Ocak ayının ilk günlerinde, AKP Elazığ milletvekili Zülfü Demirbağ, katıldığı bir televizyon programında “komünistlerde zaten namus anlayışı diye bir şey yoktur, aile, namus anlayışı olmaz,” dedi.
Tam 101 yıl önce aynı günlerde Erzurum’da, halk aynı sözcüklerle kışkırtılmış, “Allahsız, dinsiz komünistler”i karşılamaya hazırlanmış, Mustafa Suphi ve arkadaşlarını linç etmek için bekliyordu. Aynı bakış, aynı anlayış, aynı cümlelerle sürüyor.
TKP’nin ilk merkez komitesi başkanı Mustafa Suphi’yle 14 arkadaşının bindiği teknenin Karadeniz’de kötü hava koşulları yüzünden alabora olduğu resmi açıklamalarda yer alsa da failleri belli ve planlı olduğu söylenen bir saldırıyla öldürüldükleri bilinir.
Daha az bilinen ise Kazım Karabekir tarafından Kars’ta karşılanan heyetin bir hafta kadar bekletilip Erzurum üzerinden Trabzon’a doğru yola çıkarıldıktan sonra, yol boyunca, altı gün sürekli saldırıya uğramaları, her molada linç girişimleri, küfür, dayak, aşağılama ve tacizlerin devam etmesidir.
"Öldürmeyin, pişman edin"
Din temelli, komünist düşmanı bir söylemle sokağa dökülen halk, Mustafa Suphi ve arkadaşlarını öldürmek için fırsat kollar. Anadoluda yeni başlayan kurtuluş savaşına katılmak için gelenler dövülerek bir tekneye bindirilir. Çünkü Ankara’dan gelen telgraflarda öldürmeyin ama geldiklerine pişman edin yazar.
Resmi açıklamayla söylentiler birbirini tamamlar. Yeni kurulacak olan devletin temelinde korku hakimdir, faili meçhuller damga vurur. Mustafa Suphi ve arkadaşları hunharca katledildikten iki ay sonra Sovyetlerle Ankara hükümeti arasında dostluk anlaşması imzalanır. Saldırganların başındaki kayıkçı kethudası Yahya Kahya pusuya düşürülerek öldürülür, daha sonra da olayların soruşturulmasını, sorumluların bulunmasını isteyen Trabzon Milletvekili gazeteci Ali Şükrü ortadan kaldırılır.
Bu hikayede hiç bilinmeyen ise Maria Suphi’dir.
Karadeniz’in kuzey kıyılarından Novorosiski’li bir komsomolkadır Maria. Rus devrimi için savaşmış, Mustafa Suphi ile tanıştıktan sonra TKP’ye katılmıştır.
Kurtuluş savaşının ilk yıllarında, Mustafa Kemal’e destek için Bakü’den Kars’a gelen TKP heyetinde yer almış enternasyonalist bir devrimcidir. TKP kayıtlarında ise adı Meryem’dir.
28 Ocak 1921’i, 29 Ocağa bağlayan cuma gecesi Karadenizde, Yahya Kahya ve adamları tarafından öldürülüp suya atılan Mustafa Suphi ile arkadaşları adına şiirler, yazılar yazılır, kitaplar basılır, törenler düzenlenir ama bir cümleyle bile Maria’dan bahsedilmez.
Eşi ve yoldaşları gözlerinin önünde katledilen Maria zorla, sürüklenerek kıyıya çıkarılmış ve tahminen iki yıl boyunca her gün dövülüp, tecavüz edilmiştir.
Yahya Kahya, Maria’yı bir ara Trabzon eşrafından Nemlizade Ragıp’a "satar", sonra geri alır ve Rizeli kabadayılara verir. Halk, Maria’ya reva görülen eziyeti, tacizi, tecavüzü bilir. Hapsedildiği evler bellidir, ancak hiçbir şey yapılmaz. Onu tanıyanlar, Maria hiç yaşamamış gibi davranırlar.
