Ernesto Che Guevara'nın 40. Ölüm Yıldönümü'nde anıldığı, Arjantin'de 30 yıllık savaş suçlularından birinin mahkum edildiği, yazar Mehmed Uzun'u kaybedişimizin ve Agos gazetesinden Arat Dink ve Serkis Seropyan'ın mahkum edildiği haberini aldığımız günlerdi. Arjantin'den iyi, Türkiye'den haberler kötüydü…
Aylar oldu, dediğim gibi. Ama ben Uruguay'ı bugüne kadar yazamadım. Yazmazsam hiç rahat edemeyecektim. Hem, o farklı ortamı paylaşmasam, heyecanımı da üzerimden atamayacaktım.
Bana nefes aldıran Montevideo, gençler için sıkıcıydı
Bir haftalık ziyaret sırasında ayrılmadığımız 1,5 milyonluk Başkent Montevideo kenti, kıta değiştirmenin izlerini kendisiyle fazlasıyla taşıyordu. Küreselleşen ve yabancılaşan İstanbul'dan gelen biri için Uruguay oldukça nefes aldırıcıydı.
Mütevazı giyimli, gündüz mate çayları ve termoslarıyla Uruguaylıları, eski Türkiye'nin açık hava kıraathanelerindeki havasını andırır yaygın tango geceleriyle samimi ve heyecanlı buldum. Ancak uçakta ve Montevideo'da gençlerin, hayatın sönüklüğü ve işsizlikten şikayet ettikleri anlatıldı bana.
Ülkenin başkenti ve yegane önemli kentinde bir haftalık bulunmuşluğum, kolay ulaşılır tatil yörelerinden olmayan ve üzerinde fazla yazılıp çizilmeyen Uruguay ile ilgili yanıltıcı düşüncelere yol açmasın.
Araçlar ve panolar rengarenk, otobüsler gürültülü
Heyecan bendeydi. O nedenle sanki Uruguay'a yerleşmem söz konusuymuş gibi giderayak hemen oranın hoş taraflarını görmem gerekiyordu: Otele yerleşir yerleşmez sokağa inip televizyonda bende Latin Amerika imgeleri olarak kalanları aramaya koyuldum. Çünkü ertesi gün IFEX etkinlikleri başlıyordu.
Kısa sürede zihnimdekilerin sokağa dökülmesi bende çılgınca bir heyecana yol açtı: Otomasyon dışı rengarenk Amerikan araçları, az çok anlamlarını çıkarabildiğim çılgın panolar, 70'li yıllarda Latin Amerika'da işlenen katliamlarla ilgili filmlerde hatırladığım sıra sıra ev mimarileri ve daha pek çok şey...
Pozitif yanları görmeye programlanmıştım: Önce bu başkentte araç trafiğinin yakın bir yerde seyrekleştiğini, sokakta sadece konteynırlara bırakılan çöpleri işçilerce el arabalarıyla değil, yine korumasız kişilerce ama derli toplu şekilde at arabalarıyla toplandığını fark etmek şaşırtıcı geldi.
Çocuk veya yetişkin çöp toplayıcılarının cilt hastalığına yakalandıklarını, daha sonra el kol hareketleriyle konuşmaya çalıştığım bir kaçında gördüm. Belediye otobüslerinin yaydığı gürültü ve eksoz dumanı, İstanbul'da birlikte yaşadığımız bir sorun olarak, hele ki yakınlık kurmaya hazır olduğum bu kentte beni rahatsız etmiyordu.
Gazeteciler, İslamcı hükümet ve İstanbul'u merak ediyor
Tunus'tan Sihem, Nepal'den Khadja (CEHURDES), Liberya'dan Malcolm (CEMESP), Mısır'dan Şerif (EOHR), Lübnan'dan Rula (MAHARAT), Myanmar'dan Soe Myint (MİZZİMA) ve daha niceleriyle tanışmak da, bianet'i anlatmak da güzeldi.
Hepsiyle konferans araları kaynaşma geliştikçe, akşamları da Türkiye'nin ün yaptığını fark ettiğim düşünce özgürlüğü, İslamcı hükümet ve İstanbul kadınlarının güzelliğiyle ilgili sorularla karşılaşıyordum. Çoğu İstanbul'a ne kadar çok gelmek istediklerinden söz ediyordu.
"Partiniz iktidardaysa da gazetecilik daha da önemli"
Montevideo Belediyesi ve Uruguay Gazeteciler Sendikası'ndaki etkinlikler sona yaklaşınca ülkenin en önemli günlük gazetelerinden sağcı La Republica ve haftalık bir başka gazeteyi ziyaret ettik.
