Diktatör Franco'nun kemik kalıntıları, "Tarihsel Hafıza Yasası" uyarınca 24 Ekim 2019'da "Valle de los Caidos" adlı anıt mezardan çıkarıldı. (Foto: Canva)
"Rosa Coscollá, 90'lı yaşlarında bile iki polis memurunun evlerine girip babasını alıp götürdüğü günü hâlâ tüm berraklığıyla hatırlıyordu. Yıllardan 1939'du; İspanya İç Savaşı'nın son zamanlarıydı.
"Babasını tekrar ve son kez gördüğünde hapisteydi; ağır yaralanmış, aç bırakılmış siyasi bir mahpustu. Vicente Coscollá, kısa süre sonra infaz edildi; Rosa ise ömür boyu babasının nereye gömüldüğünü teyit etmek için toplu mezardan DNA örneklerinin alınacağı günün gelmesini umdu.
"Ömrünün son yıllarında bile babasının davasına kafayı takmıştı. Babasını geri getirip onun - bedeninden bir parçanın, bir kemiğin, herhangi bir şeyin - kendisiyle birlikte gömülmesini istiyordu."
National Geographic dergisinden Jordan Sallama, 1936-1939 yıllardındaki iç savaşın ardından Francisco Franco diktatörlüğünün yaklaşık 40 yıl hüküm sürdüğü İspanya'da on yıllar öncesinden günümüze uzanan hafıza ve adalet talebini bize kısaca bu sözlerle hatırlatıyor.
Biz bu talep ve mücadeleye Arjantin'deki Plaza de Mayo Anneleri'nden olduğu kadar Cumartesi Anneleri/İnsanları'ndan da aşinayız elbette.
İspanya'da kayıp yakınlarının hafıza ve adalet talebinin - hiç unutulmamış olsa da - yeniden gündeme gelmesi ise parlamentonun üst kanadı Senato'nun 5 Ekim'de onayladığı, Franco dönemini "yasadışı" ilan eden "Demokratik Hafıza Yasası" ile oldu.
Franco 1975'te öldükten iki yıl sonra kabul edilerek İspanya'daki "Unutma Paktı"na yasal zemin oluşturan 1977 Af Kanunu ise halen yürürlükte.
Toplumlar sessizce mutabık kalınan paktlar ile geçmiş diktatörlüklerin suçlarını unutup mecliste vekillerin geçirdiği yasalarla karanlık geçmişleri ile yüzleşebilirler mi bilinmez. Fakat yine de belki İspanya'da olanlara bakarak kendimizce ve kendimiz için dersler çıkarabiliriz.
Unutmayı, yani cezasızlığı seçtiler
Francisco Franco ölüp İspanya demokratikleşme kararı aldığında takvimler 1975'i gösteriyordu. Franco diktatörlüğü, iç savaşın bittiği 1939'dan diktatörlüğün bittiği 1975'e kadar - iyimser bir tahminle - 114 binden fazla kişiyi öldürmüş ve/veya kaybetmişti.
Franco'nun ölümüyle birlikte İspanya halkı ve siyasetçiler bir karar vermeliydi: Ülkenin iç savaş ve diktatörlük geçmişi ile ne yapacaklardı?
Siyasi partiler, "diktatörlüğü geride bırakmanın en iyi yolunun yakın dönemde yaşanan zulümleri 'unutmak' olduğuna" karar verdi. Yazılı olmayan "Unutma Paktı" (El Pacto del Olvido) 1977 yılında parlamentoda kabul edilen Af Kanunu ile birlikte yasal bir zemine oturmuş oldu.
Neden böyle bir karar alındığıyla ilgili görüşler, Franco döneminde iş başında olan yetkililerin yeni dönemde de görevde kalmasından, Franco sonrası dönemde siyasi cinayetler ve darbe girişimi de dahil şiddet olayları ve istikrarsızlığın yaşanmasına kadar geniş bir yelpazede değişiyordu.
