Çankaya Emniyet Müdürlüğü'ne ait bir minibüs tipi polis aracının, Ankara Kurtuluş Park'ı içinde bulunan insanlara karşı tutumu kısa bir süre için manşetlerimizi süsler, sonra sessizce internet sayfalarından elini eteğini çekerken akıllarda bu uygulamanın kişiler "uygunsuz oturdukları" için yapıldığı kaldı. Peki uygunsuz nedir? Uygunsuzluk nasıl belirlenir?
"Uygunsuz" olan bir durum, özellikle bu yapı içerisinde bir yasaya, tüzüğe ya da düzene bağlı olmadığından, kelimenin kök anlamının ne olduğunu bilmek, ardından yorum yapmak daha doğru olur. "Uygunsuz" kelimesi "uygun" kelimesinin olumsuzu olup, Türk Dil Kurumu internet sitesinde, "Büyük Türkçe Sözlük" bünyesinde: "Yakışır, yaraşır, mutabık, mütenasip." birincil anlamı ile yer almaktadır. O zaman da "uygunsuz" olan, "yakışır olmayan" anlamındadır.
Daha once de belirttiğim gibi, bu yapıyı sınırlayan bir yasa, tüzük, düzen olmadığından bunu toplumun çoğunluğunun değer yargılarına gore değerlendirmek, böylece "uygun" ve "uygunsuz" olanı bulmak en doğrusu olacaktır.
Bunu bulabilmek için elimizdeki tüm kalemleri tek tek incelemek, ardından olası bir sonucu gün yüzüne çıkarmak gerekir. Öncelikle bu işlemi yapanlar, Çankaya Emniyet Müdürlüğü bünyesinde çalışan memurlardır, yani Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin bünyesinde çalışan, onun yönetmeliklerine ve yönlendirmelerine göre hareket eden bir kolluk gücü birimidir. Bu nedenle bu davranış ne bireysel bir hareket, ne sivil toplum örgütlerine ait bir eylem, ne de bir grup genç bireyin tezcanlılığıdır.
Yakın zamanda yapılan referandum ile, verilen yanıtların çeşitli siyasi görüşlerin bünyesine çekilmesi ve halkın büyük bir kısmının bunu anayasa değişimi yerine siyasi yönelimlerin bir işareti olarak değerlendirmesi ile, oy kullanan seçmenlerin yaklaşık yüzde 58 gibi bir bölümünün bu yönetime, onun kararlarına ve yargılarına katıldığını da görebiliriz. Bu katılım, aynı zamanda bu hükümetin alt birimlerine, mesela kolluk kuvvetlerine, ilettiği yönlendirmelerde de kendini gösteriyor diyebiliriz. Çünkü haberin konusu olan çiftlerin düştüğü durum, yani "Genel Bilgi Toplama"ya tabi tutulmaları, bir kısmının ise tutanak ile kayıt altına alınmaları, halkın internet sitelerinde haberlerin altına yaptıkları yaklaşık 10 yorumun 7 tanesinde desteklenmektedir.
Elde olan verilerimizi toplar, kelimelerin arkasındaki anlamlara bir adım daha yaklaşmaya çalışırsak; referandumda oy kullanan seçmenlerin çoğunluğunun (yani yüzde'50 den fazlasının) takdirini kazanmış bir hükümetimiz, bu hükümetin kolluk kuvvetlerine vermiş olduğu bir görev / intiba / iş yapma içgüdüsü / tavır değişikliği durumumuz, bu durumun sonucunda da mağdur olduğunu belirten Kurtuluş Parkı sakinlerimiz var.
Peki nedir bu seçmenlerin çoğunluğu tarafından desteklenen, hükümetin kendisi tarafından iması öyle ya da böyle bir şekilde verilmiş ve kolluk kuvvetleri tarafından uyarılmaya ihtiyaç duyulmuş "uygunsuz" hareket? Park içinde iki farklı cinsiyetten insanların temasta bulunması.. Yani daha farklı anlatmak istersek; el ele tutuşmak, başı omuza koymak, bir kişi otururken başını diğerinin göğsüne yaslamak.