La Republica gazetesinin geleneksel basım yöntemlerini sürdürmesi, matbaa ziyareti için bizi bir hayli meraklandırdı. Renk karışımları elle yapılıyor, kağıt topları karşımızda duruyordu. Ancak haber merkezini gezince büyük bir gazete olduğuna kani olduk. Hukuk danışmanı bize hükümetle bir sorunları olmadığını söylüyor:
"Zaten politikaya farklı baktığımızı biliyorlar. Gazetede kendilerini ifade etme hakkı buldukları için de yargıyla bir işimiz olmuyor."
Gazetecilerle sohbetimizde bize, ülkede yüzde 8 civarında olan siyahların hakları gibi bazı konularda, solcu Tabare Vasquez hükümetinin politikalarını eleştirmek gibi misyonlarının baki olduğunu, politikasını benimseseniz dahi veya partiniz iktidarda da olsa gazeteciliğin daha önemli hale geldiği söyleniyor.
Bir haftada "Baba ve Piç","Soykırımı Anıtı" ve Ermeni Pedro
Üç milyonluk Uruguay'da, Ermeni Sorunu gibi ülkemizde başımızdan atmaya çalıştığımız bir meselenin ne denli yaygın bir
gündemi olabileceğine tanık oldum. Bu kadar küçük bir ülkenin başkentinde 15'in üzerinde müze, bir o kadar anıt var ki, bunlardan birisi "Ermeni Soykırımı" Anıtı'ydı.
Uruguay'ın 1915'te yaşananları 50. yılında "Soykırım" olarak tanıyan ilk ülke olduğunu öğreniyorum. Otelde açtığım Fransız TV5 televizyonun Latin Amerika yayınında, Ermeni komşuluklarla ilgili bölüm okunarak Elif Şafak'ın Baba ve Piç Kitabı tanıtılıyordu.
Şaşkınlığım bununla da kalmayacaktı. Hayat Uruguay'da Türkiye'dekinden farklı işliyordu. Bunun başka bir işareti de, son akşamımızda Tango izlemeye gitmeye karar verdiğimizde, anneannesi Hatay Dörtyol'dan yola çıkıp Uruguay'a yerleşen Ermeni Pedro ile tanışmam oldu. Türkiye'yi hiç görmemişti.
"Sen beni sevmezsin...ben Ermeni'yim"
Tanışma faslında adım değil, Türkiye'den gelmem ilgisini çekti. Yanımdaki yabancı gazetecileri bırakıp bana döndü. Sevinmiş,
ışıl ışıl gözlerle, "Sen beni sevmezsin" dedi İspanyolca. Dedikleri bana İngilizce çevrilince nedenini sordum: "Ben Ermeni'yim."
Memnun olduğumu söyleyince de, tüm mekandakilerin ilgisini çeken gür sesi, heyecanlı ve sevinçli haliyle "dostum" diye bana hitap etti; hemen etrafındaki yakın çevresiyle tanıştırıldım.
Orada hakimlik yapıyordu, bir gün mutlaka Türkiye'ye gelmek istiyordu. Yüreklendirince, dilinden aynı heyecanlı sesle Türkçe sözler dökülmeye başladı: "Çiftetelliiiii", "zeybekkk", "Beyefendiii"!!
Bu benim ikinci tango gecemdi; ilkinde dansa eşlik eden tangoyu dinlediğimde Anadolu efkarı basmıştı; Pedro ile tanıştığımdaysa yine buralara ait bir hasreti hissettim. Gazeteciler, Pedro ve eşini tango yaparken izledi hayranlıkla.
El sanatları çarşısı ve Karnaval Müzesi rengarenk!
Hoşuma giden bir başka yön de, el sanatlarının Uruguay'da ne kadar gelişmiş olduğunu gördüm. Çeşitliliğiyle rengarenk el sanatları çarşısını gezerken yaptığınız alış veriş karşılığında ödemenizi de "ortak kasa"dan yapıyorsunuz. Eşya satışı yapanların hepsi sizi aynı yere yönlendiriyordu.
Diğer renkli bir mekan da Montevideo Limanı'nın karşısında ziyaret ettiğimiz Karnaval Müzesi oldu. Konuştuğum Uruguaylılar, Tango gibi karnaval kültürünün de Arjantin veya Brezilya'dan geldiğini düşünülmesinden rahatsızlar; "Onlar buraya aitler" diyorlar.
Çok çalıştığımı anlatmadım, Uruguay'da hayat böyleydi! (EÖ/TK)