Çizim: Kemal Gökhan Gürses
Ne tuhaf değil mi, birisi özgürlüğünden yoksun bırakılıyor, tutuklanıyor ve basında aynı cezaevine getirildiğini okuduğunuzda seviniyorsunuz. Belki yanıma verirler diye de ihtimaller yumağının ucunu yakalamaya çalışıyorsunuz.
İtiraf edeyim Cumhuriyet Gazetesi yönetici ve çalışanlarının gelişi zindanın kütüphanesinin zenginleşmesine yol açınca da böyle hissetmiştim.
Özellikle Cumhuriyet kitap eki Yayın Yönetmeni Turhan Günay sayesinde yayınevlerinin bağışıyla kitap sayısı artınca kütüphane zenginleşti. OHAL bahanesiyle her hak gasp edildiğinden en büyük ceza kitapsızlıktı. Tecridi yoğunlaştırmanın en etkili silahıydı.
Ve bu konuda uzmanlaşan bir cezaevi pratiği oluşmuştu. İlk emrin oku olduğuna inanmış gibi yapanlar, kendilerine okumayı lüks gördüklerinden en güçlü yanından vurarak seni hırpalıyordu.
Gazete verilmiyor, TV yok
Özellikle ilk üç ay verilmeyen gazeteler ve televizyondan yoksun olduğumuzdan ne olup bittiğine dair sağlıklı bilgiler edinemiyorduk.
Hesabımızdan ödeyerek tv ve buzdolabı için girişimimiz de “sırada çok kişi var” diye olumsuz karşılandı. Diğer tutukluların üzerine zimmetli eşyalarının bizim hücreye verilmesi için dilekçe yazmamız ve onların yazılı ve sözlü başvurusuna rağmen dikkate alınmadı.
İlk dört aydan sonra ise kütüphaneden kitap alımı kolaylaştı. Ahmet’in (Şık) gelişine rastlayan bu dönem en sıkıntılı günlerin aşıldığına işaretti.
Zaten ne görüşçünün getirdiği kitaplar ne de şahsi hesabınızdan kitap ve dergi siparişine müsaade edilmiyordu.
Kardeşim ilaç gibiydi
Görüşüme gelen kardeşim, her hafta getirdiği kitapları içeriye sokmaya çalışıyordu. Kardeşim en az devlet kadar inatçıydı, bezmeden görev bilinciyle Perşembe günlerini bana ayırıyordu. Hem çalışıp hem de zamanını görüş gününe göre ayarlıyordu.
Avukatımla birlikte benim dünyaya açılan yegane kapımdı. Bir saatlik kapalı görüşte dışarıda olup bitenleri her hafta bana aktarması ilaç gibi geliyordu.
Arkadaş selamı getiriyor, haberdar olamadığım politik ve sosyal gelişmeleri, tartışmaları aktarıyordu. Nadiren de olsa gelemediğinde bir sonraki haftayı iple çekiyordum.
Yeni yıl armağanı
Yeni yılın birinci haftası dolmadan Ahmet Şık hücrenin kapısından içeriye girdiğinde sevincimi belli etmemeye çalıştım. Gözaltı süreci, tek kaldığı Metris Cezaevi'nde yaşadıkları, sonrasında getirildiği 9 Nolu’da yalnız kalmasının etkisi hala üzerindeydi. Su bile verilmediğinden bahsetti.
Daha beterini tutuklandığımızda ben de yaşamıştım. Bir önceki dönemin de hedef tahtasında yer aldığından cezaevi tecrübesi olmuştu. Dışarda tanışma şansımız olmamıştı. Akşama doğru hemen hücrede eksik gedik ne var bir listesini çıkarmaya başladı.
Pratikliğiyle göze çarpan Ahmet, mahpusluk kültürünü deneyimlediğinden kendini koyvermenin neye yol açtığını biliyordu. 18 günlük hücre paylaşımına neyi sığdırabildiysek o şekilde geçirdik.
Salatalarla iştahım açıldı
Ahmet'in yaptığı salatalarla iştahım açıldı. Ekmeği banıp salataları silip süpürüyordum. Yanımdaki vatandaş ile ortak noktalar yakalama denemelerim başarısızdı.
Kendini aşçı yamağı gibi gören vatandaş da Ahmet’ten kaptıklarıyla birlikte kaldığımız yedi ay boyunca övündü durdu. Burun kıvırdığı mercimek, makarna, tavuk haşlama, ıspanağı gördüğünde yüzü asık şekilde masaya oturuyordu. Başka şansı olmadığından löp löp götürüyordu. Çatışmama adına sessiz kalıyordum.
