Yeterince demokrasi deneyimi olan her Türkiyeli bu havada bir ağırlık sezdi; özgürlüğün değil güveliğin karartısını görerek, amiyane tabirle, meselede bit yeniği aradı. Keşke bu sefer haksız çıksalardı, ama olmadı ve bit de, yeniği de ortaya çıktı.
Bir süre önce Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde, hazırlanan taslağın ilk filizleri sürgün verdi. Haberlerde, iletişim özgürlüğünden, seyahat ve yerleşme özgürlüğüne, ifade özgürlüğünden basın özgürlüğüne kadar bir dizi kısıtlamadan bahsediliyordu.
Demokrasiden ve insan haklarından ödün verilemeyeceğine dair bütün yetkili açıklamalarına rağmen, tasarılar gizliydi (hâlâ da gizli) ve hazırlayan komisyonda da sivil ve özgür yurttaşlar ve temsilcileri değil, sadece ve sadece güvenlik bürokrasisisin temsilcileri vardı. Egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu söylenen Türkiye Cumhuriyeti'nin yasa tasarısında "gizli" kaydı bulunmakta. Bu belki de yadırganmayacak tali bir meseledir, zira gizli kararlar, yönetmelikler ve yasalar olduğu hepimizin malumu.
Kısa bir süre önce gazete haberlerinde sözü geçen tasarıdan farklı, biri oy çokluğu ile kabul edilmiş, birisi ise kabul edilmemiş gözüken alternatif-1 ve alternatif-2 başlıklı iki tasarı çıktı. Her iki tasarıda da, yerleşme ve seyahat özgürlüğü ile iletişim özgürlüğüne dair kısıtlamalar hakkında bir önerme bulunmuyor. Bu durum, akla bu tür tasarılara muhalif olan kesimlerin maniple edildiğine yönelik kuşkuları getiriyor.
Tartışmayı aslında olmayan bir mesele üzerinde yaptırtıp, istenen değişikliği kolayca gerçekleştirme niyeti seziliyor. Zira benzer bir durum, ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı hakkında kanun henüz tasarı halindeyken de yaşanmış, gündeme cezaevlerinde zorunlu çalışma ve tek tip elbise giyme mecburiyeti getirilerek, tartışma ve muhalefet bu noktalara odaklanmış, tasarının diğer bölümleri gözden kaçırılmış ve sonuçta en çok muhalefet edilen iki konu hariçte bırakılarak yasa çıkarılmıştı.
Metnin parantez içi notuna göre hazırlayan komisyon tarafından oy çokluğu ile kabul edilen alternatif-1 tasarısı üzerinden bir değerlendirme yapmak uygun gözükmekte. Değerlendirmeye başlamadan önce şunu açıklamak isterim: Muhalifler, aydınlar, hukukçular ve bunların örgütleri yeterli teknik değerlendirmeyi yaptıkları için, tekrar olmasından kaçınacağım ve tasarıların üzerinde az durulan kısımlarına dikkat çekmeye çalışacağım.
Tasarının 1. maddesi ile 3713 sayılı TMY'nin 1. maddesine bir ikinci fıkra eklenmektedir. Bu fıkraya göre, artık uluslararası kuruluşlara ve yabancı devletlere karşı eylemler de terör suçu olarak değerlendirilebilecek. Terör, daha çok devlete ve topluma yönelmiş kitlesel örgütlü suçları anlatmaktayken, "kuruluşlara" yönelik eylemler bir örgüt faaliyeti içinde işlendiğinde organize suç olarak değerlendirilmekteydi.
Yabancı devletlere karşı eylemlerin "terör" kapsamında değerlendirilmesi, ülkeler arası terör konseptinin bir gereği veya parçası olarak kabul edilip anlaşılabilir kılınabilir. Fakat, uluslararası kuruluşların kapsama alınması, küresel sermaye düzenini güvenlik şemsiyesi arkasına alıp özgür ve muhalefetsiz bırakma arzusunun dışavurumundan başka bir anlam taşımamaktadır.
