Doğuştan gülmezse insan gülmüyor,
Yürekler acısı dertler dinmiyor.
Bu hayat içime böyle sinmiyor,
Allahım dünyaya biz neden geldik?
-Bergen, “Neden Geldik Dünyaya?”
Sadece otuz yıl yaşayan Belgin Sarılmışer, nam-ı diğer “Acıların Kadını Bergen”e, kısa hayatında ilk sevgilisi tecavüz etti, arabası ve evi yakıldı, aldatıldı.
İkinci kocasının azmettirmesiyle yüzüne kezzap atıldı ve bir gözünü kaybetti. 1989’da ikinci kocası Halis Serbest, Bergen’i vurarak öldürdü.
Kariyeri boyunca çıkardığı “Şikâyetim Var”, “Sevgimin Bedeli”, “Giden Gençliğim”, “Garibin Çilesi Mezarda Biter” gibi arabesk-fantezi tarzındaki albümleriyle isimlerinden de anlaşılacağı gibi şarkı söylediği tarza özgü olarak hayatın ıstıraplarını anlatıyordu.
Bergen’in yaşam öyküsünün ışığında, sözlerini kendisi yazmasa da şarkıları farklı bir düzeyde gerçekçilik kazanıyor olmalı ki, sanatsal ifadeleri bu çizginin dışına çıkmadığı gibi, medya da Bergen’i yaşam öyküsü ve çektiği acılardan bağımsız bir şekilde hiçbir zaman temsil etmedi.
Bergen’in seslendirdiği, yukarıda alıntılanan “Neden Geldik Dünyaya?” adlı şarkısında sorduğu soru, Bergen’in kısa hayatında yaşadıklarını nesillerdir yaşamamış insanların da varoluşsal açmazlar nedeniyle evrene ya da inançlarına bağlı olarak Tanrı’ya yönelttikleri bir sorudur.
Bazı önermeler
Fakat, şarkıdaki soru aslında retorik bir soru ve isyan niteliğinde. İsyanın temelinde yatan da hayattaki hazların, acıların varlığını telafi edecek kadar çok olmayışı.
Hiçbir insan dünyaya gülerek gelmediği için, hayatı boyunca gülemeyeceği yani mutlu olamayacağı, başka bir deyişle, insanın bir tür olarak doğuştan gelen özellikleri nedeniyle mutluluk gibi olumlu amaçlar benimsemesinin faydasızlığına da işaret ediyor. Bergen’in şarkısını Zapffe, Cioran ve Schopenhauer gibi filozofların önermelerini kullanarak felsefî analize tâbi tutmak saçma görünebilir.
Fakat, o önermelerin teşhir ettiği varoluşun felaketi, var olan herkesi kapsar. Bergen’in sorusu da bir feryat ya da kişinin anlam arayışı uğraşının bir sonucu olarak herkesi ilgilendirir.
Schopenhauer’ın kötümserci fakat ıstırapdaşlarını kucaklayan yaklaşımıyla değerlendirecek olursak, Bergen (ya da söz yazarı) birçok insan gibi, dünyanın bir sürgün ya da kefaret yeri olduğunu kabul edememiştir ve insanı bekleyen kaçınılmaz kadere isyan eder. Sorusunun cevabı “ıstırap çekmek için”dir.
Bunu kabul eden insan Schopenhauer’e göre daha az hayal kırıklığına uğrar. Kaderine isyan etmeyi sürdürse de aynı soruya cevap arayan başka bir söz yazarı da 1975 yılında “Deli Gibi Sevdim (Neden Saçların Beyazlamış Arkadaş?)” şarkısını yazan Cengiz Tekin’dir.
“Yıllardır soruyorum bu soruyu kendime/Allahım bu dünyaya ben niye geldim?” sorgusu varoluşsal amaçlarla (mutluluk vb.) varoluşun doğasının uyumsuzluğunu ortaya koyar. Fakat Bergen’in şarkısının aksine, yazar ıstırapdaşlarının varlığını ikrar eder ve onlara “arkadaş” diye seslenerek ortak acılarına atıfta bulunur. İnsan acıda yalnız değildir.
