Ivan Yefremov’un Sovyet bilimkurgu yazınında bir dönüm noktası olan eseri Andromeda Nebulası, Hazal Yalın’ın Rusça’dan çevirisiyle İthaki Yayınları’ndan çıktı.
İnsanlığın Dünya’nın fiziksel ötesine karşı duyduğu merakın tatmini, 20. yüzyıldaki kadar coşkuya her halde başka hiçbir zaman yol açmamıştır. Yaşanan bilimsel ve teknik gelişmelerin, insanın hayal gücünün ve arzularının, bunların yanı sıra ortaya çıkan yeni soruların ufkunu taşıdığı sınır, yarım asır öncesinin bilimkurgu eserlerinden çok rahat gözlenebilir.
Dış uzayın keşfi, dünya dışı yaşam formları, yıldızlar arasında seyahat, gezegenlerin keşfi ve kolonizasyonu…
Uzaya ilk insan çıkmadan iki yıl önce öldü
Rus kozmonot Yuri Gagarin 12 Nisan 1961’de uzaya ayak basan ilk insan olarak, “Dünya masmavi görünüyor. Ne kadar da muhteşem. İnanılmaz!” dediğinde, artık hayal gerçekleşmeye başlamıştı.
Sovyet bilimkurgu yazarı Ivan Yefremov ise, komünist ütopyasını anlattığı Andromeda Nebulası’nın yazımını, bu olağanüstü olaydan sadece birkaç yıl önce, 1956’da tamamlamış, Gagarin’in uzay yolculuğunu göremeden 1959’da ölmüştü. Oysa, uyduların fırlatılmasına tanıklık etmesi bile tamamladığı kitabında zamansal değişiklikler yapmasına yol açmıştı.
Sovyet bilimkurgusunun altın çağını başlattı
Andromeda Nebulası, Sovyet bilimkurgu yazınının “altın çağını” başlatan eser olarak kabul ediliyor. Bu nitelemeyi de herhangi birileri değil, Boris Strugatski yapıyor.
Yefremov kendi zamanının bin yıl sonrasında Dünya ve insan merkezli bir evren yaratıyor. Kapitalizmin artık tarihçilerin ve arkeologların konusu olduğu, insanlığın “Yeniden Birleşme Dönemini” yaşayarak, “Ortak Emek Çağı”na eriştiğini anlatıyor.
Ve yeryüzünde sınırların kaldırıldığı, yeni bir insan tipinin yaratıldığı, eşitsizliklerin olmadığı ve başka gezegenlerdeki uygarlıklarla bağlantıların kurulduğu Büyük Yüzük Çağı başlıyor.
Tantra’nın uzaydaki maceraları
Isaac Asimov’un eserlerindeki gibi henüz uzay gemileri “yıldızlararası sıçrayış” yapamıyor ve ışık hızı hala aşılamamış durumda. Güneş sisteminin yakınlarındaki yaşam olan galaksiler ile Büyük Yüzük sayesinde mesajlaşılıyor. Ancak hem bu mesajların hem de uzay yolculuğundaki gemilerin gönderdiği mesajların ulaşması birkaç yıl ile milyon yıllar arasında değişkenlik gösterebiliyor. Ve roman, uzay yolculuğundaki Tantra adlı gemi ve mürettebatının demir bir yıldızın çekim alanına girerek, farklı bir yaşam formuyla karşılaşacakları bir karanlık gezegene inmeleriyle başlıyor.
Geleceğin sohbetlerinin dili
Kendisi de bir bilim insanı olan ve “taponomi” olarak bilinen fosil bilimini kuran ve adını veren Yefremov’un kitabını, bilimkurgu edebiyatında dönüm noktası kılan ise, bilimsel bilgi, kavram ve terimlerle örülü olarak yazılmış olması.
Zaten yazarın kendisi de “Geleceğin sohbetlerinin rengini ve bilimin bütün kavramlara, imgelere ve dile sirayet ettiği gelecek zamanların insanlarının eylemlerini vermek, bana bu şekilde olanaklı göründü” diyor. Pek çok disiplinin terminolojisine olan hakimiyeti ve kitabının örüntüsü içinde bunu yerli yerine oturtturması, gerçekten de etkileyici.