İkinci maddeye eklenen 2. fıkra, örgüt mensubu olmasa bile tanım maddesinde (1. madde) belirtilen amaçlarla suç işleyen kişilerin, örgüt mensubu yani "terörist" gibi cezalandırılacağını öngörmektedir. Bu hal, başlı başına komedi olup, hukuk tekniği ve mantığını aşan bir garabettir. Bu düzenleme, "terörü" örgüt dışına çıkarıp, tek tek her vatandaşı potansiyel "terörist" görebilme becerisinin cisimleşmesidir.
Alternatif-1 tasarısı ile değiştirilmesi öngörülen TMK'nın 4. maddesinde sayılan bazı suçların (214 - Suç işlemeye tahrik, 215 - Suçu ve suçluyu övme, 216 - Halkı kin ve düşmanlığa tahrik ve aşağılama, 217 - Kanunlara uymamaya tahrik, 300 - Devletin egemenlik alametlerini aşağılama, 318 - Halkı askerlikten soğutma, 319 - Askeri itaatsizliğe teşvik) ifade özgürlüğü ile ilgili olduğu ve Türkiye yargı pratiği içinde doğrudan doğruya bu özgürlüğü sınırlamak için kullanıldığı bilinmektedir. Bu haliyle bu madde, TMK'nın kaldırılan 8. maddesinin ince kıyılmış yeniden doğuşudur.
6. madde de yapılan değişiklik ile, önceden para cezası öngörülmüş olan TM görevlileri ile muhbirlerin kimliğini deşifre etme suçu, hapisle cezalandırılmaktadır. Üstelik yaptırıma maruz kalmak için, o görevlinin bundan dolayı zarara uğraması da gerekmemekte. Demek ki, bu kapsamdaki görevlilerin hak ihlalleri ile hukuka aykırı davranışları saklanacak. Yasalara ve hukuka uygun çalışan devletin neden görevlisini gizlediği sorusunu bir yana bıraksak bile, daha çok basın özgürlüğü ile ilgili olan bu hal, basın kanunu ile tezat oluşturmaktadır. Zira, basın kanunda yer alan bütün hürriyeti bağlayıcı cezalar para cezası ile yer değiştirmişken, burada durum tersine çevrilerek para cezası hapis cezasına dönüştürülmektedir.
6. maddeye eklenmesi düşünülen 2. fıkra, örgütü veya örgüt yöneticilerini ya da üyelerini kamuoyuna hoş göstermeye yönelik yayını suç kabul etmektedir. "Sayın" sözcüğünün kimlerin başına ne belalar açtığının hatırlanması "hoş göstermeye yönelmenin" en bariz örneklerinden biridir. Hoşluk ve yönelmenin ucu açık, sübjektif, kişiye ve eyleme uyarlanma kabiliyeti yüksek, fakat ceza adaletinin evrensel kurallarına tamamen aykırı olduğu aşikardır. Bu ifade bir süre sonra ifade özgürlüğü ile basın özgürlüğünün demokles kılıcı olmaya aday bir güvenlik güzellemesidir.
7. madde için öngörülen değişiklikler de dikkat çekicidir. Şöyle ki: Bu madde ile yine sübjektif değerlendirmelere kapı açacak olan, eylemin suç olarak kabul edilmesinin olmazsa olmaz koşullarından olan kast unsurunu pas geçen bir anlayış dışa vurulmaktadır. Madde, "terör" eylemi olarak nitelenen eylemlerin sebeplerini tartışmayı ve araştırmayı bile yasaklar bir hale bürünerek meseleyi sadece "kökünü kazımak" olarak ele alan mantığı ifade etmektedir. Bir çok başka unsur dışında şu ibarelerin nelere yol açabileceği üzerinde biraz düşünmekte fayda var: "Terör ..... veya en azından mazur karşılanması gerektiği yönünde kanat oluşturmaya yönelik faaliyette bulunan kişi, örgütün üyesi olup olmadığına bakılmaksızın, altı aydan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır..."