28 - 29 Ocak 1921 tarihindeki olaylar, yıllar sonra TÜSTAV(Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı)’nın yayımladığı belgelerle aydınlatılır. Bir de o günlerde Trabzon’da yayımlanan İstikbal gazetesinde “Bakü yolcuları geldiler ve gittiler” başlıklı kötücül bir yazı yayımlanır, Maria’dan bahseden.
Arşivlerin karanlığı, katliam emrinin kim ya da kimler tarafından verildiğini gizler. Katliamın tanığı Maria’nın onca işkenceden sonra, ne zaman nasıl öldüğü bilinmez.
Bazı konularda yazmak zordur, Maria hakkında yazmak daha da zor. İnsanın aklı almıyor, dehşete kapılıyor. Çığlıklarını duymamak, acısını hissetmemek olanaksız.
Son zamanlarda elimin altında üç kitap var:
*Maria Suphi – Bir direniş öyküsü. (Roman) Kenan Karabağ, Tekin Yayınevi.2021
*Mustafa Suphi ve Yoldaşlarını Kim Öldürdü? (Politik inceleme) Emrah Cilasun, Tekin Yayınevi, 2020
*Moskova, Ankara, Londra Üçgeninde İştirakiyuncular, Komünistler ve Paşa Hazretleri (Araştırma, inceleme dizisi) Emel Akal, İletişim Yayınları 2013
Üç kitabı da okumanızı, en azından gözatmanızı tavsiye ederim. Kenan Karabağ’ın yazdığı romanın büyük bölümü Mustafa Suphi ve mücadelesi üzerine.
İdealler, hayaller, gerçekler arasında Maria, kitaba adını verdiği halde esas kahraman olamıyor. Farklı bakış açılarına sahip diğer iki kitap belgelere dayandığı için, Maria yine satıraralarında kalıyor.
Kin, nefret halen sürüyor
Emrah Cilasun, yerel dinamikleri ve ayrıntıları incelemiş. Emel Akal’ın araştırması daha geniş bir siyasi panaroma çiziyor. “1920 yılında Ankara’daki TBMM Hükümetinin, Moskova Londra’dan gelen etkilerle, iç politikaya nasıl şekil verdiği” anlatılıyor.
Her üç kitapta da, TKP heyetinin Erzurum’dan sonra Bayburt, Gümüşhane, Torul üzerinden Maçka’ya getirilirken linç girişimleriyle karşılaştıkları, aç, susuz bırakılıp dayak ve hakaretlerle sürekli tacize uğradıkları anlatılıyor. Dinimiz elden gidiyor, denilerek kışkırtılan halk Mustafa Suphi ve arkadaşlarını kendi elleriyle cezalandırmak istemiş. Erkekleri öldürmek yetmemiş, Maria’yı zincire vurup her gün tekrar tekrar öldürmüşler. Üstelik bu kin, bu nefret hala sürüyor.
Mültecilerin evleri, işyerleri basıldığı, yağmalandığı, dövüldüğü, öldürüldüğü, gençlerin “kutsal aile” baskısı altında yaşamaktan vazgeçip ölümü tercih ettiği, cemaatlerin cirit attığı bir ortamda, “dinimize, diyanetimize laf söyletmeyiz” diyenlerin sesi daha çok çıkıyor. Kalabalıklar her an kışkırtılmaya hazır. 6-7 Eylül olayları, Maraş, Sivas derken insanlığımız sürekli kaybediyor. Kadınlar daha da fazlasını...
Felsefe tarihinin en eski, en temel sorularından biri; “insan nasıl bir varlıktır?” diye kabul edilir. Cevabı Maria’da gizli olabilir. Onun trajedisi hem kadın düşmanlığının, hem de dini gericiliğin zirvesidir. Hani Nazım Hikmet “28 kanunisaniyi unutma” demiş ya... Bu Ocak’ta Maria Suphi’yi evinize, kalbinize buyur edin ve konuşun.
Bakalım size ne söyleyecek?
(AB/EMK)