Bu eser Varoluşçu Terapi'nin; “yaşamın anlamı”, “anlam ve anlamsızlık”, “varoluşsal boşluk” olmak üzere bazı temel kavramlarının en net bir şekilde görülebileceği sözlerin yer aldığı eser olarak karşımıza çıkıyor.
Varoluşçuluğa göre bireyler herhangi bir anlamları olmadan dünyaya gelirler ve yaşamaları için bir anlamları yoktur. Fakat bireyler kendi hayatları için anlamlarını yine kendileri bulabilirler.
Aşk, acı, Tanrı, kader
Ne için yaşadığımız, ne için yaşayacağımız, bu dünyada neden var olduğumuz vb sorulara verilen cevaplar bize yaşamın anlamını bulma noktasında yardımcı olmaktadır. Bu sorulara verilen yanıtlar insana ancak yaşamın anlamını buldurabilir ve bireyler hayatlarında yaşamaya değer bir şeylerin olduğunu fark etmiş olurlar…
Bu şarkıda da sanatçı özellikle “Allah’ım bu dünyaya ben niye geldim?” sorusunu sorarak yaşamında bir anlam bulamadığını ve neden yaşadığına bir cevap bulamadığını çok açık bir şekilde dile getirmektedir. Bu noktada sanatçının Varoluşçu Terapiye göre bir anlamsızlık ve varoluşsal boşluk yaşadığını söyleyebiliriz (Bilgin&Sarıcı, 2018: 206).
Arabesk müzik, diğer tüm sanat dalları gibi, Zapffe’nin deyişiyle ulvileştirme mekanizmasını çalıştırır ve Schopenhauer’in önermesine göre sanatsal üretim sonucu istençten geçici de olsa bir kaçış sağlarken, anlam, sevgi, ölüm, kayıp gibi konuları sözlerinin merkezine alarak varoluşçu felsefenin alanıyla da kesişir.
Aynı zamanda bu eserler dinleyicinin katartik bir tecrübe yaşamasına da olanak sağlar. Aristoteles’in Poetika’sında tragedyaya biçtiği roldür katarsis. “Tragedyanın amacı, acıma ve korku duygularını harekete geçirerek, ruhu kendi tutkularından arındırmaktır” (2017:44).
Banu Mustan Dönmez de arabesk türüyle ilgili çalışmasında katartik etkinin arabesk müziklerin sözlerinde ve ezgilerinde de bulunduğu sonucuna varır. Şarkı sözlerinin “gerçekten de ağırlıklı olarak aşk, acı, kahır, Tanrı, kader, mutsuzluk, ölüm, dostluk, çare, gurbet, suç, günah ve dinsel kavramlar çevresinde döndüğü görülür. Bu kavramlar, kathartik etkileri açısından “acı” ve “acıdan kaçış” olarak iki temel dinamiğe göre anlamlandırılabilir” (2011: 238).
“Niye Doğdun Bebek?”
Bergen’e namını kazandıran, sözleri Levent Bektaş’a ait olan “Acıların Kadını” ise, insanın çektiği acıları kimlik edinmesine bir örnek teşkil eder ve alıntılanan diğer şarkının aksine, isyandan ziyade teslimiyet içerir.
“Neden Saçların Beyazlamış Arkadaş”taki gibi, “dert yolu” metaforuyla tanımladığı hayatın acılarına maruz kalmanın nesilden nesle aktarılan bir durum olduğunu ve insan türü var oldukça bu durumun değişmeyeceğini de ima eder.
“Yıllar yılı dert yolunda/Ne ilk ne de sonuncuyum/Kahrediyor hayat beni/Ben acılar kadınıyım”. Teslimiyet, kadercilik, edilgenlik arabesk kültürünün öznesini, şarkı sözlerinden de anlaşılacağı gibi belirleyen başat özelliklerdir. Bu özelliklere, kötümserci felsefenin insan tasvirine de uyar. V
aroluşun felaketi karşısında insan çaresizdir. Kaderini kontrol edebilecek yetilere sahip değildir. İçinde bulunduğu durumu inkâr etmek ya da ona rağmen anlam inşa etmekle yetinmek zorunda kalır fakat inşa ettiği anlamlar da kendisi gibi fanidir.
