Türkiye’de kadınlar birçok Avrupa ülkesinden önce, 1934 yılında seçme ve seçilme hakkına sahip olsa da, seksen beş yıldan bu yana, Türkiyeli kadınlar gerçek anlamda özgürlük bilincine ulaşabildiler mi? Neden hala karar mekanizmalarında, siyasette ve hatta sanatta kadınların güçlü seslerini duyamıyoruz?
Özel günler bir soruna, bir acıya ve bir eksikliğe işaret eder çoğu kez. Yıllardır 8 Mart "Kadınlar Günü" olarak kutlanıyor, salt 8 Martlar da değil, kadın sorununu, hepimizin, tüm insanlığın sorunu olarak görsek de, ancak ve ancak, kadınlar kendilerini kurtarabilirler elbette. Bu konuyu farklı mesleklerden kadınlarla konuştuk. Kadın dosyamızda, yazar Menekşe Toprak, hak savunucusu, avukat Eren Keskin, eski HDP milletvekili Ayla Akat ve müzisyen İlkay Akkaya var.
Bu hafta söz gazeteci Nevşin Mengü'de.
Erkek egemen tahakküm, kadını özerk bir varlık olarak değil de erkeğe bağlı bir aidiyet olarak görür. Bu zihniyetin eril baskısını aşmanın dayanakları neler olabilir?
Geleneğin gücünü kaybetmesi, toplumsal ilişki ağlarının değişmesi. Gelenek, örf, adetlere değer verilip bu olgular yüceltildikçe kadının ikincil durumu değişmez. Örneğin İsveç toplumu -sandığımızın aksine- Viking geçmişiyle övünmez ve böbürlenmez. O periyodu geçmiş bitmiş bir süreç olarak kabullenmişlerdir. Geçmiş çoğu zaman hatalarla doludur; geçmişi süsleyip pembe bir tabloda sunmak, çoğu zaman toplumsal cinsiyet eşitsizliklerini arttırır.
Kadın ve erkeğin algılanışı sınıfsal, ırksal, cinsel, dinsel vs. birçok toplumsal öğe ile ilişkili. Ötekini egemenlik altına almaya dayanan bu ilişkiler kadın-erkek ayrımının keskinleşmesinde önemli rol oynar. Kadın ve erkeği temsil eden metaforların karşıt/dışlayıcı söylemlerle güçlenmesindeki nedenleri nasıl sıralayabiliriz?
İnsan zihni her şeyi karşıtıyla algılayabilen bir yapıya sahip. Norm olan erkeklik olarak konumlandığına göre karşıtı da kadınlıktır/dişiliktir. İşte geleceğin örfünün zayıflatılması derken kadının erkeğin karşıtı olmasını kastediyorum. Bu bağlamda paradigma ve norm değişikliğinin yapılması gerekir.
Dünyada ve Türkiye’deki feminist hareketlerin tüm dayatmalara karşı mücadelelerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben açıkça vegan olmayan hak mücadelesini pek samimi bulamıyorum. Zira sen “Güçlü olan güçsüz olanı ister yer ister köle eder” dersen hangi hak mücadelesinden bahsedilebilir? Hayvan yiyebilen feminist arkadaşları pek anlayamıyorum o nedenle.
Hak kavramının herkes için içini dolduralım mı evvela, sırf kendimiz için değil. Hak mücadelesi bence acı çeken, hisseden canlıların hakkını tanımaktan geçiyor. Şimdi sen sırf daha güçlü olduğun için kuzunun kafasını kesip yemek hakkını kendinde görüyorsan adamın biri de daha güçlü olduğu için iki tokat patlatma hakkını kendinde görür. Bilmem anlatabildim mi?
Günümüz koşullarına bakıldığında birçok ülkede kadının sıkıştırılmak istendiği kabuğun daha da sertleştiği fark ediliyor. Bu durumda özellikle din olgusunun etkisini nasıl açıklarsınız?
Din geleceğin parçasıdır. Dolayısıyla tam da o bahsettiğimiz normların oluşturulması ve güçlendirilmesinde başat rol oynuyor. Bu roller insanlık tarihi boyunca birçok şekilde yaşamımızda yer edinmiştir.
Rönesans reform denen süreç, Avrupa’nın dini sorgulama ve dinle dalga geçme hakkını kazanmasıdır. Türkiye’de o noktadan birkaç yüzyıl falan uzağız sanırım.
İktidar ve eril bağının bir yansıması olan siyaset dünyasında kadınlara düşen sorumluluklar hakkında neler söylemek istersiniz?
Bu durumda bence en önemlisi eğitim sistemi. Gencecik insanlar okullarda şekillenebilir, şekillenmektedir de. Müfredat her anlamda olduğu gibi toplumsal cinsiyet başlığı altında da eşitliğe uygun hazırlanmalı. Zihinlere sosyal, siyasal, dini vs. her anlamda eşitlik kavramı yerleştirilmeli. En önemlisi bu.
Kadına yönelik çeşitli haberler ile karşı karşıya olan biri olarak, dünden bugüne Türkiye'deki "kadın" algısının gelişim ya da değişim sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kendimize göre ilerleme kaydettik. Doksanlarla karşılaştırınca bir nebze ilerlediğimizi görüyoruz. Doksanlara bakınca popüler figürlerin abuk sabuk “Erkeğimin kölesi olurum, iki tane patlatmazsa rahat etmem” gibi söylemlerinin takdir edildiğini görüyoruz. Bugün bu söylemler banal ve bayağı karşılanıyor. Prim yapmıyor.
Tabii öte yandan var gücüyle kendi iktidarını korumak için toplumsal cinsiyet eşitliğiyle savaşan bir zihniyet var.
Bizim attığımız adımlar ancak bebek adımları gibi görünüyor. (DM/AS)