15-16 Haziran 1970’de işçiler ve yurttaşlar kendi hak ve özgürlükleri için verdikleri en şanlı direniş ve sınıf mücadelesiyle haklar ve özgürlüklerin mücadele edilmeden kazanılamayacağını yarım yüzyıl önce kanıtlamıştı.
Geçmişi anmışken Başbakan Bülent Ecevit’in Başbakan olduğu 57’inci Hükümet döneminde “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı” 19 Mart 2001 günlü Bakanlar Kurulu toplantısında kabul edilmiş ve Resmî Gazetede yayınlanmıştı (R.G. 24.03.2001- 24352 Mükerrer sayılı).
Ulusal Program’a göre kabul edilen “Siyasi Kriterler” ve “Ekonomik Kriterler” uygulanacaktı. Düşünce ve ifade özgürlüğü ile dernek kurma özgürlüğü, barışçı toplantı hakkı ve sivil toplum için yapılacaklar ilk sıradaydı. Kısa Vadede; Anayasa’nın temel hak ve hürriyetlerle ilgili bölümler, başta düşünceyi açıklama ve yayma, bilim ve sanat ile basın özgürlüğüyle ilgili hükümler gözden geçirilecek, yeniden düzenlenecek, ifade ve basın özgürlüğüne yönelik anayasal ve yasal güvenceler güçlendirilecekti.
58. Hükümet Dönemi (19.11.2002- 12.3.2003) ve Başbakan Abdullah Gül’dü. 59. Hükümet dönemi (14.03.2003-29.08.2007) ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül, Adalet Bakanı Cemil Çiçek…
14 Mart 2003 Hükümeti ilk işi “Ulusal Programın Gözden Geçirilmesi” olmuştu. Bakanlar Kurulu 23.06.2003’de “Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar”ını kamuoyuna açıkladı. Hükümetin tarih vererek Haziran 2004’e kadar gerçekleştirmeyi açıkladığı vaatlerini saydı. Siyasi önceliklerinin başında “Düşünce ve İfade Özgürlüğü” “Dernek Kurma Özgürlüğü, Barışçı Toplantı Hakkı ve Sivil Toplum” vardı.
59. Hükümet 2003 yılında Ulusal Program vaatlerine göre ifade özgürlüğüne verdiği önemi şöyle ifade ediyordu: “İfade özgürlüğünün evrensel değerlere dayalı olduğunu ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi 10. maddesi çerçevesindeki toprak bütünlüğü ve ulusal güvenliğin korunmasını da öngören ölçütler ile laik ve demokratik Cumhuriyeti, üniter devlet yapısını ve milli birliği koruma kriterleri temelinde bir yandan genişletilmesine, diğer yandan da sürdürülmesine öncelik ve önem vermektedir.”
2003 yılında Hükümet; ifade özgürlüğü sınırlarını belirleyen mevzuatın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve özellikle Sözleşmenin 10., 17. ve 18. maddelerinin lafzına ve ruhuna uygunluğu bakımından gözden geçireceğini, ifade özgürlüğü alanını genişleten yasal ve idari değişikliklerin etkin uygulamasının sağlanacağını, basın özgürlüğünün evrensel standartlarda uygulanması için gerekli tedbirleri alacaklarını, Türk vatandaşlarının günlük yaşamda geleneksel olarak kullandıkları farklı dil ve lehçelerde yayın yapılması veya farklı dil ve lehçelerin öğrenilmesine ilişkin hükümlerin hayata geçirileceğini vaat etmişlerdi.. Böyle demişlerdi, böyle yazdılar ve “cak”, “cek” cümleleriyle biten vaatleri sıraladılar… Kürt dili yasağı ve Basın Kanunu değişikliği bakımından dediklerini yaptılar.
Ve hatta Hükümet tarafından;“Uygulamada yeknesaklığın sağlanması amacıyla, yargı mensuplarının insan hakları, AİHS ve AİHM içtihadı konusunda yürütülen eğitim programları yaygınlaştırılarak” sürdürülecekti. 16 yıl içindeki uygulamaları sonuçlarıyla önümüzde… Öğretim ve eğitimleri devleti korumak olarak algılayanlar ifade özgürlüğünün sınırlandırmalarının tümünü esas kabul etti, basın ve ifade özgürlüğünü kaldırdı.
Ve hatta; vaatlerinin ikinci sırasında “Dernek Kurma Özgürlüğü, Barışçı Toplantı Hakkı ve Sivil Toplum” için “Hükümet, sivil toplumun güçlenmesini ve demokratik yaşama katılımını desteklemeye devam edecektir. Bu çerçevede, ilgili mevzuatın Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine ve özellikle Sözleşmenin 11., 17. ve 18. maddelerinin lafzına ve ruhuna uygunluk açısından gözden geçirilmesine” devam edileceğini açıkladı.
Ve hatta ve hatta “İşkence ve Kötü Muamelenin Önlenmesi”için vaatleri çok nettir:
“Hükümet, işkence ve kötü muamele olaylarını önlemeye ve sıfır hoşgörü göstermeye kararlıdır.” Adaletin bir an önce tecelli etmesi için yasal ve idari önlemler titizlikle uygulanacak, özellikle AİHS’nin 3. Maddesindeki işkence yasağı gözetilerek yasal değişiklikler yapılacak, işkence ve kötü muameleye karşı hassasiyet gösterileceği ve Avrupa İşkencenin ve İnsanlık dışı veya Onur kırıcı Ceza ve Muamelenin Önlenmesi Komitesi tavsiyelerinin dikkate alınacağı vurgulanmıştır.
