*Görsel betimleme: Bir doktor veya sağlık çalışanı, elinde bir stetoskop tutuyor. Stetoskopun dinleme kısmına odaklanmış ve net bir şekilde görünüyor. Sağlık çalışanının üzerinde beyaz bir önlük var ve yüzü bulanık bir şekilde arka planda kalmış.
Sağlık tesislerinden tanı cihazlarına, başta doktorlar olmak üzere sağlık personelinden SGK kurumunun mali portresine kadar sağlık sistemi uzun bir süreden beri çöküşün işaretlerini veriyordu.
Belli düzeylere sahip doktorların çalışma koşullarından dolayı ülkeyi terk etmelerine “Giderlerse gitsinler” denildi.
Doktorlar hasta muayenelerine yetişemiyor. Bir doktorun hasta muayene sayısı 100’e kadar çıkıyor. Hasta başına sağlık kontrolü süresi 5 dakika bile değil.
Verimliliği olmayan ve birer kara delik olan Şehir Hastaneleri inşa edildi.
Hastalar uzun günler sonrasına ancak randevu alabilir haldeler. Hele tanı için yapılacak işlemler için aylar sonrasına gün veriliyor.
İlaç sıkıntıları artarak devam ediyor.
Bütün bunların bir sonucu olarak da hastalar, özel hastanelere mecbur bırakılıyor. Parası olmayan hastalar, hastalıklarıyla baş başa bırakılıyor.
Şimdi de Sağlık Bakanlığı, hastane ve doktorların yükünü azaltmak için kendine bağlı hastanelerde uzaktan muayene yoluna gidiyor.
Yeni düzenlemeyle birlikte özel hastaneler ve eğitim hastaneleri hariç devlet hastanelerinde vatandaşlar, e-nabız üzerinden online bir şekilde muayene olabilecek. Uzaktan muayeneyi uzman doktorlar gerçekleştirecek, deniliyor.
SGK, hastanın aynı hastaneye (acil servise başvurular hariç) aynı uzmanlık dalı için on gün içinde yapılacak yeni uzaktan muayene bedellerini karşılamayacak.
Koronavirüs salgını döneminde karantinadaki hastalar için uzaktan muayene yapılabiliyordu. Bu sınırlı ve geçici bir dönemdi. Sağlıktaki çöküş, uzaktan muayeneyi kalıcı hale getirdi.
Bu uygulamanın hasta randevu başvurusunu cüzi miktarda azaltması dışında, ki o da şüpheli, hastalığın teşhis ve tedavisinde bir yararı olabilir mi?
Sağlık Bakanlığı’nın uzaktan muayene uygulaması bana dramatik bir olayı hatırlattı.
Saraydan Sürgüne
Kenize Murad’ın “Saraydan Sürgüne” romanını 1990’larda okumuştum. İlk defa 1987 yılında Fransa’da yayımlanan ve Türkçede ilk baskısı 1990 yılında İsis Yayıncılık tarafından yapılan kitap (18. baskıya ulaşmış), 42 ülkede yayımlanmış.
15 Haziran 1940 yılında Paris’te doğan Kenize Murad, Sultan V. Murad’ın torununun kızıdır. Sultan Abdülaziz’in yerine 30 Mayıs 1876 tarihinde tahta çıkan ve 3 ay tahtta kalan padişah Sultan V. Murad’ın kızı Hatice Sultan, Mart 1924 tarihinde Osmanlı sülalesinin yurtdışına çıkarılma kararı ile birlikte Lübnan’a gider.
Roman, Osmanlı Sarayı ailesinden birinin içeriden gözleme dayanması nedeniyle bir parantez açarak V. Murad’ın tahttan indirilerek yerine geçen kardeşi Sultan II. Abdülhamit’e karşı Hatice Sultan’ın gerek babasının tahttan indirilmesi gerekse kendi rızası dışında Amcası Abdülhamit tarafından evlendirilmesi (İlk evliliği) nedeniyle Abdülhamit’e kin duymaktadır. Öyle ki, 1918 yılında Abdülhamit’in ölümünü tellallar ilan ederken, bunu duyan Hatice Sultan’ın, tebessüm ederek “nihayet zalim öldü” demesini de ilave edelim. İmparatorluk ailelerinde olduğu gibi, Osmanlı ailesinde de birbirini çekemeyen, birbirine kin tutanlar hep oldu.
Hatice Sultan’ın kızı Selma Sultan görücü usulüyle (ayarlanmış evlilik) 1937 yılında Hindistan racalarından Seyyid Hüseyin Sacid ile evlendirilir. Evlenme süreci ilginçtir; Hatice Sultan’ın haremağası Arnavut Zeynel Ağa, Selma Sultan’ı Lübnan’dan Hindistan’a götürerek Müslüman olan racanın ailesine teslim eder. O dönemde daha Pakistan diye bir devlet yoktur.
Seyid Hüseyin Sacid İngiltere’de üniversite eğitimi görmektedir. İkinci Dünya Savaşı koşullarında Paris’e giden Selma Sultan’ın evliliği de eşinin ilgisizliği yüzünden biter.
Şimdi sözünü ettiğim dramatik olayı Kenize Murad şöyle anlatmaktadır.
Olay derken aslında bu tekil değil, tamamen bir toplumun inancıyla, geleneğiyle, kültürüyle sosyal yaşam biçimidir.
Selma Sultan racanın sarayındaki harem bölümünde sarayın diğer aile kadınlarıyla birlikte kalmaktadır. Bir kadın hasta olduğunda doktor çağrılır. Hasta kadının bileğine bir ip bağlanır ve ipin ucu kapının dışında kalan doktorun eline verilir. Doktor bu ipi tutarak kadının hastalığına teşhis koyar.
Bu duruma Selma Sultan itiraz ederek, böyle muayene yapılamayacağını, bu yöntemle hastalığın teşhis edilemeyeceğini ısrarla belirtir. Osmanlı Sarayı’ndan örnekler verir. Sarayın ilgilileri mahremiyet nedeniyle başka türlüsünün olamayacağını belirtirler. Selma Sultan’ın ısrarlı karşı çıkışları sonucunda ancak şöyle bir çözüm bulunur. Hasta kadının bileğine ip bağlamak yerine, kadın elini kapı aralığından doktora uzatacaktır. Doktor, kadının elini tutarak muayene edecektir.
Onca itiraz sonrasında gelinen nokta, ip bağlamak yerine el vermektir.
Olayın tarihi 1930’ların sonu. Olayın geçtiği yer Hindistan’ın Müslüman kesimi.
Şimdi tarih 2024. Uzaktan muayenenin olduğu yer Türkiye.(HŞ/AÖ)