Yeri geldiğinde bir madendeki makineleri en küçük dişlisine kadar anlatan ya da uzayı haritalandırırken ileri matematiğe hakimiyetini sergileyen Yefremov, ütopyasının geçtiği zamana dair çeşitli yazınsal icatlarını da kurguya yerleştiriyor.
Dönemi için cesaret işi
Yefremov’un komünist ütopyası, Stalin’in ölümünden sonra yazılmış olsa da yaşadığı ülkede cesaret isteyen bir anlatı. Hakkını teslim etmek lazım. Yefmerov, ütopyasında sosyalizmi “tek ülkeden” evren ölçeğine taşıyor, Sovyet bürokrasisinden çıkardığı derslerden olsa gerek, demokratik bir toplum inşa ediyor.
Teknolojinin eriştiği düzey gerekli emek miktarını neredeyse ortadan kaldırdığı için, insanlar artık makinelerin gözlemcisi durumunda. Bu da çalışmayı, yaratıcı, hevese dayalı istenir bir faaliyet durumuna getirmiş. Kadın erkek fark etmeksizin insanlar istedikleri işi tercih edip, bir süre sonra başka bir alanda kendilerini geliştirip meslek değiştirebiliyorlar. Bilim ve sanat günlük yaşamın ayrılmaz bir parçası.
Yefremov’un ütopyası
Evet, Yefremov’un bin yıl sonrası için yarattığı ütopik evreni, dünyada sınırların kalktığı, insanlar arasındaki ırksal ve etnik farklılıkların önemini yitirdiği, arkaik toplumun eşitsizliği var eden tüm aygıtları ve kültürüyle “Yok Oluş Devri”nde tarihe karıştığı, eşit ve demokratik bir toplum. Bütün bunları sağlayan ise, bilimsel ve teknik ilerleme ile akla dayalı bir geleceğe olan inanç. Ve bu kesinlikle kapitalist toplumun fersah fersah ilerisinde.
Ama…
Ama Yefremov’un dayanışmadan çok fedakarlığın altını çizdiği ütopik toplumunda, emekçiler hala iş kazalarında ölebiliyor. Ve bu da toplumun bilimsel ilerlemesi için göze alınan bir “fedakarlık” olarak görülüyor.
Sovyetler, enstitüler ve bürokrasi
Kolektif emeğe dayalı bu toplumda planlamayı yapan kurumsal bir mekanizma var. Örneğin uzay faaliyetleriyle ilgili kararlar Uzay Sovyeti’nde alınıyor, öte yandan toplumsal kaynakların dağılımı konusunda Ekonomi Sovyeti karar veriyor. Bunların toplantıları büyük ekranlar aracılığıyla toplumun isteyen her ferdinin katılımıyla yapılıyor ve burada doğrudan demokrasi kuralları uygulanıyor.
Ancak bu bürokratik aygıtlarda görev alanlar sabit mi, yoksa belirli bir rotasyona mı tabi, Yefremov buna dair bir şey söylemiyor. Ancak mesela romanda bencilliği nedeniyle eleştirilen bilim insanı Ren Boz’un yaptığı izinsiz bir deneyin, uydu istasyonunun yok olmasına ve dört kişinin ölmesine neden olmasının ardından Uzay Sovyeti Başkanı, deneye göz yuman Dış İstasyonlar Müdürü Mven Mas’ı bu göreve atayan kendisi olduğu için koltuğunu bırakıyor.
Yefremov’da yeni toplumun kültürüne ve insan tipine inanç, bazı yapısal tedbirlerin yerini almış gibi.
