Pazartesi günü evdeydim.
Telefon çaldı.
Açtım, arayan ablamdı.
Sesi bir garipti!
“Haberler çok fena, Suruç’u duydun mu?” demesiyle içimden bir şeylerin kopup gittiğini hissettim.
Telefonu kapatıp neler olduğunun ayrıntılarına daldım.
Gördüklerim, okuduklarım tek başına insanım diyen herkesi isyan ettirecek cinstendi.
Hain bomba onlarca gencimizi almış, yüzün üzerinde gencimizi de yaralamıştı!
Yolculuğa çıkarken çektikleri fotoğraflar, gülen yüzleri, sevinçle parlayan gözleri…
Bu nasıl bir kıyımdı?
Bu hain bomba kimleri bizden çekip almıştı?
Hayata sevgiyle bakan hangi gözleri karartmıştı?
Sorular soruları kovalarken, bu defa cep telefonum çaldı.
Arayan haber merkezinden Haval’di…
“Uygunsan gelebilir misin?” diye soruyordu.
İlk trenle yola çıkarım dedim.
Ve hızla hazırlandım.
Evin içinde hazırlanmak için bir yandan deli danalar gibi dönüp dururken, bir yandan da yeni bir haber var mı diye ajanslara bakıyorum.
Koşar adım evden çıktım.
İstasyona vardığımda tren kalkmak üzereydi.
Hızla trene bindim.
Bu nasıl bir acıydı?
Bu nasıl bir şeydi?
Yol boyunca kendi kendime “lanet olsun” diyip durdum.
Trenin tekerlekleri rayların üzerinden hızla kayarken, hem haber taradım, hem de kafamın içinde dönüp duran tanıdık genç arkadaşlarla sohbete dalıp, anılarda dolaştım…
Bir yandan internetten katledilen gençlerin isimlerine ulaşmaya çalışıyorum.
Diğer yandan bulduğum isimlere bakamıyorum.
Böyle bir zamanda birilerini tanıyıp, tanımamanın bir önemi yok elbette.
Hepsi can, hepsi gencecik, hepsi pırıl pırıl birer insan güzeli!..
Hepsi duyarlı, ideallerinin peşine düşmüş birer serüvenci…
Her yıl Ege kıyılarında geleneksel kamplarını yapan SGDF üyesi genç yoldaşlarımız, bu defa yanı başımızdaki Kobane’nin çağrısına kulak vermişlerdi.
Yanıbaşımızda katil IŞİD çetelerince yakılıp, yıkılan Kobane’nin inşasına katılmak, Rojova devrimine bir tuğla da onlar koymak istemişlerdi.
Bunun için “Kobane’yi birlikte kurduk, birlikte inşa edeceğiz!” diye seslenmişlerdi yaşdaşlarına.
Kobane’nin inşasında yer alacaklardı.
Kütüphane kuracak, Berkin Elvan ormanı yapacaklardı.
Oyuncak götüreceklerdi çocuklara…
Pırıl pırıl 300’ü aşkın genç böylesine anlamlı, böylesine güzel bir ideal için sevinçle yola koyulmuşlardı…
Amara Kültür Merkezi’nin bahçesinde kahvaltı masasında çekilen fotoğrafları ve dün paylaşılan görüntüleri gençlerimizden kalan son mutlu karelerdi.
Adları Koray’dı, Cebrail’di, Hatice Ezgi’ydi, Uğur’du, Narthan’dı, Veysel’di, Nazegül’dü, Kasım’dı..
Adları Alper’di, Cemil’di, Okan’dı, Ferdane’ydi, Yunus Emre’ydi, Çağdaş’dı, Alican’dı, Osman’dı...
Adları Mücahit’di, Medali’ydi, Aydan Ezgi’ydi, Ali Rıza’ydı, Nazlı’ydı, Serhat’tı, Ece’ydi, Emrullah’dı...
Adları Murat’tı, Erdal’dı, İsmet’di, Süleyman’dı, Büşra’ydı, Dilek’di, Duygu’ydu, Nuray’dı...
Her biri pırıl pırıl insan güzeli, yoldaştılar, arkadaştılar, dosttular...
Gençtiler, çocuktular, anneydiler, babaydılar...
Bir gün sizleri unutursak, yüreğimiz kurusun çocuklar...
İdealleriniz halklarımızın özgürlük mücadelesine ışık olacak, yol gösterecek!
Gelecek sizlerin gülen yüzlerinizle aydınlanacak!
Er ya da geç, katiller anılarınıza, ailelerinize ve halklarımıza hesap verecekler!
Polis komplolarıyla bizleri oturttukları o sanık sandalyelerine ellerini sizlerin kanıyla yıkayan gerçek katiller oturacaklar!
Asla unutmayacağız, unutturmayacağız, affetmeyeceğiz! (FE/EKN)
* Fotoğraf: Orhan Çiçek / AA