İnsan, hayalleriyle insandır. Toplum ise ütopyasıyla. Hayallerin bittiği yerde insan, ütopyanın bittiği yerde toplum biter.
Uygarlık öncesi bir ütopya var mıydı acaba?
En azından kurumsal bir ütopyanın varlığından bahsedilemez. Çünkü o dönemlerde insanı, “olmayan yer” –ki ütopia kelimesi yunanca “olmayan yer” anlamına gelir- arayışına itecek koşullar daha olgunlaşmamıştır. Henüz sınıflar ortaya çıkmamış ve yaşamlar üç aşağı beş yukarı birbirlerine benzemektedir. Yaşamlar arasında belirgin farklar olmadığından, kıyaslamalar da yapılmıyordur. Kıyaslamalar yapılmadığından mevcut olanın çok üstünde bir yaşamın tahayyülü de gerçekleşemiyordur.
Zira cennet, cehennemin çocuğudur.
Yani sınıflar ortaya çıkmaz, yaşamın bazıları için sefa bazıları için cefa olduğu manzaralar yaşanmasaydı, mevcut olana karşı ciddi hoşnutsuzluklar türemeseydi, başka yaşam arayışları ve ütopyalar da olmayacaktı. Çünkü özellikle de cefayı çekenlerin yaşama sarılmaları ve çalışmaları için umuda ihtiyaçları vardı. Bu umudun adı ütopyaydı.
Bu umudun ismi ilk olarak Sümer mitolojisinde “dilmun” olarak karşımıza çıkar. “Dilmun”un Sümercedeki kelime anlamı cennettir. Cehennemlerine de “Yer Altı Dünyası” demekteydi Sümerliler.
Derken, dinlerde karşımıza çıkar ütopya. Dilmun, anlam derinliği ve zenginliği kazanarak ve daha bir kurumlaşarak Cennet’e dönüşmüştür. Farkındalığın derinleştirilmesi ve motivasyonun güçlendirilmesi için cehennem de daha bir pekiştirilmiş ve kurumlaştırılmıştır.
İnsan bir kere alışmıştı; illa ki cennetler olmalıydı.
Derken, seküler cennetler ortaya çıktı. Özgür cennet vatanlar, cennetle özdeşleştirilmiş sınıfsız – sömürüsüz toplumlar ardı sıra geldi.
Seküler cennetlerin cehennemlerini belirtmeye gerek yok. Nitekim sömürge bir vatanda yaşamak cehennem azabını çekmekten farksızdı. Keza gece – gündüz çalışarak emeğinin karşılığını alamamak da cehennemi bir yaşamdı.
Dinci ütopyacılar, cennetlerini manevi âleme taşıyarak akıllılık etmişlerdi. Zira ütopyaları hiçbir zaman sınanamayacaktı.
Fakat seküler ütopyacıların cennetleri maddi âlemdeydi ve sınanma şansına sahipti. Nitekim çoğu sınandı da. Bazılarının dünya ve insanlık tarihine kattıkları değerler tartışmasızdır. Bununla birlikte insanlar, resmedilen cennetlerden farklı gerçekliklerle karşılaşınca hayal kırıklıkları da yaşadılar. Hatta eski cehennemlerine özlem duyanlar bile oldu.
Bu sebepten sekülerlerin de bir cennet kurgusu olmalı ama bu cennet, gerçeklik şehrinin çok uzaklarında düşlenmemelidir. Zira gerçeklikle sulanmayan düş bahçeleri uzun süre dayanamaz ve kururlar.
Bununla birlikte maddi âlemde, manevi alemdeki gibi sabit bir cennet ve cehennem yoktur; cennet de cehennem de dinamiktir; her cennetin bir cenneti, her cehennemin bir cehennemi vardır. (AB/APK)