Maddeyi "terör" bulanıklığı içinde okuduğunuzda masum gelebilecek bu düzenlemenin "mazur karşılanması gerektiği yönünde kanaat oluşturmaya" cümleciğine dikkat edilmeli. Biri çıkıp da, bu eylemler olması beklenen bir şeylerdir. Çünkü, "şu şu sorunların olduğu yerlerde böyle eylemlerin, örgütlenmelerin, hareketlerin olması kaçınılmazdır" derse, alasından "mazur karşılanmasına yönelik" dairesine girmiş olur.
İfade özgürlüğü, basın özgürlüğü, bilim özgürlüğü gibi özgürlükleri kısıtlayan TMK'nın eski 8. maddesi ince ince yasa içine serpiştirilmişken, yeni bir 8. madde eklenmiştir. Bu madde, genel olarak "terörün" finansmanını yasaklamakta ve cezalandırmaktadır. Zaten örgüte yardım kapsamında değerlendirilen finansman meselesinin ayrı bir madde altında yeniden düzenlenmesi de takdire mahzar bir uyanıklık olup, kuvvetli mücadele azminin gereksiz işgüzarlığı örneğidir.
Değiştirilen 9. madde, bu kanun kapsamındaki suç faillerinin özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde yargılanacağını düzenlemektedir. Tabelaları değiştirilerek, DGM'lere devam edin dendiği herkesin malumudur.
10. madde ile de, bu kanun kapsamında değerlendirilen suç faillerinin savunma ve adil yargılanma haklarının nasıl kullandırılacağı, daha isabetli bir ifade ile kullandırılmayacağı düzenlemektedir. Özellikle bir örnek, dikkat çekicidir. 10. maddenin 1/b fıkrası bakın ne diyor:
"...Gözaltındaki şüphelinin müdafi ile görüşme hakkı, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, hakim kararıyla yirmi dört saat süre ile kısıtlanabilir, ancak bu süre içersinde ifade alınamaz."
Zanlının gözaltına alınma sebebi çoğu zaman suç hakkında bilgisine başvurulması ve savunmasının alınmasıdır. Hal böyleyken, ifadesi alınmayacak olan zanlıya, müdafii ile görüşmesinin yasaklanacağı ilk 24 saat içinde ne yapılacağı hayal gücümüzle sınırlıdır. Benim aklıma gelen odur ki, ilk 24 saatte kolluk argosunda "şifahi görüşme" diye hayat bulan yasak sorgu uygulanacak, hukuka aykırı deliller elde edilmeye çalışılacaktır. İleride yargılama aşamasında deliller tartışılırken de, ifade alınmadığı ve zaten bunun yasa ile de yasaklandığı, zanlının 24 saat sadece "istirahat ettirildiği" gerekçesi ile delil tartışmaları geçersizleştirilecek ve sanıktan delile uygulaması yasallaşacaktır.
Ceza Yasaları paketini hazırlayan komisyonun üyelerinden Doç. Dr. Adem Sözüer, bu yasanın ilk gündeme geldiği zamanlarda NTV'ye yaptığı açıklamada, kendilerinin istenen her türlü önlemi ve suçu TCK, CMK ve CGTİHK'de düzenlediklerini, Türkiye'nin böyle bir yasaya ihtiyacı olmadığını söylemiş ve yetkilileri bu girişimden vazgeçmeye çağırmıştı.
Gerçekten de istenen hemen her düzenleme TCK ve CMK'da yer almaktadır. Bu duruma rağmen, İngiltere'den su getirerek bir abesliğe meşruiyet sağlamanın gereği yok. Türkiye'nin yeni bir anti-terör yasasına değil, daha fazla özgürlüğe ve demokrasiye ihtiyacı var.
Muhalefete aldırmama ve onu dinlememe gibi engin bir demokrasi kültürü olan hükümete bir "sağduyu" adresi vermekte fayda var. Sayın yetkililer, etkililer bizi dinlemiyorsunuz biliyoruz, ama hiç olmazsa hocanızı, Adem Sözüer'i dinleyin. Vazgeçin bundan, gerçekten gereksiz. Gerekli olsaydı hocalar söylerdi zaten. (AK/EÖ)