Vaat vermek çok kolaydı, 57’inci ve 58’inci Hükümet dahil ve 59, 60 ve sonrasındaki Hükümetler hep vaat ettiler… Sürekli tersini yaptılar.
Ve hatta Parlamenter sistemin ortadan kaldırılmasından sonra Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemde yürütme yetkisine sahip devletin başı olan Cumhurbaşkanı 30 Mayıs 2019’da Cumhurbaşkanlığı Sarayında Yargıda Reform Stratejisini açıkladı…
Ve hatta yapmadıklarının tekrarlarının tekrarından ibaret ve kendi icraatları “yapılamayanları” vaatlere yeniden dönüştürmüş olan Yargı Reformu Stratejisi alkışlarla karşılandı, yargı mensupları memnun, törene katılan avukatlar sevinçli, yasama keyifli…
Ve hatta onaltı yıl sonra özgürlükleri “vaat eden” Hükümetlerin yapamadıklarına inat sanki 2019-2023 dönemi için Yargı Reformu Stratejisi’nde (2019) tekrarladıkları vaatlerine dair şöyle yazmışlar: “Belge’de ele alınan konuların iki temel yönü bulunmaktadır. Bunlardan biri mevzuat altyapısına, diğeri uygulamaya ilişkindir. Uygulamada insan hakları duyarlılığının artırılmasına ilişkin çalışmalar yapılması planlanmıştır. Bu çalışmalar özellikle ifade ve basın özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ve tutuklama tedbirine ölçülü başvurulmasına yönelik olacaktır”
Ve hatta yeniden işkenceye sıfır tolerans demişler. Yoksa işkence var mıydı?
Ve hatta; “İfade özgürlüğünü etkileyen mevzuat üzerinde öngörülen değişiklikler, haber verme sınırları içerisinde yer alan, eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamalarının suç oluşturmayacağına ilişkin düzenlemelerin ceza mevzuatının bütününün değerlendirilmesi suretiyle etkin biçimde uygulanmasına yönelik olacaktır. Hak ve özgürlüklere ilişkin standartları yükseltmek üzere mevzuat gözden geçirilecek ve gerekli değişiklikler yapılacaktır.” bile demişler…İnanılmaz!
İfade özgürlüğü tüm hak ve özgürlüklerin omurgasıdır. Toplanma özgürlüğü ifade özgürlüğünün koruması altındadır. Bir düşüncenin toplantı ve gösteri yürüyüşü gibi herhangi bir biçimde toplu bir şekilde dile getirilmesi herkesin hakkıdır. Bireyler örgütlenme özgürlüğüne sahiptir ve ortak bir amacı gerçekleştirmek için bir araya gelmeleri ve örgüt çatısı altında ortak faaliyet yürütmelerini hukuki güvence altındadır. İfade özgürlüğünün kolektif biçimde kullanılma biçimidir.
Bunu bilmezden gelenlerin ve bildikleri halde uygulamayanların yaptıklarına bakınca, vaatleri ve önümüze koydukları Yargı Reformu Stratejisi bomboştur. Yaptıkları, yapmayacaklarının ve yapmak istemediklerinin teminatı gibidir.
Neden mi? Cumhuriyet gazetesi hakkındaki ceza davasının mahkûmiyet gerekçesini okumak, Sözcü gazetesinin iddianamesine bakmak, Akademisyen davalarında verilen tek tip mahkumiyetleri izlemek ifade özgürlüğünde nerede olduğumuzun resmi gerçeğidir. Gezi Davası iddianamesine göz atın…İfade özgürlüğü, barışçı toplantı, gösteri ve örgütlenme özgürlüğü hakkının bundan böyle kullandırılmayacağını gösteren kuvvetli bir delildir. Yasama, yürütme ve yargının icraatlarından öğrendik. Önce ifade ve basın özgürlüğünü kaldırdılar. Kurdukları “hukuki düzene” ve “kendi düzenlerine” aykırı davranan tüm muhaliflerin; temel hak ve özgürlüklerinin ne olduğunu değil ne olmadığını, baskı ve ceza tehditlerinde, adalete aykırılıklarda gördük, öğrendik. Düşman ceza hukukunu, kendi düzenlerine uygun olarak yeniden kurdular. Her şey gözümüzün önünde oldu, tanıklarıyız.
Bu ülke vaatlerle ve seçimlerle ömür tüketiyor. 16 yıldır demokrasi, temel haklar ve özgürlükler açılan ceza davaları üzerinden tartışılıyor. Vaat ediliyor ve insanlar hakkettikleri güvenilir bir adalet için sürekli hukuk güvenliği beklentisi içine sürükleniyor…
Beklenti ve vaatlerin bomboşluğu yüzünden Godot’yu beklemeyin, gelmeyecek…Ama güvenilir bir adalet için mücadele etmenin ve istemenin ve hatta hukuk güvenliğinin gerçekleşmesi için direnmenin tam vaktidir. Beklemeyelim, yaşanan acılar kafidir.
Ve hatta onurlu bir hayat sürdürme hak ve yetkisine sahip yurttaşlar olarak kuvvetler ayrımının devlet organları arasında üstünlük sıralaması anlamına gelmeyip belli devlet yetki ve görevlerinin kullanılmasından ibaret olduğunu bilmezden gelenlere öğretmenin ve yurttaş olarak bizlerin yeniden insan hakları ve hukuk adına mücadeleyi öğrenmemizin tam zamanıdır. (Fİ/AS)