Son yerel seçimlerde CHP'nin aday gösterdiği ve %67 oy alarak göreve gelen Urla Belediye Başkanı Burak Oğuz geçtiğimiz 16 Aralık günü "FETÖ ile ilişkili olmak" suçlamasıyla tutuklandı ve İçişleri Bakanlığı tarafından görevden alınarak yerine kayyım atandı.
"Urla'ya Kayyım geldi" dedik ama kayyım yabancı değil, Urla Kaymakamı Önder Can. Yani merkezi yönetimin ilçedeki temsilcisi yerel yönetime el koymuş durumda. Bu işlem son yerel seçimlerin ardından bugüne kadar HDP'nin 3 büyük şehir, 25 ilçe ve 3 belde belediyesinde uygulanmıştı, ama CHP'nin başına ilk kez geliyor.
Genelde görevden alınan belediye başkanı yerine belediye meclisinin kendi içinden bir üyeyi başkan vekili olarak seçmesi gerekiyor. Ancak bu uygulama KHK ile engellenmiş. Böylelikle bugüne kadar HDP'li belediyelere yönelik sürdürülen operasyonlara yasal dayanak getirilmiş. "HDP'li başkanı görevden aldık ama meclis nasıl olsa kendi içinden bir başka HDP'liyi seçer, bunu da engellemeli" diye düşünülmüş olacak.
Acaba KHK ile getirilen bu antidemokratik düzenleme, zamanında CHP'nin gözünden kaçtı mı? Örneğin niye bu konuda Anayasa Mahkemesi'ne gidilmedi acaba? Yerel demokrasiyi savunanların herhalde karşı çıkması gereken bir uygulama. Acaba "bize bir şey olmaz" diye mi düşünüldü?
Kayyım atanmasının "batı"ya yakışmadığını, ama "doğu"da uygulanabileceğini İYİ Partili Müsavat Dervişoğlu da kibarca söylüyor. Urla'yı ziyaret eden Dervişoğlu "Bunlar Türkiye'nin başka yerlerinde gerçekleştirilmiş uygulamalar olabilir ama İzmir'e uygun değil" demiş. Bu samimi itiraf, Anayasa'nın eşitlik ilkesine ters düştüğü kadar söyleyenin kendi adına da ters düşmüyor mu? "Müsavat" bildiğiniz gibi eski dilde eşitlik demek ya.
HDP'ye saldıranlar ve onları alkışlayanlar
Doğrusunu söylemek gerekirse bu taraflarda AKP karşıtı oylar çoğunluktaysa da genelde demokrasi anlayışı çifte standartla maluldür. Urla'dan bir örnek verelim ve 30 Mart 2014 yerel seçimleri öncesi HDP'lilere yönelik taşlı sopalı saldırıyı hatırlatalım. Kente gelen HDP seçim konvoyu "ülkücü" diye tanımlanan bir grubun saldırısıyla kente sokulmamış, yaralananlar olmuş, BDP ilçe binası tahrip edilmişti.
Böyle bir olayın pek olağan dışı bir yanı yok, her kentte görülebilir diyeceksiniz. Ama Urla olayında gözlerden kaçan, konuya ilişkin haberlere yansımayan bir ayrıntı vardı. Saldırgan grubun 100 metre kadar ötesinde, onlara karışmamaya özen gösteren, orta yaşların üzerinde temiz giyimli kadın ve erkeklerden oluşan 25-30 kişilik bir grup alkışlarıyla saldırganlara destek veriyordu.
Kimlerdi bu grup, hangi siyasal oluşum içindeydiler? Araştırmaya, soruşturmaya değer doğrusu. Büyük bir olasılıkla kendilerini demokrasiden yana gören ve iktidara karşı çıkan bir çevreden geliyorlardı. Son seçimlerde oylarını belki de bu doğrultuda kullanmış ve görevden alınan belediye başkanına oy vermişlerdi.
Alışılagelmiş bir hatırlatma olacak ama yine de Nazi Almanya'sında 7 yıl toplama kampında kalan Protestan papaz Martin Niemöller'in '...Benim için geldiklerinde sesini çıkaracak kimse kalmamıştı" diye biten sözleri geliyor insanın aklına.
Tepkisizlik ve CHP'ninUrla çıkarması
Urla'da her 10 seçmenden 7'si görevden alınan belediye başkanına oy verdi. Belediye Meclisi'nde 25 üyeden 20'si CHP'li. Dolayısıyla kayyım atanmasına güçlü bir tepki beklenirdi. Ama Urlalıların pek sesi çıkmadı. İlk günlerde parti merkezinden ve il örgütünden yapılan çıkışların, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı'nın gösterdiği tepkinin arkası gelmedi.
