Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün 27 Temmuz'da kürt sorununda çözüme ilişkin bir açılım olacağına dair konuşmasının ardından 1 Ağustos'ta Kürt Çalıştayı ile başlayan süreç 12 Ağustos'ta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın meclis konuşmasıyla devam etti.
Başbakan'ın konuşmasının ardından İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın açılımın genel ilkelerine dair yaptığı konuşmayla yeni bir sürece girdiğimizi anlarken üniter devlet tartışmalarıyla Anayasa değişikliğinin olmayacağına dair yapılan açıklamayla köklü bir değişimin olmayacağı da anlaşıldı.
Yaklaşık bir yüzyıldır süren son otuz yıldır ise derin acılara neden olan Kürt sorunun çözümünde adımlar atılırken toplumsal kesimleri özgürleştirici bir ilerleme ise henüz görünürde yok. Radikal bir özgürleşmenin cesaret istediği biliniyor. Hükümetin uzun bir süre açılımın adlandırılmasına dair kararsızlığı ve yapılması gereken köklü değişimlere ilişkin temkinin ardında ise ne yazık ki muhalefetin karşı çıkışındaki argümanların güçlülüğü değil yeterli hazırlık ve becerinin olmaması da yatıyor.
13 Kasım tarihinde mecliste yapılan demokratik açılıma ilişkin tarihe geçen görüşmelerde Beşir Atalay'ın aktardığı hedeflerin kısa vadeli olanlar için iç hukukta, kanun tasarıları veya yönetmelik düzeyinde yapılacak düzenlemeler yeterli görülüyor. Çocukların çocuk mahkemesinde yargılanması, üniversitelerde farklı dillerde araştırma yapmak, cezaevlerindekilerin yakınlarıyla anadillerinde görüşmesine imkân sağlayan yönetmeliğin yürürlüğe girmesi, RTÜK'ün yürürlüğe giren farklı dillerde televizyon yayını yapılmasına izin veren karar gibi.
Uluslararası sözleşmeler gündemde
Orta vadeli hedefler için ise anayasal değişiklik yerine iç hukukta düzenlemelerle sağlanacağı görülüyor. Peki Anayasa değişikliğine gitmeden ihtiyaç olan düzenlemeler nasıl sağlanacak? Kürt halkının talepleri arasında yer alan eşitliğin sağlanmasını ayrımcılığın ortadan kalkması olarak yorumlanıyor. Orta vadeli hedef olarak gösterilen Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu, Taraf gazetesinin haberinde Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı Burhan Kuzu'nun belirttiği üzere "Paris ilkeleri" doğrultusunda kurulması düşünülüyor. Komisyon veya kurul oluşturabilmesi için dayandığı bir kanun olması gerekiyor. Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonunun dayanacağı hukuki düzenleme için gereken ise ayrımcılıkla ilgili bir kanunun hazırlanması. Nitekim haberde de ilgili kanunun tasarısının iki hafta içinde meclise gelmesi bekleniyor.
Ayrımcılıkla Mücadele Komisyonu ve ilgili kanun tasarısının dayanacağı uluslararası sözleşme ise paris ilkeleri diye bilinen 20 Aralık 1993'te BM Genel Asamblesi tarafından kabul edilen, "İnsan Haklarının Korunması ve İlerletilmesi İçin Ulusal Kurumların Statüsü ve İşleyişine İlişkin İlkeler". Anayasa'nın 90. maddesine 2004 yılında yapılan bir ekle "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz." ifadesi ile iç hukukta gerekli düzenlemeler yapılabiliyor.
Benzer bir düzenleme kamu yönetimi ve yerel yönetim alanlarında da yapılması bekleniliyor. Yerel yönetimler üzerindeki merkezi vesayetin kaldırılması ve özerkleştirilmesi için Anayasa'nın 2., 3., 4.,127. maddesi yerel yönetimlerde özerkleşme ve demokratikleşmenin önünde engel teşkil ediyor. Anayasa değişikliği ile özerkleşmenin yolunun açılabileceği gibi uluslararası sözleşmelerle gerekli yasal düzenleme de yapılabiliyor.
Anayasaya aykırılık iddia edilemeyecek tek belge uluslararası anlaşmalar. Yerel yönetimlerin demokratikleştirilmesi ve özerkleştirilmesi hususunda yapılan milletlerarası antlaşma ise Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartıdır. 1988 yılında hazırlanan Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartnamesi, 8 Mayıs 1991 yılında TBMM'nde kabul ediliyor. Kabul edilirken de bazı maddelerine çekince konuluyor. Çekince konulan maddeler ise özerkleşmeye dair olanlar. Bu maddeler üzerindeki çekinceler kaldırılıp sözleşme dayanak gösterilerek gerekli hukuki düzenlemeler yapılabilir.
Uzun vadede yapılacaklar arasında bahsedilen anayasa değişikliği ise açılım retoriğinin parçasıymış gibi görünüyor, şimdilik.
Orta vadede yapılacaklardan anlaşıldığı kadarıyla Anayasa Komisyonu, anayasa değişikliği yapmak yerine uluslararası sözleşmelerle iç hukuku düzenlemeye gitmeyi tercih ediyor. Önce Paris ilkeleri sonra belki Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartnamesi açılımın imdadına koşacak uluslararası sözleşmeler.
Vadeli olarak sunulan açılımın kısa olanları iç hukuk gereği orta vadeli olanlar ise uluslararası sözleşmeler gereği yapılması gerekiyor. Zaten kanunları uygulamak zorundasın, uluslararası sözleşmeyi de imzaladıysan hayata geçirmelisin. Uzun vadeli olanı ise niyetle ilgili şimdilik. Özetle vadeli açılımın getirdiği hiçbir yenilik yok gibi.
Peki tüm bunların öncesinde anayasa değişikliği çalışması üzerine yoğunlaşılasdı daha doğru olmaz mıydı? Olurdu. Ama bunun için çalışmak lazım. Toplumsal kesimleri tanımak, onların taleplerine uygun müzakere yapmak, uzlaştırmak, çözümler bulmak, bunları yaparken değişmek, değiştirmek, çalışmak lazım. Bu basirette ve beceride bir hükümet yok, muhalefet ise zaten böyle bir değişime karşı görünüyor, değişimi dayatacak ve gerçekleştirecekler ise muktedir değil. Özgürleştirici bir değişimin gerçekleşmesi işi ise zor görünüyor. (İP)