Van 2011 sonbaharında iki kez sallandı. 22 Ekim günü Erciş Depremi ve 9 Kasım gecesi Edremit Depremi yaşandı Van'da. Şubat'ta Van'da neler yaşandığını görmek için gittim. Depremlerin üzerinden aşağı yukarı üç ay geçmişti.
Vanlılarla, belediye ve valilik yetkilileriyle yaptığım görüşmeler, yaşanan doğal afet sonrası devletini ve sermayenin kayıpları gidermek için yeterince sorumluluk almadığı, yerel halkı "yeniden borçlandırma" yoluna gidildiği sonucuna ulaşmama neden oldu. Depremlerden sonra başlayan karşılıklı suçlamaların ve koordinasyon eksikliğinin bir yönetim sorunu değil siyaset ile yönetimin iç içe geçerek oluşturduğu sisteme ait bir sorun olduğu sonucuna vardım. Van'da yaşanan sorunların, olası diğer büyük afetlerden sonra yaşanmaması için sistemde bir takım değişikliklerin uygulanması gerekiyor.
Van'ın afet bölgesi ilan edilmemesi
Van bölgesinin depremzedeler ve şehrin geleceği için yeniden afet bölgesi ilan edilmemesi öncelikli bir sorun. Van'da birçok insanla konuştum; çoğunluğunun fikri yaşananların nedeni politik, ekonomik veya pratik.
Depremin üzerinden bunca zaman geçmişken Van pratiğini neden yeniden gündeme getirmek gerekiyor? Çünkü ileride Van'ın ve afetle karşılaşan kentlerin imar edilmesi ve gelecekteki depremlere karşı hazırlıklı olması için bu konudaki mevcut durumun değişmesi çok önemli.
Van'da çalışan avukat Sefer Kurt konu hakkında şunları söylüyor: "Van afet bölgesi olsaydı, bir ay boyunca kenttekilerin başka şehirde kalması, devletin hassas binaları yıkıp, kenti yeniden yapması gerekecekti. Marmara bölgesindeki depremden sonra bölge afet bölgesi ilan edildi, yeniden imar edilebildi. Rize'de 2010'da yaşanan sel felaketi sonrası bölge afet bölgesi olarak ilan edilmişti. Van'da yaklaşık bin kişi hayatını kaybetti ama burada aynısı yapılmadı. Neden? Çünkü siyaset her zaman önde gidiyor."
Van Belediye Başkanvekili (BDP) Hecer Kaya ise "Bu bölge afet yaşadı, yeni ekonomik aktarım yapmıyorsunuz, mevcut olan paranın yüzde 40'ını kesiyorsunuz, bu haksızlıktır" diyor. "Devletin katkısı yok, tersine engelleme var. BDP bölgesi olmasaydı afet bölgesi ilan edilirdi, bu kesin. Ayrıca başlangıçta kriz masasına belediye olarak dahil edilmedik ve katkımız sadece sembolik kaldı".
BDP Van Milletvekili Özdal Üçer'e göre, Güneydoğu Anadolu Belediyeler Birliği (GABB) çerçevesindeki koordinasyonu sağlamak için BDP'li belediyelerin örgütlenmesi devleti tedirgin ediyor. Üçer soruyor: "Valilik halkı memnun etti mi? Elbette hayır".
1995'te Van Gölü'nün çevresi afete maruz bölge ilan edildi, ancak Van Belediyesi mimarlarından Abdullah Yaşar'a göre bunun yenilenmesi gerekiyor.
"Destek Haziran'a kadar sürecek"
Peki Valilik bunlara karşı ne diyor?
Bölgenin halihazırda ''afete maruz bölge'' olarak tanımlanmış olduğunu söylüyor. Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Vakfı'ndan sorumlu Vali Yardımcısı Mehmet Yüzek, "Afet bölgesi diye bir karar alınca imar izni vermeme söz konusu. Van'ın Erciş bölgesi çok geniş bir coğrafyaya sahip, ayrıca nüfus çok fazla (600,000). Küçük bir bölge olsaydı, afet bölgesi ilan edilmesi sorun olmazdı ve misafirhanelere gönderilecek insan sayısı az olurdu. Sadece maddi açıdan değil, manevi açıdan da zorlukları var depremzedeler için. Gitmek istemeyenleri düşünürsek; onun da bir travması vardır" diyor.
Ayrıca buna Van Valiliği İl Afet ve Acil Durum (AFAD) İl Müdürü Cafer Giyik şunu ekliyor: "Günde 2 milyon TL harcıyoruz. 400 milyon da konteynırlar ile işletme, nakliyat gibi masraflara harcadık. Acil durumda hükümetin sorumluluğu 15 gündür. Bizse hazirana kadar destek vereceğiz."
