Feminist olmak ne demektir? Neden bir arkadaşınız size “sana feminist olmak yakışmaz” der; feminist olmak bu kadar kötü bir şey midir? Bence kadın ve erkek arasındaki farklardan ve bu farkların yarattığı eşitsizliklerin farkındaysa bir insan kadın ya da erkek feministtir ve bence her kadın feminist olmalıdır.
Feminist demek sanılanın aksine erkek düşmanı, firijit demek değildir. Ben bir feministtim ve benim de erkek arkadaşım oldu. Aşka ya da erkeklere soğuk bakmıyorum. Öcü, böcü ya da cıs da değilim.
Burada iş dönüyor dolaşıyor o "egemen" söyleme takılıyor. Farkında olunmalı ve bu farkındalığı yaymalı, her ne kadar feminist deli, hayalperest insan gibi suçlamalarla da karşılaşsak. Çocuklarımızdan, kuzenlerimizden, ailemizden başlamalı, önce dilimizden atmalıyız.
Erkekler, ne kadar söylesem de anlamayabilirsiniz çünkü isteseniz de istemeseniz de en başından ayrıcalıklı şekilde doğuyorsunuz ve içinde bulunduğunuz o ayrıcalıklı konumdan benim karşılaştığım ve mücadele verdiğim şeyleri yaşamıyorsunuz.
Öte yandan kadınlarla ilgili konularda ne diyorsam bizzat ben diyorum. Çünkü kadın olarak hayatın her alanında veriyorum bu mücadeleyi. Daha küçük bir çocukken erkeklerin erkekliği sünnet törenleri ile kutsanırken ben ilk adet olduğumda tokat yiyorum ya da “hasta ve kirli” olduğuma inandırılıyorum, göğüslerim ilk çıktığında bundan utanç duyuyorum. Bunu biliyoruz diyebilirsiniz ama mücadele dilden başlamalı, tekrar tekrar söylüyorum. Ben yaşadıklarımı dile döküyorum. Size okuduğum kitaplardaki büyük anlatıları tekrar etmiyorum, sadece bir kadın olarak deneyimlediklerim ve beni rahatsız eden şeylerden bahsediyorum. Bozuk bir radyo gibi sürekli aynı şeyleri tekrar ediyor olabilirim ama sürekli tekrar edilen faşist, milliyetçi ve cinsiyetçi söylem karşısında bunu erteleyemem çünkü bunlar da mevcut sorunlar, var olan sorunlar.
Bazen görünen bilinen şeylerin tekrar tekrar yüksek sesle söylenmesi gerekiyor. Onları normalliklerinden çıkarmamız gerekiyor. Ben de biliyorum kapitalizmin ve feodalizmin getirdiği süreçler içinde kadının başına gelenleri. Ama kadının, erkeğin yanında aşağı bir varlık olarak görülmesi sadece tarihin bir döneminde ortaya çıkmış ekonomik sebeplere dayanan bir sorun değil. Tekrar ediyorum, kadın sorunu değil bu; bunu sorun olarak ortaya koyduğunuzda bile bir hiyerarşi üretiyorsunuz.
İktidar ve ekonomi, bütün maddilikleri ve ağırlıklarıyla (yasalar, hapishaneler, polis, ordu, partiler, okul gibi kurumlar vb. ile vergiler, ücret ve maaşlar, gelir dağılımındaki eşitsizlik/adaletsizlik, iş güvenliği yokluğu vb.) gündelik hayatta işler. Tüm ideolojik biçimlenmeler (siyasal, kültürel, düşünsel, cinsel, dinsel vb.) gündelik hayatta gerçekleşir. Bir toplumun söylenceleri, kahramanları, törenleri, kutsal bildikleri, gülünç buldukları, yücelttikleri, yere batırdıkları, kısacası o toplumu oluşturan inanç ve değer sistemlerinin tümü, kültüre yansır, türkülerde olduğu gibi. Örneğin, reklâmlarda kullanılan kadın imgelerini incelersek, bu ülke kadınlarının en yaygın temsil edilme şekillerinin, evinin işleriyle uğraşan biri veya cinsel nesne şeklinde sunulduğunu görebiliriz. Böylece toplumsal cinsiyet rollerini kadının doğasından gelen bir yapı gibi, bu rollerin hiç tartışmaya bile değmez gerçekler olarak sunulduğu görülür. Dilin gücü de işte buradadır. Sunulan kalıplar toplum tarafından içselleştirilir, kabullenilir, geçerli bir formül oluverir, yani en azından bu potansiyele sahiptir.