Ayrıca her türlü faaliyet bazı enstitü ve akademilerin bünyesinde yürütülüyor: Işınım Akademisi, Bilginin Sınırları Akademisi, Emeğin Psikofizyolojisi Akademisi, Metagalaktik Enstitüsü, Acı ve Mutluluk Akademisi, Üretici Güçler Akademisi, Gelecek Tahmini Akademisi, Stokastik ve Gelecek Tahmini Akademisi, Sinir Akışları Enstitüsü vb…
Eğlenceye fazla yer yok
İtiraf etmeli ki, Yefremov’un evreni çok eğlenceli değil. Şekil değiştirerek “Kadınlar Günü” halini almış antik bir günleri var: “Alevli Taslar Bayramı”. Bunun dışında da daha çok emeğin ve bilimin, yüksek sanatın övüldüğü, bayram kabilinden, “Muhteşem Yararlılık Günü”, “Yüksek Sanat Günü”, “Bilimsel Cesaret Günü, Fantezi Günü” var. Ancak Yefremov bu günlerin nasıl geçtiğine dair pek tasvirlerde bulunmuyor.
Hapishane yok fakat Unutulma Adası var
Yefremov’un Andomeda Nebulası’nda kurguladığı dünyada hapishane ve mahkemeler, polis ve başkaca bir güvenlik aygıtı da yok. İnsanlar sadece eğitimlerinin bir aşamasında, saldırgan hayvanlara ya da uzayda karşılaşabilecekleri farklı yaşam formlarının saldırılarına karşı başa çıkma taktiklerini öğreniyor. Yani hem sözel hem de fiziki şiddetin unutulduğu bir toplum. Arada arkaik şiddet kültürünün kalıntısı sayılan cinsten kızgınlık belirtisi gösteren olursa da kınanıyor.
Ancak hapishane bulunmayışı, toplumdan dışlananlar olmadığı anlamına da gelmiyor. Polis, mahkeme ve ceza kanunları yok ama bazı büyük hataları yapanlar, “Unutulma Adası”na gönderiliyor.
Çekici bir ütopya olduğu söylenemez
Yefremov’un kurgusunun bir ütopya olarak bazı yönlerden çekici olduğunu söylemek güç. Ursula K. Le Guin gibi bir özgürlük tasavvuruyla kıyas bile kabul etmeyeceği çok açık.
Bırakın başka ülkelerdeki çağdaşlarını, kendi toplumunun yazarlarını da bu konuda aşabilmiş mi, bu bile aslında büyük bir soru işareti. Örneğin, onun eserini, yazım tekniği yönünden öven Arkadi ve Boris Strugatski kardeşler, mesela “Cumartesi Pazartesiden Başlar”da, eleştiriyi gerçeküstücü mizahi bir anlatının içine yerleştirip, parmaklarını uzatmadan, mümkün olan başka dünyaları gösteriyor.
Bin yıl sonrasının toplumda kadınlar
Belirli sınırlar dışında bireyselliğe yer yok, hatta kınanıyor. Kadınların toplumdaki yerine dair bazı sorunlu yönler var. Mesela kahramanlarından biri, anneliği bir “görev” olarak tanımlıyor. Ancak bu görev, çocuğun bakımı değil, doğurmakla ilgili. Çünkü annelerin, çocuklarıyla kurduğu sevgi bağı, onları, yetiştirilmesi için Üçüncü Çember Okulu’na bırakmalarına engel olacak kadar güçlüyse, bu kınanmalarına yol açıyor. Bencillik olarak niteleniyor ve hatta çocuğunu kendi yetiştirmek isteyen “bencil annelerin” de gönderildiği bir “Java Adası” var.
Olmayanlar
Yefremov’un dünyasında sadece kadınlar ve erkekler var. LGBTİ bireyler yok. Zaten kadınlarla erkekler arasında da hiçbir cinsellik yaşanmıyor. Aşka da yer yok. Cinsellik hiç yokken aşk gibi güçlü bir duygu, hislerin son derece kısa ve steril tarifiyle birkaç yerde ima ediliyor: (Mven Mas’la Çara Nandi’nin) “Elleri ve dudakları, kristal dipsizliğin üzerinde birleşti”.