İpekyolu Haber Gazetesi'nde çalışan bir gazeteciye göre, belediyenin en başta valilikle çalışmayı reddetmesi de sorunları ağırlaştırdı. Ama avukat Kurt'a göre "Valilik belediye başkanları ve Kızılay'la birlikte toplanıp ortak karar aldı, ancak BDP belediyesi dışlandı''.
Karşılıklı görüşler böyle öyleyse belki de yürütme yetkisinden bağımsız bir kurumun durumu gözeterek afet sonrası bölgeyi idare etmesi gerekiyordu. Bilgili ve eğitimli uzmanların oluşturduğu bir yetkin ve özerk kurum, her türlü partizanlıktan uzak AFAD masasını yakından takip etmeli ve halka ne ölçüde hizmet verilip verilmediğini denetlemeliydi. Böylelikle halka daha iyi hizmet verilebilir, insanlara ve kurumlara yapılan yardımlar daha sıkı takip edilebilirdi.
Bu konu sadece Türkiye'nin sorunu değil; bütün yapılan yardımların ve iyi niyetlerin gözardı edilmesi tabloyu karartmaktan başka bir işe yaramaz. Örneğin Haiti'de 2010'daki depremden bir yıl geçmesine karşın milyonlarca dolar hala banka hesaplarında yatıyor, yani halka ulaşamıyor. Haiti örneği de yardımların bağımsız, hatta uluslararası BM, IMF ya da Dünya Bankası gibi kuruluşların da dışında özerk ve yetkin bir kurum tarafından yönetilmesi gerektiğinin altını çiziyor.
Avukat Kurt'a göre afet konusu ancak uluslararası mahkemede dile getirilebilir, "BDP konuyu meclise açıkça getirdi, ama görüşme talepleri kabul edilmedi."
Yardım dağıtımı
Erciş Mevlana Kent'te oturan Nuran Beyazdar, yardımları kendisinin görmediğini belirtiyor. "Herkes kendi cebini doldurdu, buradaki mağdur insanlar daha çok mağdur oldu. Kiracıyken, eşimin işi vardı, şimdi öyle bir imkan da yok. Altı yıldır yeşil kartım var, kömürden başka hiç bir şey görmedim. Devlet bizim için yok, hakkımız yeniyor. Depolar bize kapalı. Gelen yardımlar bakkallarda, marketlerde satılıyor". Erciş'e gittiğim gün depremin üstünden tam üç ay geçmişti. Mevlana Kent'teki depremzedeler Kızılay'ın yemek dağıtmama kararı üstüne sabah, protesto gösterisi yapmıştı.
Kriz masası diyor ki:" Hayatın normalleşmesini, kentin ekonomik ve sosyal hayata dönmesini arzu ediyoruz. Öğünler azaltılıyor ama Haziran'a kadar gelir kaynağı olduğu söyleniyorsa, yemeklerin kesilmesi için neden görmek zor."
Bu konudaki haksızlıkları anlamak için rakamların kesinlikle ortada olması gerekiyor. Vali yardımcısı Mehmet Yüzek ise bu konuda şunları söylüyor: "Yardımların resmi tutarı bilinemiyor çünkü bizim kontrolümüzde değil. Buna Japon Association for Aid and Relief (AAR) Derneği gibi sivil kurumlardan gelen yardımlar da dahil."
Ofis masalarından uzak, Türkiye'nin dört bir yanından gelen gönüllüler 'Halkların Kardeşliği Çadır'ında toplanıyorlar. 23 yaşındaki Hamdan Ünal belediyeye Avrupa'dan gelen yardımlara da gümrük uygulandığına, Amerika'dan gelen kahvaltıların Valilik tarafından bilinçli bir şekilde değiştirildiğini söylüyor. "Kargo şirketleri bedava yardım taşıma kampanyaları yaptılar, ama varış noktası sadece Kızılay veya Valilik diye belirlenmiş. Belediyeye gidenlere uygulanmıyor. Kurumdakiler hükümet yanlısı. Bu belediyeyi halktan koparma politikasıdır" diyor. Bunun yanı sıra, bir süre belediyenin web sayfası engellenmiş.
Depremin üstünden üç ay geçtikten sonra bile "ne devlet, ne ordu, ne polis var, kendim sürekli nöbetteyim veya kendi evime tereddütle gidiyorum diyenler var."
Yapı denetimi ve devlete karşı dava
Her ne kadar bir doğal felaket olsa da, hasar ve can kaybının bir kısmı kötü imar edilmiş veya müteahhidi kötü olan binalardan kaynaklanıyor ve bunun için sorumluluk alınması gerekiyor. Kurt, "Fay hatları Van'ın altyapısından geçiyor, buna dair hiç bir çalışma yapılmadı" diyor.
"Devlet sorumludur. Yapılara belediyenin ruhsat vermesi gerekir. Ruhsat yoktu, belediye de takip etmedi, buna göz yumduğu için devlet birinci elden sorumludur. Şehir Çevre Bakanlığı'na karşı da bu nedenle davalar açıldı. Marmara depreminde belediyeler bu ruhsat sistemini uygulamadıkları için mahkemeye verilmişler ve tazminat ödemek zorunda kalmışlardı."