Ben bir birey olarak bu durumdan yüksek oranda gücensem de, rahatsız olsam da, belki biraz da sinirlensem de, eğer toplumun çoğunluğu, yani o kolluk kuvvetlerine öyle veya böyle bu davranışı yapmalarına zemin hazırlayan hükümetimizi destekleyen o çoğunluk, bu hareketi doğru, yapılması gereken olarak görüyorsa, bu ülke sınırları içinde "azınlık" ve "çoğunluk" dengesinin 1923 yılında Cumhuriyet'ın ilanından beri çokça değişime uğradığını düşünmemiz gerekir.
Bu "uygunsuz" olma sıfatı hükümetin kendisinden önce o hükümeti seçen halk tarafından bile haklı görülen bir yakıştırma ise, orada biz "azınlık" olan, yani "bu hareketlerin hiçbirini hiç de uygunsuz bulmayan" olanların durup bir düşünmesi, durumuna ve konumuna dikkatle bakması gerekir.
Bazı dönemler olur ki, kendisinin azınlık olduğu fark edemeyen o "azınlık", sebebi kesin olmamakla birlikte bir "aydınlanma" yaşar ve gerçekle yüzleşmek zorunda kalır, halbuki o ana kadar içinde bulunduğu topluma köstek olmanın değil, ona destek olmanın ve bunun yaptığının inancındadır.
Bunun tarihteki üzücü örneklerinden birisi de İstiklal Marşı'nın yazarı Mehmed Akif Ersoy'dur. Kendisi İstanbul sınırları içinde yaşamaktan, eserler ortaya koymaktan memnun olduğu halde batılılaşma çalışmaları başladığında Mısır'a gidip gelmeye başlamış, Türkiye Cumhuriyeti'nin laik olacağı kesinleştikten sonar ise İstanbul'a geri dönmemeye karar vermiştir. Ama bu demek değildir ki Mehmed Akif İstanbul'dan mutsuzdur, orayı sevmiyordur.
An itibari ile biz "uygunsuzluğu göremeyen azınlık" olarak, farkında olmadan böyle bir seçimin eşiğine mi sürükleniyoruz? İçinde olmaktan mutlu olduğumuz bu topraklardan, dahilinde olmayı sevdiğimiz şehrimizden içinde barınamayacak kadar rahatsız olup ayrılmak durumunda mı kalacağız? Acaba ülkemizin içinde, katmaya çalıştıklarımız bize duvara çarpıp seker gibi geri dönerken, denemekten yorulacak mıyız? Diğer "azınlık olanlar" gibi biz de kendimizi var etmek için kuraldışı eylemlere mi başvurmak zorunda bırakılacağız, sırf asimile edilmemek için? Ya da bize de bir kürsü verilecek mi derdimizi anlatabileceğimiz, boğazımıza dayanan binbir türlü bıçaktan sonra?
Muhafazakarlığın arttığı, hoşgörü ve hayatın içindeki seçeneklerin azalmaya başladığı bir durumda, çoğunluğun içinde kalan azınlığın akıbetinin olumlu olması pek mümkün görünmüyor. "Aydın olmayı" Batı'yı inceleyerek, oradan yeni şeyler öğrenerek ama onun kölesi olmamayı tercih ederek deneyen biz "azınlık" ya yukarıdaki aşamaları az veya çok derecelerde tecrübe edeceğiz, ya da kendimize aynı Mehmed Akif'inki gibi bir "Mısır" bulacağız.
Madem çoğunluk tarafından "Batı hayranı" olarak itham ediliyor, bazı platformlarda suçlanıyoruz, bir kereliğine de olsa suçumuzu hak edecek bir hareket yapalım: "Better be safe than sorry". Yani "Sonunda üzülmektense, temkinli olmak daha iyidir." (SK/EK)