Peki, bu kanun neyi öngörüyordu?
Buna göre, 500 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği iç savaş ve onu takip eden diktatörlük döneminde işlenen suçlar yargılanamayacaktı.
Bu ise şu anlama geliyordu:
Siyasi mahpuslar serbest bırakılıp sürgünler ülkeye geri dönebilecekti. Ama Franco rejiminin işlediği suçlar da cezasız kalacaktı. Kanun ise sonrasında Franco diktatörlüğü döneminde işlenen hak ihlallerinin soruşturma ve kovuşturma konusu olmasının önüne geçecekti.
İspanyalı yasa yapıcılar 1977'de kabul ettikleri ve bugün hâlâ yürürlükte olan bu kanunla unutmayı, yani adaletsizlik ve cezasızlığı seçmişti.
İnsanlığa karşı suçlarda zamanaşımı olmaz
Franco döneminde yaşanan gözaltında kayıplara yönelik soruşturmaları incelemek üzere ülkeye bir çalışma grubu gönderen Birleşmiş Milletler (BM), insanlığa karşı suçlarda zaman aşımı olamayacağını söyleyen uluslararası insan hakları hukukuna dayanarak 2013 yılında İspanya'ya bir çağrıda bulundu ve kanunun yürürlükten kaldırılmasını talep etti.
Aslına bakılacak olursa, dönemin sol hükümeti 2007 yılında daha sonra kabul edilecek "Demokratik Hafıza Yasası"na da temel oluşturacak olan "Tarihsel Hafıza Yasası"nı kabul ederek Franco diktatörlüğü dönemiyle yüzleşme adına adımlar atmaya başlamıştı.
Ardından da yine sol bir koalisyon hükümetinin 5 Ekim 2022'de kabul ettiği "Demokratik Hafıza Yasası" geldi.
"İspanya İç Savaşı ve diktatör Francisco Franco dönemlerinin izlerinin silinmesi ve mağdurlara destek verilip geçmişle yüzleşme adımlarının atılmasını" öngören yasa ise şimdi 1977 Af Kanunu üzerinden siyasi yelpazenin her iki ucundan aktörlerce eleştiriliyor.
Sağ partiler, yeni kabul edilen yasanın 1977 Af Kanunu'nun ve "Unutma Paktı"nın "altını oyacağını" söylerken Franco döneminde yaşananlara karşı yirmi yıldır adalet mücadelesi veren Tarihsel Hafızanın Kurtarılması Derneği yeni kabul edilen yasanın geçmişle yüzleşme açısından "yeterince ileri gitmediğini" söylüyor ve 1977 Af Kanunu'nun kaldırılmasını talep ediyor.
Unut(tur)manın araçsallaştırıldığı yerde hatırla(t)mak
Hafıza ve adalet...
Birbiriyle el ele giden iki talep, iki mücadele...
Bizim de bu coğrafyada hiç yabancısı olmadığımız iki kavram...
Unut(tur)manın cezasızlık ile eşitlendiği, siyasilerce bir tür araç hatta silah olarak kullanıldığı yerde inatla ve inançla hatırla(t)mayı seçmek, geçmiş - ve gelecek - hak ihlalleri ve insanlığa karşı suçlar karşısında her şeyden önce bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor.
Dedikleri gibi hafıza-i beşer gerçekten nisyan ile malül müdür bilinmez; fakat İspanya örneği gösteriyor ki adaletin sağlanabilmesi için toplumların, halkların unutmak gibi bir lüksü olmuyor, olamıyor.
Unuttuğunuzu sandığınız her neyse adalet sağlanmadığı için bir başka toplumun sosyal hafızasında nesilden nesile aktarılan bir travma, açık bir yara olarak kalmaya, kanamaya devam ediyor.
Çünkü her şeyin ilacı olan, zaman değil, yüzleşme.
O yüzden de unutmak değil, hatırlamak ve hatırlatmak gerekiyor.