Benim hazımsızlığım dışarının canlılığıydı, Ahmet’in ise önceliği, mahpusluğun uzun sürebileceği ihtimaline karşılık kendini hazırlamaya çalışmasıydı. Memleket ahvaline ilişkin merakımı gidermek için sürekli sorularla onu bunaltıyordum. Ahmet, zindan soğuğunu alan kısa süreli bir yaz havasıydı.
Neşeli takılmalar
Ahmet neşeli takılmalarıyla günlerimiz su gibi akmasa da suyun bir şekilde yerin yedi kat dibinde de olsa bir çatlak bulacağı fikrini yeniden hatırlamama yardımcı oldu.
Diğer vatandaş günlük alması gereken psikiyatri ilaçları kendisine gardiyanlar tarafından verildiğinde Ahmet, “Tek başına kafayı bulma. Biri sana diğerini de bölüp İnan ile ikimize paylaştır” diyordu.
Bitişik hücredekiler Ahmet’in gelişi hatırına yaptıkları çiğ köfteyi attılar. Logarda nasıl yaptınız sorusuna gülerek, sadece “Afiyet olsun” dediler.
Fırça kırılınca...
Gazetedeki arkadaşlarının hücresine geçme isteği idare tarafından onaylanan Ahmet ayrıldığında iyiden iyiye kış kendini hissettiriyordu. Sulu sepkenin yanı sıra devamlı yağan kar havalandırmanın betonunun üzerine yığıldı. Yarım metreyi aşan kar birkaç gün betonda kaldı.
Gün ışığından faydalanmak için havalandırmaya çıktığımızda ayaklarımızla karı duvar dibine savurmaya çalıştık. Baktık olmuyor ellerimizi kullanarak volta alanını açtık. Karın içinde buz kesen ellerimizi ısıtmaya içeriye geçip hemen kalorifer peteğine yapıştırıyorduk.
Tekrar havalandırmaya çıktımızda karın örttüğü betonun üzerindeki ince buz tabakasına bastığımızda ayakta kalmakta zorlanıyorduk. Yerler kaydığından temizlik fırçasıyla buzu kıralım derken fırça yarıldı. Yeni bir fırçayı ise öyle istediğin zaman hesabından karşılanma koşuluyla da kantinden alamazdın. Niye kırıldığını izah etmen ve idarenin emanet eşya biriminin de buna ikna olması lazımdı.
Duruşmalara gitmek, gitmemek?
SEGBİS ile (Sesli ve görüntülü bilişim sistemi) katıldığım duruşmalarım devam ediyordu. Dilekçe verip yüz yüzelik ilkesi gereğince SEGBİS ile ifade vermeyeceğimi söylemiştim. İlk başlarda tutuksuz yargılandığım mahkemelere gidiş gelişlerimde baskı ve tehdit görünce Çağlayan Adliyesi'ne hiç gitmek istemiyordum.
İnsan yüzü görme, birkaç dost ile duruşmada göz teması, bir baş selamı veya içeride unutulmadığına dair küçük bir bakış bile moral vericiydi. Üşütmemek için kat kat giyindiğim halde, buz gibi soğuk adliyenin nezarethanesinde gün boyu bekletilip duruşmalara çıkarılmadığım da olmuştu.
Ne hikmetse bu durum medyanın en fazla rağbet ettiği duruşmalarda yaşanıyordu. Adliyedeki rütbeliler ‘yine mi sen’ bakışı atarken, ‘tertip’ demeye başlayan erler ise benden önce teskere alacaklarını söylüyordu.
Sık sık karşılaştığım adli tutuklular ise duruma anlam veremediklerinden ‘siyasi abi’ muamelesi çekip, sorunlarını anlatıyorlardı. (İK/APA)
Yarın: "Sen Gazeteci Değilsin, Teröristsin" diyerek Hedef Gösteriyorlar
Kemal Gökhan Gürses hakkında
Karikatürist. Mucizeler Dükkanı reklam ajansında grafik tasarımcılık ve yöneticilik yapıyor. Gezi direnişi etrafında gelişen ve kör bir fotoğrafçının hikayesini anlattığı "Ya Ameliyatlı Yerime Gelseydi" (2013) adlı kitabı bulunuyor. Cumhuriyet, Hürriyet, Radikal, Taraf gazetelerinde çizerlik yaptı. Gençlik ve Toplum, Doğan Kardeş, Deli dergilerinde görev aldı. 1978-1984 arası Gırgır, Fırt, Atmaca dergilerinde çizdi.