Konuya ilişkin olarak CHP'li yöneticilerin 3 Ocak günü, yani kayyım atanmasından iki hafta sonra Urla'da düzenlediği halka açık toplantı pek resmi bir havada başladı. Banttan verilen İstiklal Marşı'nın ardından sunucu teatral bir sesle, "Sayın İzmir Büyükşehir Belediye Başkanım, Sayın İl Başkanım, Sayın Genel Başkan Yardımcım..." diye konuşmacıları sahneye davet ediyordu. (Laf aramızda, bu tür "kibar" hitaplar bana televizyonlarda yemek tarifi yapanların "tuzum.. soğanım.. patlıcanım" sözlerini hatırlatıyor. Ne gerek var bu iyelik ekini kullanmaya?)
Kentin dışında bir yerde düzenlenen 3 Ocak toplantısına Urlalılardan öyle pek kitlesel denebilecek bir katılım olmadı. Parti yöneticileri konuşmalarında genel çizgileriyle ülkedeki son politik gelişmeleri yorumladı. "Halk meclisi kuracağız, biz kendi başkanımızı seçeceğiz, her gün belediyenin kapısında bir başka ilçe örgütümüz nöbet bekleyecek" gibi iddialı ve heyecanlı sözler de söylenmedi değil. (Bugüne kadar bu sözler doğrultusunda bir gelişme olmadığını hemen ekleyelim.)
İşin ilginç yanı toplantıda kimse çıkıp da "Belediye Başkanımız haksızlığa uğramıştır, hakkındaki suçlamalar asılsızdır" demiyordu. Toplantıyı sabırla izleyen Urlalılar sonunda patladı. Partili yöneticilere "Bu başkanı siz aday göstermediniz mi?", "Ne olduğunu bilmiyor muydunuz?", "Oylarımızı gömdünüz" diye tepki gösteren izleyiciler kibarca salonun dışına yönlendiriliyordu.
İnternet ortamında 3 Ocak toplantısına ilişkin haberleri, hatta video kayıtlarını bulabilirsiniz. Örneğin Amerika'nın Sesi'nde yayınlanan Soner Kızılkaya'nın haberine ve habere ekli video kaydına bakabilirsiniz. Bazı gazete ve internet haber sitelerinde "CHP'nin Urla Çıkarması" başlığıyla verilen toplantı haberi Sputnik'te de yayınlanmış. Galiba "yerelden küresele" denilen şey bu olmalı!
Bu arada CHP İzmir eski İl Başkanı Kemal Karataş'ın 3 Ocak toplantısına ilişkin yazdıkları, bizde politikanın ne düzeylerde yaşandığını gösteriyor. Benzeri üslupta yaptığı "eleştirileri" nedeniyle geçen yıl partiden ihraç edilmiş olan Karataş, demediğini bırakmamış. Toplantıda söylenenler için "Tırışkadan nağmeler", "Koftiden başkan seçilecekmiş" gibi değerlendirmeler yapan Karataş hızını alamamış, "eleştirilerini" cinsiyetçi bir benzetme de kullanarak sürdürmüş.
Urlalılar kayyımdan memnun gibiler
Seçtikleri başkanın tutuklanmasına ve görevden alınmasına Urlalılar ciddi bir tepki göstermedi demiştik. Özellikle CHP yöneticilerinin bunun nedenlerini düşünmelerinde yarar var. Aday belirleme sürecinden başlayan bir dizi olumsuzluk saymak mümkün.
Her şeyden önce başkan, ne parti içinde ne de Urla yerel siyaset ortamında tanınan ve ön saflarda yer alan biriydi. Öte yandan göreve geldikten sonra geçen 9 ay boyunca Urlalılar kendisiyle diyalog kurmakta zorlandılar. Belediye çalışanlarıyla ilişkilerinde de olumsuzluklar olduğu söyleniyordu. Dolayısıyla sanki ardında bir boşluk bırakmadan gitti gibi bir durum var.
İşin ilginç ve belki de yerel demokrasi anlayışı açısından tehlikeli olan yanı, Urlalılar bir şekilde ilçe kaymakamının belediye başkanlığı görevini de yürütmesinden memnun gibi görünüyor. Kayyum atanmasının üzerinden bir ay geçti. Bu süre içinde Urlalılardan kayyum uygulamasına ilişkin bir şikâyet duyulmadı. Hatta tam tersi, kayyum eliyle yapılan işler olumlu bile karşılanıyor.