Diğerleri kadar ünlü olmasalar da varoluşu ve üremeyi sorgulayan diğer örnekler de Nihat Hanoğlu’nun “Niye Doğdun Bebek?” ve Hüseyin Altın’ın “Niye Doğdum” adlı şarkılarıdır. Altın, şarkısında diğer örneklerde olduğu gibi, aslında varoluştan ziyade kendi varoluş biçimine isyanını ifade eder.
Şarkıda hayatın ima edilen amaç ve anlamı mutlu olmaktır. Amacına ulaşmayan bir hayat da boşuna yaşanmıştır. Hanoğlu’nun şarkısında ise zalim, hain ve yalan diye nitelendirilen dünyaya gelmenin kendisi sorunlaştırılır.Fakat bu sefer de şarkının bağlamından anlaşılmasının mümkün olmadığı bir şekilde zamansal bir kısıtlamayla karşılaşırız.
Bebeğin bu zalim dünyaya gelmesi onun için kötüdür fakat yazar bebeğin özellikle “bu sene” dünyaya gelmiş oluşunu sorgular. Yazar bize bir önceki ya da bir sonraki senenin dünyaya gelmek için daha uygun olup olmadığı konusunda bir ipucu vermez. “Dünya zalim, dünya hain, dünya yalan dünya, dünya sarhoş dünya, hele de bu sene, ah bu sene”.
Arabesk kültürü ve kötümsercilik
Tarihsel gelişiminde arabesk kültürü, 1960lı yıllarda şehirlerdeki göçmenlerin kendi hibrit kültürlerini oluşturması ve kültürel üretimleriyle kültürel ve ekonomik eşitsizliklerin de dahil olduğu melankoli kaynaklarını aktarmaları sonucu doğmuştur ve özellikle işçi sınıfı tarafından benimsenirken kendilerini elit ve ilerlemeci addeden sınıflar tarafından küçümsenmiştir (Yalçınkaya, 2008: 5-6). 1980’lere gelindiğinde ise, arabesk yasağının kalkması sonucunda, hem arabesk, içeriği bakımından değişmeye başlayacak hem de yeni orta sınıf tarafından da benimsenmeye başlayacaktı (8).
Sosyal sorunlara direkt olarak değinmediği için protest müzikten ayrılıyordu fakat sınıfsal kategorilerle sınırlanamayan varoluşsal kaygılara, anlam arayışına; ayrılık, kayıp gibi evrensel tecrübelere; yaşlılık ve ölüm gibi korku kaynaklarına değinmeyi tarihi boyunca sürdürmüştü. Kötümsercilikle arabeskin başka bir ortak özelliği de mazoşizme bir eğilim olarak yorumlanabilir.
Özne, acı kaynağından uzaklaşmak yerine onunla hemhâl olur, tüm benliğini ele geçirmesine izin verir.
Acıyı, pragmatik bir amaçla, örneğin olgunlaşmak, güçlenmek için de kullanmaz; onun ağırlığı altında ezilir ve hatta ona kendini gereğinden fazla maruz bırakır.
Ümit Besen’in sevdiği kadın başkasıyla evlenirken düğünlerinde nikah şahidi olmayı teklif etmesi gibi. Fakat arabeskin öznesi acıya karşı tavrını mazoşistik bir eğilim olarak değerlendirmez.
Acı kaynağına sadakat, adeta kültürel dejenerasyona bir dirençtir. Ümit Besen de bir röportajında Nikah Masası’nın ününü nostaljik bir duyguyla 1980’lerin aşka dair geleneksel pratiklerine bağlar: “Ama biliyor musun, şimdi yazsam tutmazdı. Çünkü artık insanlar çabuk tüketiyor. Aşk dijitalleşti. Beklentiler çabuk bitiyor. Şarkıyla efkârlanmak için uzun vade lazım. Ama yeni nesilde sabır yok. Mesajlar atılıyor, ertesi gün sinema ve el ele tutuşuluyor. Biz sevdiğimizi köşe başında bile bir anlık görmek için bir ay beklerdik” (Besen, 2016).