Peki, bunu sağlamanın yolu, İspanya'da olduğu gibi yasal düzenlemelerden mi geçiyor? Ya da yasal düzenlemeler tek başına yeterli mi?
Bunu elbette zaman gösterecek.
Fakat bu bile şüphesiz önemli bir başlangıç.
Dünyadan kısa kısa...Bir yazı: İran'daki protestolar nesillerdir süren travmanın sonucu İranlı hak savunucusu Nasrin Parvaz, İngiltere'den The Guardian için kaleme aldığı "İran'daki protestolar bir öfke patlaması değil, nesillerdir devam eden travmanın bir sonucu" başlıklı yazısında, gözaltında işkence gördükten sonra terk ettiği İran'da Jîna Mahsa Amini'nin ölümünün ardından başlayan protestolara dair önemli değerlendirmeler sunuyor: "Kadın, yaşam, özgürlük... Bu kelimeler, İran'ın korkulan ahlak polisinin elinde cinayete kurban giden 22 yaşındaki Mahsa Amini'nin ölümünün ardından başlayan protestolarda yükselen bir çığlık oldu. Bu kelimeler, İran rejimini temelden sarsıyor. "Bu ayaklanma, önceki hareketlerden farklı olarak nesillerin ve sosyal sınıfların ötesine geçiyor. Amini'nin ölümü, genç İranlı kadınlar için rejimin kadın haklarını bastırması karşısında alevlenen öfke patlamasının fitilini ateşledi. Bu ölüm, benim gibi daha yaşlı aktivistler için ise önceki ayaklanmalardan kalan yaraları deşti ve on yıllardır devam eden özgürlük mücadelesine cansuyu oldu. "...Ülkenin dört bir yanındaki protestoların da gösterdiği gibi, insanlar unutmadı. Bu, genç ve idealist bir neslin öfke patlaması değil, nesillerdir özgürlük için mücadele eden İranlıların birikmiş travması. "Rejim, bugün sadece iktidarını korumak için değil, hayatta kalmak için de savaşıyor. Toplumun her kesiminden böylesi bir öfke ile karşı karşıya kalan rejim, kendisine karşı gelen herkesi öldürebilir ya da hapse atabilir. Fakat insanlar artık geri dönmeyecek kadar çok yol aldı. Eğer vazgeçip evlerine dönerlerse başka bir katliam daha olacak. Onlar hayatları için mücadele ediyor. "...Halkımın güvenliği için korkuyorum. Ama İslami rejimi süpürüp atacaklarına ve İran'ın kendilerinden önce gelen nesillerinin hayallerini gerçekleştireceklerine olan umudumu koruyorum." Bir karikatür: Enflasyon mu? Biri Erdoğan mı dedi?
Cumhurbaşkanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Yunanistan Başbakanı Kiryakos Miçotakis'in iç siyasette ellerini rahatlatmak için iki ülke arasındaki gerilimi tırmandırdığı konuşulurken Yunanistan'ın Ekathimerini haber sitesi, bu duruma Yunanistan'dan bir bakış sunuyor: Gazeteci: "Peki ya enflasyon?" Bir istatistik: AB ülkelerinde ev fiyatları 12 yılda yüzde 48 arttı
Türkiye ile aynı seviyelerde olmasa da Avrupa ülkeleri de kısaca enflasyon dediğimiz fiyat artışlarından muzdarip. Avrupa İstatistik Ofisi'nin (Eurostat) 7 Ekim'de paylaştığı veriler, 2022'nin ikinci çeyreği ile kıyaslandığında Avrupa Birliği (AB) bölgesindeki ev kiralarının yüzde 18, ev fiyatlarının ise yüzde 48 arttığını gösteriyor. 2021'in ikinci çeyreği ile kıyaslandığında kiraların yüzde 1,7, ev fiyatlarının yüzde 9,9 arttığı görülüyor. |
(SD)