Riskli ütopya
Bireyden beklenen kendini topluma adaması ve “fedakarlıkta bulunması”. Bunda tek başına sakıncalı bir yan olmayabilir. Ancak dogma halini almış ve prensipleri “aklın kurumsallaşmasıyla” katılaşmış ilerlemeciliğin bu denli merkezine oturduğu bir ütopyanın, geçmiş tecrübelerin günümüz insanına gösterdiklerine bakarsak bir distopyaya dönüşmesi riski az değil.
Modernist takıntı: Doğayı yenmek!
Andromeda Nebulası’nda, insanlık bilim ve akıl sayesinde yüksek düzeyde bir kendine güven kazanmış durumda. Modernizmin doğayı yenme uğraşı, Ivan Yefremov’un romanında, fetihçi bir hırsa bürünmüş. Ve elbette pek çok tehlikeyi de barındırıyor.
Mesela insanlığın faydasına olacağı düşüncesiyle Antarktika’daki buzulları sahip oldukları teknikle eritmek istiyorlar. Kıtaların yerlerini değiştirmek, Dünya’nın yörüngesini farklılaştırarak, gezegeni Güneş’e biraz daha yaklaştırmak için uğraşıyorlar. İnsanlara zarar veren bazı canlı türlerini yok etmek için çalışmalar yürütüyorlar. Ve Yefremov bunları, samimiyetle insanlığı faydası olduğunu düşündüğü için yapmak istiyor. Yani aşırı insan, “akıl” ve teknoloji odaklı bir uygarlık Yefremov’unki.
Yazarın ölümünün üzerinden geçen zaman, gezegenimiz açısından çok sayılmaz. Günümüz okuru açısından da açık bir hal aldı ki, insanın Yefremov’un romanındakine benzeyen bazı uğraşları gezegende yaşamı tehdit altına soktu.
Strugatski kardeşler
Yukarıda andık, değinmeden bitirmeyelim. Sovyet bilimkurgusunun iki kardeş yazarı Arkadi ve Boris Strugatski, bu türe ilgi duyanların görmezden gelmemesi gereken iki yazar.
“Tanrı Olmak Zor İş”, “Pazartesi Cumartesiden Başlar”, “Kıyamete Bir Milyar Yıl” ve “Uzayda Piknik” gibi eserleri Türkçe’ye de çevrili. Sovyet sinemasının dev ismi Andrei Tarkovsky’nin “Stalker” (İz Sürücü) filmine ilham veren de “Uzayda Piknik” adlı yapıtları. Hatta bilimkurgucu iki kardeş filmin senaryosunu da Tarkovsky ile birlikte yazıyorlar.
Strugatski kardeşler, Yefremov’dan yaklaşık 20 yıl sonra kaleme aldıkları eserlerinde böyle coşkulu bir gelecek anlatısına, ütopyaya yer vermiyor. Dönemin ruhunun tamamen değiştiği görülebilir. Yefremov, henüz çocukken de olsa tanık olduğu Büyük Ekim Devrimi’nden ölümüne dek aşamalarını gözlediği Sovyet deneyimini, kurgusal bir gelecekte inşa ettiği toplumuyla, yanlışlarından arındırmaya ve emeğin özgürleştiği, demokratik bir toplum inşa etmeye çalışıyor. Bu açık. Bunu da “ilerlemecilik” ve “kalkınmacılık” anlayışıyla ve “aklı araçsallaştırarak” yapıyor.
Fakat Strugatski kardeşler için ise, Sovyetler’i bir bürokratik baskı rejimine dönüştüren şeyler tam da bunlar. O yüzden de sansürü ustalıkla atlattıkları romanlarının tümünde bunu eleştiriyorlar. Kurgularında distopik ögeler kendini gayet net hissettiriyor ancak edebiyatlarına umutsuzluğun hakim olduğu söylenemez. Mizah ve neşeye de Yefremov gibi mesafeli değiller. Bir kez olsun adını anmadan “Gönüllü Cumartesiler”e gönderme yaptıkları eleştirel romanları “Cumartesi Pazartesiden Başlar”, bu anlamda bir başyapıt. (SA/AS)
Künye
Andromeda Nebulası
Yazar: Ivan Yefremov
Çeviren: Hazal Yalın
Yayınevi: İthaki Yayınları, 2019, 396 sf.