Kayyımın ilk işi, eski başkan döneminde temizlik işlerine sürülmüş basın bürosu çalışanlarını eski görevlerine iade etmek oldu. "Necati Cumalı anma törenine kayyım izin vermiyor" dediler, ama tören kayyımın da katılımıyla başarılı bir biçimde yapıldı. Kayyımın, ilçede yaya dolaşımını engelleyen kaldırım işgallerinin önleneceğini, ana yaya bölgelerine getirilen trafik yasağının uygulanacağını söylemesi Urlalıları sevindirdi. Bunlar küçük şeyler diyebilirsiniz ama anlaşılan insanlar küçük de olsa bazı olumlu işlerin yapılmasını bekliyorlar.
Urla'nın emektarlarından Mehmet Emeç birkaç gün önce Facebook'taki "Urla Haberleri" sayfasında Urla ile havaalanı arasında Havaş otobüs seferlerinin başlayacağı haberini aktardı. Gelen yorumları görecektiniz, sevinen sevinene. Ama işi sağlama bağlamak isteyenler telefonla aramışlar, ilgililer şimdilik böyle bir bağlantı yok, belki yazın uygularız demişler. Olsun, yaşamı kolaylaştırıcı bazı şeylerin söylentisi bile insanlara hoş geliyor.
"Orta – üst sınıf Türkler kayyımla ilk kez Urla'da karşılaştı"
Urla'ya kayyım atanmasıyla ilgili en kapsamlı değerlendirmeyi siyaset bilimci Prof. Ayşen Uysal yapmış. Orta-üst sınıf Türklerin kayyımla ilk kez Urla'da karşılaştığını belirten Uysal, sosyolojik açıdan kentin özelliklerini anlatıyor, böyle bir kente kayyım atanmasının stratejik ve sembolik önemi üzerinde duruyor. Ayşen Uysal'ın, ortak mücadelenin gerekliliğini vurguladığı değerlendirmesinde özetle şu görüşler yer alıyor:
"İktidar, HDP adayları seçildiği takdirde görevden alınabilecekleri sinyalini veriyordu. Seçimden sonra da bu 'stratejilerini' yaşama geçirdiler. Çok sayıda HDP'li belediye başkanı görevden alındı ve yerlerine kayyım atandı. CHP parti olarak utangaç birkaç açıklamanın dışında bu görevden almalara ve atamalara sessiz kaldı, tepki göstermedi. Oysa bu işin CHP'li belediyelere uzanacağı sinyali de veriliyordu. Bugün geldiğimiz aşama tam burası."
"Urla, rejimin baskısından, yaşam tarzına müdahalesinden kaçıp biraz nefes almak isteyenlerin yerleştiği bir yer. İzmir'in üst sınıflarını da çekiyor. Urla'da zengin gettoları oluşmuş durumda. Çeşme'den, Alaçatı'dan en büyük farkı da, yazın gelip geçilen bir yer değil, sürekli ikamet edilen bir yer olması. Ayrıca, rantın yüksek ve buna bağlı olarak rant kavgalarının da fazla olduğu bir yer. CHP'nin en yüksek oyu aldığı ilçelerden biri. Bu açılardan bakılınca CHP kayyımlarının Urla'dan başlamasının stratejik ve sembolik önemi daha iyi anlaşılabilir."
"Urla ile kayyım meselesi ilk defa orta-üst sınıf Türklere değmiş oldu. HDP'li belediyelere atanan kayyımları kanıksamıştık. Urla Belediyesine kayyım atanması ile bu durum değişmiş değil. Zira iktidar baskı ve şiddeti bir anda ve toptan değil, kademeli olarak ve zamana yayarak uyguluyor. Böylece zaman içinde o baskı ve şiddet kanıksanıyor."
Ortak mücadelenin gerekliliği
Prof. Uysal, kayyım uygulamasına karşı verilecek ortak bir mücadelede CHP'nin HDP ile birlikte hareket edip edemeyeceği konusunda iyimser değil ama yine de ortak mücadelenin gerekliliğini vurguluyor. Özetle şöyle diyor:
"Türkiye'de ortak mücadele de gelişemiyor maalesef. Çünkü toplum küçük parçalara ayrılmış durumda ve bu küçük parçalar kendi içlerine kapanmış halde. Bu ve bir dizi başka nedenle CHP ve HDP'nin kayyımlar karşısında ortak mücadele geliştirebileceği konusunda iyimser değilim."
"Demokrasi sökümü çağında, seçimin içinin boşaltıldığı bir evreden geçiyoruz. Bu, Türkiye'de kayyımlarla yapılıyor, başka ülkelerde başka yollarla. Şayet buna karşı ortak mücadele etmezsek, seçtiğimiz temsilcilerin bizi yöneteceğinin hiçbir garantisi yok." (AŞ/AÖ)