11 Eylül'de teröristler Dünya Ticaret Merkezi'nin ikiz kulelerini vurduklarında oluşan korkunç görüntüyü, Brooklyn nehrinin öte kıyısından, oğlumun anaokulunun penceresinden izledim.
İnsan Hakları Örgütü'nün (Human Rights Watch) yöneticisi olarak, dünyanın en çok ıstırap çeken köşelerindeki kurbanlara aracılık etmeye alışığım, ama bir kaç saat içinde internet kutum Ruanda, Bosna, Sierra Leone, Çad, Haiti gibi ülkelerden gelen destek ve üzüntü e-postalarıyla doluydu. Biz onların sürekli bulundukları bir durum içindeydik.
11 Eylül'ün hemen sonrasında Şilili yazar Ariel Dorfman, "Amerikalılar şimdi bizim gibilerin bildiği acıları tecrübe etmek zorunda kaldılar" derken bize, 11 Eylül'ün, aynı zamanda, Şili'de 1973'de Amerika Birleşik Devletleri (ABD) hükümetinin desteklediği ve "bizim" 11 Eylülümüz gibi 3 bin kişinin ölümüne yol açan bir darbenin yıldönümü olduğunu da hatırlattı.
New York caddelerinde, ellerinde yakınlarının fotoğraflarını sallayarak onların yaşayıp yaşamadığını soran aileleri izlerken, Latin Amerika'daki ABD destekli hükümetlerin kurbanları kayıp (desaparecidos) ailelerini düşündüm.
Bu acı bağlar ortak insanlığımızı güçlendirebilir, köprüleri kuracak politikaları teşvik edebilir, tahamülsüzlüğün ve nefretin tohumlarını yıkabilirdi.
Ama ABD yöneticileri meydan okumayı seçti: İki konvansiyonel savaş ve müslüman hükümlüleri aşağılamakla özdeşleşen bir "terörizime karşı savaş".
Kamuoyunun büyük bir kesimi ve hatta birçok entelektüelin desteklediği Bush hükümeti, bu anti-terörist mücadelenin uluslarası hukuk tarafından sınırlanamayacak ve Cenevre Konvansiyonun tutukluların sorgulanması ve muamelesi ile ilgili hukuki sınırlamalarını geçersiz kılacak kadar amansız bir politika gerektirdiği kararına vardı.
17 Eylül 2011'de Başkan Bush, CIA'nin (Merkezi İstihbarat Teşkilatı), bireyleri dışarıyla iletişime geçemeyecekleri ortamda, uzun sürelerle zorla alıkoyabileceği gizli tutuklama programına izin verdi.
Bush, Şeyh Halid Muhammed ve Ebu Zübeyde isimli, El Kaide sorumluları oldukları düşünülen iki tutukludan, birine 183 diğerine 83 kere uygulanan "waterboarding" adı verilen, suda boğulma hissi yaratan işkence yöntemini onayladı.
Bush ayrıca El Kaide'ye üye olma şüphesi bulunan kişilerin, bilgi alma amacıyla, işkence uygulamarıyla bilinen Mısır ve Suriye'ye (!) gibi ülkelere gönderilmelerini mümkün kılan programa açık imzasını sundu.
Bir hafta önce, İnsan Hakları Örgütü, Trablus'ta, CIA'in, içlerinde yeni Libya'nın şeflerinden biri olan Abdel Hakim Beladj'in da bulunduğu, cihat yanlısı şüphelilerini kendi belirledikleri soruları sormaları telkiniyle Kaddafi rejimine teslim ettiğine dair belgelere ulaştı.
Bu uygulamalar sadece yasa dışı ve ahlak dışı değil ayrıca amaca da zararlıydı. Müslüman tutuklulara karşı barbar metotlarla başvurmak açıkça görülüyor ki terörizme karşı yol almak yerine, El Kaide ve destekçilerinine beklenmedik faydalar sağlıyordu.
Guantanamo ve Ebu Garip müslüman dünya için ABD'nin sembolleri oldu. Joseph R. Biden, Barack Obama'nın yardımcısı olmadan önce Guantanamo'nun "dünyadaki teröristleri püskürtmek için en iyi propaganda yolu" olduğunu söylemişti.
Gözaltındaki cihat yanlılarını sorgulayan bir Pentagon görevlisine göre, işkence, ABD'ye karşı silahlı mücadeleye katılanların motivasyonlarından biri.
Başkan Obama, Ocak 2009'da iktidara gelmesiyle birlikte, konuya ilişkin çok önemli çözümler getirdi; CIA'nin gizli haspishanelerini kaldırdı ve işkenceye başvurmayı yasakladı.
Ama Guantanamo hapishanesinin kapatılmasını, işkence mağdurlarına tazminatı ve dava olmadan, uzun süreli tutuklama sürelerini bitirmeyi öngören diğer çözümler hala bekliyor.
Daha da önemlisi, tutuklulara karşı işkencenin açığa çıkması insan hakları savunucu Amerika hükümetinin vazgeçilmez güvenirliğinin sorgulanmasına neden oldu ve George Bush gibi suç teşkil eden ihlallere bulamış politik karar vericilerin cezasız kalması bu sorgulamayı devam ettiriyor.
Uluslararası mecra saldırının ardından çok değişti. Arap dünyasındaki saldırıların Obama'nın Kahire'deki konuşmasını takiben azalması ABD politikalarında gerçek bir değişiklik sunmamasıyla sekteye uğrasa da Usame Bin Ladin'in öldürülmesi ve özellikle Kuzey Afrika ve Ortadoğu'daki devrimler şimdi Arap dünyası ile ilişkilerin yeniden tanımlanmasına fırsat veriyor.
ABD ve hatta bütün Batı dünyası için Müslüman tutuklulara yapılan kötü muamele nedeniyle ödenecek tazminatlar ve bu muamelelere izin verenlerin adalete teslim edilmeleri küresel bir uzlaşı sağlayabilir. (RB/NV)
* Reed Brody, İnsan Hakları Örgütü hukuk danışmanı ve "George W. Bush'u Yargılamalı mı?" kitabının yazarı.
* Bu yazı 11 Eylül 2011'de Le Monde gazetesinde yayınlandı.