkü kurtarılmak diye bir şeyin olmadığını anlamıştır. Daha özgürdür ve çok daha farkındadır her şeyin. Arkadaşlarıyla birlikte, oldukça mutludur; içinde hayallerinin peşinde koşmanın, düşlerini gerçekleştirmenin huzuru vardır.
Ancak hâlâ bir sorunumuz var: Yüzyıllardır masallarda temsil etmek zorunda kaldıkları roller için oldukça üzgün/kızgın kahramanlarımız. Kadınlar için evlilik teklifleri ve kendilerini kurtarmaya gelecek beyaz atlı prenslerin olmadığı; özgür, düşlerini gerçekleştirmeye güçleri yeten kadınların yaşadığı bir zamanda yaşamak istiyorlar.
“Yeter Perisi”ne gelince… Ne zaman bir kadın “Yeter” diye bağırsa yardıma koşmaya hazır, dünyanın dört bir tarafında geziyor. Parolayı biliyorsunuz artık, sadece sesinizi biraz daha yükseltmeniz yeterli: “Yeteeeeeeerrrrrrrr!”
Nunila’nın söylediği gibi; “uyanmaya ve yaşamınızın iplerini elinize almaya başlayın, çünkü siz yaşamınızı güzelleştirmedikçe dünya da değişmiyor. Sevmek ruh ikizinizi bulmak değildir, sevmek bakmaktır. Önce kendinize, sonra da başkalarına bakmak.”[2]
Kadınların ve kekliklerin bir özgürleşme hareketi olan Vejetaryen Külkedisi, feminist bir manifesto olarak karşımıza dikiliveriyor. Ataerkil toplumun, erkek egemen kurguların içinde ayaklarını sıkan ayakkabılarıyla, bedenlerini sıkan elbiseleriyle, her an daralan ruhları ve yok edilen düşleriyle yaşamaya çalışan Külkedilerinin keklik tezgâhındaki uyanışıyla başlayan, özgürce uçmak istemesiyle devam eden/belki de hiç bitmeyecek olan bir mücadele/karşı koyma.
Kitaptaki yazılar ve çizimler bizleri alıp uzaklara; gerçekleştirmek isteyip de ötelediğimiz/bir türlü gerçekleştiremediğimiz isteklerimize/düşlerimize götürüyor. Külkedisi’nin açtığı restoranın benzerini açmak isteyenlere duyurulur, ilk işiniz ruhunuzun ötekileştirdiğiniz yarısındaki “Yeter Perisi’ni” uyandırmak olsun. Bir “Yeter” de bize gelsin. Şimdi yola koyulma, okuyucuyu Vejetaryen Külkedisi’yle baş başa bırakma vakti.
Sizi mutlu etmeyen bir şeylerin olduğu zamanlarda “Yeter” diyebilmeniz umuduyla...
* Nunila Lopez Salamero, Vejetaryen Külkedisi: Büyüklere Gerçekçi Bir Masal, Resimleyen: Miriam Cameros Sierra, Çevirmen: Zekine Sanchez Vejga, Nota Bene Yayınları, Ankara, 2013, 68 sayfa.
[1] Vejetaryen Külkedisi: Büyüklere Gerçekçi Bir Masal.
[2] Vejetaryen Külkedisi: Büyüklere Gerçekçi Bir Masal