Başbakanlık tarafından genellikle güvenli yerlerde TOKİ binaları kurulmuş. Bununla ilgili de Kurt, "Devlet diyor ki, ben yıkarım, daire veririm, vatandaş kirasını verir ve iki sene sonra sahip olur. Devlet bu şekilde ticaret yapmış oluyor" diyor.
İlk depremden sonraki hasar tespitleri hakkında da Türk Mimar ve Mühendisler Odası Birliği (TMMOB) açıkça yazıyor: "TMMOB'ye bağlı ilgili meslek odalarının yardımlarını kabul etmeyen, uyarılarını dikkate almayan ve yaklaşık üç günde bölgedeki ön hasar tespitlerinin tamamlandığını bildiren yetkililer kendi sorumluluklarını unutup cinayet niteliğindeki yeni yıkımlarına sorumlu aramaya çıkmışlardır."
Belediye mimarı Abdullah Yaşar'ın dediğine göre, 01.01.2011'de alınan karar uyarınca, hasar olsa da, olmasa da15 yıl süresince sorumluluk yapı denetim şirketine ait.
TMMOB raporuna göre yapı denetimi sistemi genişlemeli: "Sağlıklı ve güvenli yapı üretim ve denetim sürecin ticari bir alan olarak sermayeye teslim eden mevcut yapı denetim sistemi ve bu sistemi daha da etkisiz hale getirerek ülkemizde varolan yerleşmelerin yüzde 70'ini oluşturan, nüfusu beş bin kişinin altında olan belediyelerdeki yapılaşmayı yapı denetimi kapsamı dışına çıkaran 648 sayılı Kamu Hizmeti Komisyonu (KHK) derhal iptal edilmelidir."
Yeni bir büyükşehir
Tüm bunlar yaşanırken Van, bir yandan büyükşehir olmaya hazırlanıyor. Yaşar, "Bu talep meclisten geçti. Başbakana, cumhurbaşkanına, çevre şehircilik bakanına birkaç kez yazdık, ama yanıt gelmedi. En son 'işleminiz kayda alınmıştır' diye yanıt aldık'' diyor
Şehir ne kadar göç verecek? Bazı tahminler bunu 50 bin olarak söylüyor.
Gönüllüler arasında görevli olarak çalışan Beyzum, depremden sonra nüfus ayrımı politikasının da işlediğini söylüyor. "Halk propagandayla göçe zorlandı. Valilik tarafından, 'yaza kadar başka yerlere yerleştireceğiz' denerek propaganda yapıldı. Gönderilen aileler en fazla asimile edilecekleri yerlere Sivas, İzmir, Trabzon'a gönderildi. Gidenlerin yaklaşık yüzde 60'ı geri döndü. Dönenler, 'çocuğumla dalga geçtiler, iletişim kopuklukları ve Türkçe/ Kürtçe kültürel şok yaşadık' diyerek döndü."
Ancak nereye döndüler?
Mimar Yaşar, "Kentin planı olmadığı için, ruhsat verilmemeli" diyor. 100. Yıl Üniversitesi'nde çalışan Sosyolog Suvat Parin, "Kalıba sokma politikası olursa, Ankara'daki merkezi politika gibi, deprem sonrası Van'ın yeniden onarımı ve yapılanması her zamanki engellere takılacaktır.
"TOKİ Toplum konutları kamu arazileri olan dağların eteklerinde, yani şehir merkezinden uzak yapılıyor. Bu küçük kentler geliştikçe ekonomik birikimi ve merkezi yaşantıyı başka bir yere aktarır. Su sıkıntıları, elektrik sıkıntıları yaşanıyor, kültürel ve ekonomik bakımdan eski orijinal yerinden taşınmış oluyor. TOKİ'ler aslen eski yerlere yapılsa daha iyi olur" dedi. "Bu yeni konutlar ayrıca jeolojik fay hatlarında yapılıyor, örneğin Van Kevenli'deki TOKİ'nin hemen yanından fay hattı geçmektedir.''
Avukat Kurt'a göre, halk için para kazanacak alan kalmıyor. Ticaret yok, tarım yok, turizm iyi idi ama o da zarar gördü. Turizmin gelişeceği alan kalmadı. Akdamar da dahil otelciliğe ve gereken alt yapıya inşaat izni verilmiyor.
Kurt Van Depremi sonrası yaşananların ve tüm toplumsal ve kurumsal algının kısa ve çarpıcı özeti gibi olan son sözleri şunlar: "TOKİ beton dökmeye devam ediyor, ama malzemeleri Kastamonu'dan, dışarıdan getiriyorlar, yerel halka iş vermiyorlar." (RE/HK)
* Rana Ençol, Kanada McGill University.