Antinatalizm* bağlamında kötümserciliğe de arabeskin merkezine aldığı kavramlar eşlik eder. Fakat her iki perspektif de yenilgiyi kabul etmemiş olacak ki, üretmeye ve anlam arayışına devam eder.
Kendini ve yaratıcılığını yok etmek yerine, üretmeye devam eden, kaygı ve korkularını kendine zarar vermeden yöneten kötümsercilik, pragmatik bir kötümserciliktir. Kişinin, bir iyimsercinin yapacağı gibi yangının onu nasıl ısıtabileceğini düşünmesine neden olmaz fakat pragmatik kötümserci yangına körükle de gitmez.
Yangının ona zarar verebileceğini kabul eder, yangından dünyevî bir anlam kotarıp kotaramayacağını tartışır ve yangınla aynı anda varoluşunu sürdürür. Hattâ belki ondan ilham alarak bir de şarkı yazar.
Nitekim, arabesk şarkılarının duygusal açıdan nasıl algılandıklarıyla ilgili bir araştırma (Erdal, 2015) arabesk hayranlarının arabesk müzik dinledikleri zaman varsayıldığı kadar üzüntü hissetmediklerini ve üzüntü ve gerilime ek olarak arabeskin, dinleyicilerde yoğun oranda nostalji, hassasiyet ve sakinlik; düşük oranlarda güç, hayranlık ve aşkınlık da uyandırdığını ortaya koymuştur. Kötümsercinin başka bir avantajı daha vardır.
“İyimserci ve kötümserci aynı işe başladıklarında, iyimsercinin başarılı olma şansı daha yüksektir ama aynı zamanda başarı şansına olandan fazla değer biçecektir; kötümsercinin başarılı olma şansı daha düşüktür, fakat başarı şansıyla ilgili değerlendirmesi de daha gerçekçi olacaktır” (Waller, 2016: 449).
Dünyaya gelmek ya da sadece biçiminden dolayı sorgulanan varoluş ve özellikle arabesk türündeki şarkılarda öznenin edilgenliği aslında hepimizi ilgilendiren konuların, içinde bulunduğumuz durumun çok çıplak bir biçimde dışavurumu.
Kötümserciliğin de arabeskin de kötü bir ünü var. Fakat birçok çalışmanın da işaret ettiği üzere kötümsercilik de arabesk de bizi çoğu zaman mazoşizmden ziyade gerçeğe yönlendiriyor.
Gerçekte küçümsenecek bir şey yok. Bilmediğimiz bir sanrıdansa, bildiğimiz bir gerçekle yaşamaya çalışmak çok daha makul bir yaklaşım.
(CÖÖ/EMK)
* Antinatalizm ya da doğum karşıtlığı, doğuma negatif değer veren felsefi bir görüştür. Bu görüşü savunan antinatalistler, insanların üremesinin ahlâki açıdan kötü olması nedeniyle ürememesi gerektiğini savunmaktadırlar.
Kaynakça
Benatar, D. (ed.), (2016). Life, Death, and Meaning: Key Philosophical Readings on the Big Questions. Londra: Rowman&Littlefield.
Bilgin, O., Sarıcı, H. (2018). “Türk Arabesk Müziğinin Varoluşçu Terapinin Temel Kavramları Açısından İncelenmesi”, Eğitim ve Öğretim Araştırmaları Dergisi, 7(3), 201-208.
Dönmez, B. M. (2011). “Katharsis Fenomeninin Arabesk Özelindeki Görünümü”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, 8(2), 228-249.
Erdal, B. (2015). “A Study on the factors affecting Arabesk music preference as it was perceived and felt emotions by participants; Hissedilen ve algılanan duygular bağlamında Arabesk müzik beğenisini etkileyen faktörler üzerine bir araştırma”, Journal of Human Sciences, 12(1), 1016-1055.
Yalçınkaya, C. (2008). “Turkish Arabesk Music and the Changing Perceptions of Melancholy in Turkish Society”.
Bu yazı erişim tarihi: 06.02.2020