3 Haziran-26 Temmuz 2009 tarihleri arasında Londra, Maresfield Gardens'da açılan "Hafıza ve Göçün Freudiyen Alanında Rezonans/ Katman/ Doku" başlıklı sergi bugün sona eriyor.
Sigmund Freud'un, Lacan'ı öncülleyen bir tarzla kaleme aldığı günlüğü ile geçtiğimiz yüzyılın, Yahudi tarihi üstüne yazılmış en önemli eserlerden biri kabul edilen ve travma olgusunun, kültürel alanda nasıl bir tahrip ve dönüşüm yarattığını anlatan çalışması da, Bracha Ettinger'in daha önce sergilenmemiş resimleri ve çizim defteriyle birlikte Freud Müzesi'nde sergileniyor.
İsrailli ressam ve psikanalist Bracha Ettinger'in 1993 yılından sonra İngiltere'de açtığı ilk sergi olma özelliğini taşıyan çalışmanın sergilendiği mekân ise, psikanalizin kurucusu Freud'un 1938'de Avusturya'nın Nazilerin işgaline uğramasından sonra yerleştiği ve ölümüne kadar sadece bir yıl yaşayabildiği ev.
Sessiz sakin bir sokağın girişinde, terk edilmis bir binanın hemen yanında ve Anna Freud Merkezi'nin az ötesinde bulunan ev, Freud'un ölümünden sonra müzeye dönüştürülmüş.
Güneş gören kocaman ön ve arka bahçesi ile taş yapıyı sokaktan gizleyen ağaçlarıyla bugünün Freud Müzesi, psikanalizin dehası kabul edilen Freud'un, bir zamanlar bu mütevazı orta sınıf yapıda son günlerini nasıl geçirdiğinin izlerini de taşıyor.
Freud'un yaşamını anlatan bir belgeselin de gösterildiği serginin esas amacı ise, soykırım ve katliam gibi travmatik olaylardan geriye kalan olgusal mirasa sanat ve psikanaliz bilimi aracılığıyla dikkat çekmek.
Olgusal Olaylar ve Psikanaliz Bilimi
Tarihsel, "Büyük Felaket"lerin psikanaliz, politika, kültür ve etik bağlamında değerlendirilmesi meselesi, günümüz dünyasında hafıza etikleri açısından son derece önem arz ettiğinden, Bracha Ettinger'in, psikanalitik yaklaşımla çizdiği resimleri "tanıklık" kavramını ele alış biçimiyle de son derece yetkin ve inanılmaz.
Ettinger'in, Freud'un eşyaları, kütüphanesi ve özel koleksiyonlarıyla bir bütün oluşturan çalışması, Freud Müzesi'nin kendine özgü hüznüyle de örtüşüyor. Bracha Ettinger'in, ziyaretçilerin yanıtlaması için serginin tanıtım broşürlerinde sorduğu soru ise sıradan bir tanıtım cümlesini aşacak kadar yalın ve komplike:
Günümüzün politik tartışmalarına aydınlatıcı bir yaklaşım getireceği şüphesiz olan psikanalitik teori ve psikanaliz bilimi, travmatik tarihlerin çözülmeyen kederli olgularına sanat aracılığıyla deva olabilir mi?
Bu bağlamda bu soruya, Ermeni ve Kürt meselesi gibi iki tarihsel olguyu, gündelik kısır siyasi çekişmelerin ve iktidar mücadelelerinin ötesinde değerlendirebilmek için dikkat çekmenin yadsınamaz gerekliliği de açığa çıkıyor.
Batı felsefesinin, kendi tarihini modern dünyaya geçişte, yüzyıllar sonucunda meydana gelen olaylar, olgular ve neticeler sonunda "insani bir bakışla" yeniden şekillendirilen terimleri ve kavramları; Türkiye ve Orta Doğu bağlamında düşünmek için bu olguları, sanat aracılığıyla aracısız olarak hissetmenin bir yolunu öneren B. Ettinger'in akademik çalışmaları sonucunda geliştirdiği feminist psikanalitik bakışını yansıtan resimlerinin evrensel yaklaşımını keşfetmek, Batı-Doğu gibi büyük kavramları da minör bağlamlarda yeniden düşünmeyi gerektiriyor.
Katolik Kilisesi'nin Özrü ve "Tanıklık" Kavramı
Tarihte tanıklık edemediğimiz olayları anlamak ve bugünün modern dünyasında, kendi tanıklığımızı "tarafsız" bir biçimde açığa çıkarabilmek için sanat aracılığıyla yansıyan -Lacan'cı bağlamda- "Gerçek" acılara, çıplak gözle bakabilmek için Bracha Ettinger'in tanıklık kavramını kesinlikle dikkate almak gerekiyor.
Yine bu bağlamda çarpıcı ve yeni bir örnek ise geçtiğimiz haftalarda, İspanya'nın kuzeyinde Bask bölgesindeki Katolik Kilisesi'nin Franco rejimi sırasında yaşanan katliama sessiz kaldığı için halktan özür dilemesidir.
1936-1937 yılları arasında Franco'nun askerleri tarafından katledilen 14 Basklı din adamının anısı adına özür dileyen Katolik Kilisesi'nin sergilediği tavır, Ettinger'in "tanıklık edemediğimiz olayların tanığı olmak kavramına" sanat aracılığıyla olmasa da akademik, politik ve kültürel etik bağlamında muazzam bir örnek.
Katliamda ölenlerin isimlerinin kilise kayıtlarına geçirilmediğini belirten Katolik Kilisesi'nin, yaşanan travmatik olay karşısında yıllar sonra dilediği özür, tanıklık kavramının "olgusal" olaylar bağlamındaki işleyişini de gösteren bir kanıt.
İnsan acısını taşıyan tarih, resmileştirilse de hikâyeler, isimler ve olaylar sistematik bir biçimde unutturulsa da tarihsel olgular her dönemde kendini su yüzüne çıkarır ki bu da, tarihin her evresinde tanıklık ettiği travmalara -insanlık açısından- insani ve etik bir yaklaşım getirmesi gereken bireyin, sorumluluk kavramından kaçışının olmadığını da gösteriyor.
Ve tabii ki, akıllardan hiç çıkmayan başka bir sızıyı da yine bir soruya dönüştürüyor: İnsanlığın ve tekil bireyin evresel acısının kanıtı olan -feryat figan etmeyen- soyut/ somut sanat, her dönemde mümkün kılınsa dahi nasıl anlaşılır/ikna edebilir ve ciddiye alınır?
Ve elbette, "bazı ülkelerde" gülüşme konusu olmanın ötesine geçemeyen ve Freud'un hastalarını tedavi ettiği ünlü divana uzanıp tavana bakarak, çocukluk anılarını anlatmanın ötesinde bir disiplin olarak anlaşılmayan psikanaliz bilimi ile psikanalitik düşüncenin esas amaçlarından birinin "tanıklıktan doğan insan haklarını" vurgulamak olduğunu anlamak ve psikanaliz biliminin değerine riayet etmek anlaşılması çok mu güç bir durumdur? (YK/EÖ)