Kültür politik ve ideolojik kullanım için eşsiz bir araçtır; bu nedenle ne anlattığımız, neyi nasıl anlattığımız önem kazanmaktadır. Örneğin Hilmi Maktav’ın (2006) yazısında da belirttiği gibi hiç kimse bugün Kara Murat’ı izlerken, Kazıklı Voyvoda’nın zulümleri karşısında ne yapacağını düşünüp heyecanlanmıyor belki, ama en koyusundan milliyetçi ideolojiler “tarihsel fanteziler” olarak yeniden hayatımızın içinde; birer kült film olarak sevimli hale getiriliyorlar.
İşte bu nedenle feminist olmak önemlidir diyorum. Kalıplaşmış düşünceleri değiştirmek, alternatif sunmak yerine var olanı tekrar ediyoruz çoğu zaman. Onun için feminist olmak önemlidir diyorum, anti-militaristler ondan avazları çıktığı kadar militarizmi görünür kılmak lazım diyor. Herkes her Türk'ün asker doğmadığının farkında ama bunu ben bunun yanlışlığını işaret etmezsem nasıl değişecek? Bugün iktidardaki söylemler önümüze kesin ve değişmez tanımlar sunarken sen ben bunun aslında ne demek olduğunu biliyor olsak bile bunu dile getirmediğimizde, onu görünür kılmadığımızda bunun yanlışlığını insanlara nasıl anlatacağız?
Nasıl militarizm ve milliyetçilikle uğraşırken yapmamız gereken ilk şey onu görünür kılmaksa, toplumdaki toplumsal cinsiyet algılarının değiştirilmesi için de yapılması gereken, varolan algıların görünür kılınmasıdır. Çünkü kaynağını günlük hayattan alan bu söylemler var olan algıları değiştirmek ya da toplumdaki alternatif erkek ve kadın hallerine yer vermek yerine geleneksel toplumsal cinsiyet kalıplarını pekiştirmektedirler.
Varolan geleneksel toplumsal cinsiyet algıları görünmez oldukları müddetçe güçleniyorlar. Popüler kültür kendini eğitimle, gündelik dilin merkezine yerleşen terminolojisiyle yeniden üretiyor. Muhalif siyasal ve feminist kültür de bu süreçleri yeterince sorunsallaştırmıyor. Bu nedenle bize düşen görev normalleştirildikleri için görünmez olan bu kavramları, algıları görünür kılmaktır.
Ben dilin kadın dediği o “kadın” değilim ve kadınların da dilde tanımlanan o “kadın” olduğuna inanmıyorum. Tüm çabam o “kadın”ı yeniden adlandırmak. Var olan tüm kalıplaşmış anlamları yıkmak. Dünyaya bu gözle bakan her hangi birinin medyanın dilinin cinsiyetçiliğinden rahatsız olmamasını mümkün görmüyorum.
Belki tüm yazdıklarımda bu zamana kadar hep o “küçük” kadın beynimle kadın gerçekliği açısından baktım (kadın sorunu yazmıyorum zira tekrar gibi olacak ama kadın sorunu yoktur bu bile kendi içinde bir hiyerarşi üretir). Sürekli ikilikler üzerinden tartışmak yerine ben kadın gerçekliği demeyi daha doğru buluyorum.
Nietzsche "Böyle Buyurdu Zerdüşt" adlı kitabında şöyle der: "Erkek savaşçı olarak, kadın ise savaşçıyı rahatlatmak için yetiştirilmelidir; bunun dışında her şey aptallıktır." Burada erkeklikler, "erkeğe" dair kültürel alışılagelmiş resimler, mitler ve algılar bütününü ifade ederken her zaman için "güçlü, şiddete yatkın, egemen, dayanıklı, saldırgan, bağımsız, aktif vb" nitelemelere referans verilir. Erkeklik ideolojisi boyutuna getirilen bu idealler, normlar ve rol tanımlamaları günümüzde de toplumsallaşmalarda belirleyici olmakla kalmayıp, aile içinde, toplumsal ilişkilerde, görsel medyada, filmlerde, efsanelerde, hikâyelerde ve yaşamın daha başka alanlarında toplum tarafından yeniden üretilerek yaşatılıyor.
Ezberi tekrar eden bu yaklaşımlar neden sorun edilmiyor ki? Sen biliyorsun ben biliyorum ama Saramago’nun romanındaki körler gibi, farkında olduğumuz beyaz bir körlükte yaşıyoruz. Gören gözlerin gördüğünü görmemeyi tercih etmek anlaşılır bir şey değil ve bunun için ben bir feministim.(EG)