Steve McQueen'in ilk filmi Hunger seyirci için dikkat çekici olduğu kadar etkileyici bir deneyim olmuştu. Mcqueen'in kendine özgü bir tarzı vardı ve belli bu tarz peşinden geleceği kitleyi daha ilk filmden kenara koymuştu. Son filmi Shame (Utanç) de Queen'in neden özel bir yönetmen olduğunu daha baştan hissettirebildiğinin bir göstergesi.
İlk bakışta Manhattan'da yalnız yaşayan bir adam gibi görünebilir Brandon ama çok geçmeden evde ve iş yerindeki kendine has ufak 'depo'larından bir seks bağımlısı olduğunu anlıyoruz. Metro, iş yeri ya da kapısını açar açmaz girdiği ev farketmez, sürekli seks yapmayı düşünmekten alıkoyamıyor kendini, kadınlarla ya da onlarsız, ya da hayat kadınlarıyla farketmiyor, uzun bir ilişkiyi üç aydan fazla sürdüremediğini bildiğinden bunlarla yetinebilmeyi öğrenmiş çoktan.
Günün birinde kapıyı çalan kızkardeşi Sissy, Brandon'ın rahatsızlığını, içindeki mereti ya da hayata karşı kayıtsızca ve başkaldırırıcasına bağlandığı cinselliğin nereden kaynaklandığına dair yeteri kadar ipucu vermiyor ama fikir sahibi olmamıza yardım ediyor. Kızkardeşi ve Brandon arasında tarifsiz bir çekim var. Zamanla taşları biraz olsun yerine koyabileceğimiz adsız bir yakınlık. Filmin en çekici yanı ritmi, hikayesi kadar erotik olmayan bir gerilim mevcut, bu gerilimi Brandon'ın metroda bakıştığı kadından, kızkardeşiyle olan her anına sürükleyebiliriz.
Brandon'ın kızkardeşi ile yaşadığı bir şey var, bugün utanmasını gerektiren belki de onu hastalıklı, seks bağımlısı bir adama dönüştüren gizem. Büyük bir sırmış gibi durmuyor bu, yönetmen 'bir gizem var, geçmişten kalma bir yara, biraz açık ama sanki kapalı biraz da, bir de sen bak bu yaraya' diyor seyirciye.
Araya giren Sissy "biz kötü insanlar değiliz, sadece kötü bir yerden geldik" diyerek nereden geldiklerini hatırlatsa da Brandon için bu veri çok da anlamlı değil. Brandon durduğu noktada geldiği yeri unutmuş gibi, pahalı bir evde gayet iyi olanaklarla yaşıyor, kızkardeşi ise dağılmış, hayatını koyabileceği bir yeri yok, abisinin evinde kalabaliceği birkaç günü kâr saymaktan başka çaresi de yok.
Utanmak ya da utanç içimizde taşıdığımız onca duygunun arasından cımbızla çekilip öne çıkıyor. Brandon'ın gizemini filmin psikoljik gerilimini ayakta tutan da bu utancın kaynağından tam olarak emin olamayışımız. Yönetmen Steve McQueen elindeki kartların hepsini göstermiyor, açık bırakıyor.
Utanç, utanmanın filmi değil aslında, Brandon'ın kaçtıklarıyla yüzleşmesini sağlayan bir karşılaşma ve sonrası; utanacağı şeyler yapmış olsa da geçmişi onu görünmez kılmıyor aksine hafızasının dehlizlerine doğru iterek parçalanmasını sağlıyor. Bazen insanın yeniden toplanması için parçalanması gerekir.
Brandon gecenin bir vakti Brooklyn'in arka sokaklarında çaresizce dolanırken, kızkardeşinin sevişme seslerini dinlerken ya da daha 'normal' bir ilişkiyi sürdürmeye çalışırken parçalanıyor, içindekileri ufalıyor. Bütün bu süreç Michael Fassbender'in oyunculuğunun etrafında dolanırken, seyirci için her daim göremeyeceği bir gösterinin kapılarını açıyor.
Shame sadece Venedik Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu ödülü alan Michael Fassbender'ın muazzam performansı için bile görülmeye değer. Yine Sissy'yi canlandıran Carey Mulligan da çok iyi.
Şimdiden 2012'nin en iyi filmlerinden olmaya aday olan Shame, hissiyatı kameradan geçip seyirciye değdiği noktada karşılığını bulan türden, özel bir film. (JB/EKN)