Hayat gailesi bu aralar yüz yüze görüşmemizi engellediğinden uzun telefon konuşmalarıyla sürüyor Beyhan’la ilişkimiz. On gün önce telefonda anlattı; hali pür melalini.
“Görünmez bir hortumla vücudumdaki bütün enerji emilip, yerine milyonlarca kımıl püskürtülüyor sanki. Haftalardır geceleri uykuyla zor buluşuyor, sabahları da zor vedalaşıyoruz. Yataktan 5-10 dakika kalkamıyor; kalktığımda da baston yutmuşçasına, çorap giymek için bile eğilemiyorum. Ağrıyor her yerim; inanmayacaksın ama tırnaklarım bile. Kaslarım dondurulmuş gibi. Bu ağrı sızılar yüzünden sabahları “suratsızlar” kraliçesi tacı takıyorum kafama. Hasbelkader gülümseyecek olsam yüzüm acıyor; valla.
Vücuduma iğne batırılırsa patlar; safi gaz çünkü. İçtiğim sıvıları çıkarabiliyorum ama yediklerimin posası vücudumu terk etmiyor inat ve ısrarla. Midem alabora her daim. Dişlerimi sıkmazsam ağrıyor; acaip şekilde. Uykuda diş gıcırdattığımı söylüyor; ev halkı. Her türlü kokuya hassasiyetim arttı.
Bilirsin; elim hızlıdır mutfak işlerinde. Beynim ellerime, sair eklemlerime söz geçiremediğinden şimdilerde öyle değil. Verimsizim evde ve işte. Canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Evde ütülenecek çamaşır dağı var; ihtiyaç olduğunda bir iki parça ütüleyip günü kurtarıyorum. Yüreğim de buruşuk; ütüyle düzelecek olsa her daim onu ütüleyebilirim ama.
Aaaa, bi de ellerim çirkinleşti, rengi lilaya dönüştü. Mutsuzluğum ellerime vurdu; sanki. İçimde turna kuşları uçuşuyor; her an kötü bir şey olacakmış gibi. Kimseyle konuşmak istemiyorum ve hep yalnız kalmak istiyorum. Beni sadece örgü örmek rahatlatıyor; rengahenk iplerle. Evde, işte yalnız kalamadığımdan sadece örgümü elime aldığımla kendimle yalnız kalabiliyorum.
İş değil; işyerim mahvediyor beni. Gökyüzüne yakınlaştık; uçuşan kuşlarla aynı yükseklikteyim. Her taraf cam ama sadece iki pencere bir karış açılabiliyor. İçerde oksijen sıfır bence. İklimlendirme ayrı bir rezalet. Ya üşüyorsun ya da yanıyorsun. Akıllı bina diyorlar ama bence aptal. Açık ofis çalışmak; iğrenç bir şey. Mahremiyet filan hak getire. Bir sürü bilgisayar, cep telefonu aynı alanda, aynı binada. Magnetik alan mağduruyuz resmen. İnsan deposu binadan çıktığımda 5-10 dakika sürüyor; taze havaya uyumum. Ağrı kesicilerle ve bol sıvıyla ancak ikindi vaktine kadar katlanabiliyorum oraya. Tonlarca tuğla taşımışçasına yorgun düşüyorum.
Sinema, tiyatroya gitmiyorum uzunca süredir; kapalı alanlarda boğuluyorum adeta. Televizyon izleyemiyorum; her türlü ses irrite ediyor beni. Kitap, gazete hak getire. Üst satırda okuduğumu alt satıra indiğimde unutuyorum. Gazetelere internette göz gezdiriyorum sadece.
Hep tutuk olan boynum sayesinde sola doğru çarpık yürüyen bir kadın oldum. Omuzlarım kütük gibi. Duygularım da tahta. Kahve, sigara ve bilumum hamurdan mamul şeyler beni ayakta tutuyor.”
Kişi kendinden bilir işi deyip kesinlikle doktora gitmesini önerdim. Mızırdansa da gideceğine de söz verdi.
Beyhan dün aradı; sağlığıyla ilgili son durumuna ilişkin.
“Sol omuzdan başlayıp parmaklarıma kadar inen karıncalanmayı, uyuşmayı önemsemedim. Göğsümde kısa süreyle batıp çıkan ağrılar başladı akabinde. Bir ara tıkandım; resmen. Kalbimin tiktak hızı da artınca endişelendim. Kalp krizi mi diye. İşyerinde, ikindi vaktinde oldu bunlar. Melike’nin ısrarıyla ve onunla gittim hastaneye, acile. Kan-idrar tahlili, tansiyon ölçümü, EKG filan. Müşahade odasına yatırdılar. Uzunca bir süre EKG cihazının çok daha gelişmişi bir alete elektrotlarla bağladılar. Sorularıma sınırlı ve mesafeli cevap verdi sağlık personeli; bu sürede.
Sonuç; kalp krizi değil; miyalji. Kas gevşetici ve ağrı kesici zerk ettiler vücuduma. Gevşeyiverdim yarım saat sonra. Doktor reçetemi uzatırken “Bu ilaçlar sizi rahatlatacaktır. Ama en yakın sürede psikiyatriste gitmenizi ve onun yönlendirmesiyle hareket etmenizi öneririm. Açık havada, uzun yürüyüşler yapın. Gün ışığından bolca yararlanın. Mümkünse 2-3 günlük kısa bir tatil yapın. İstirahatiniz için size 2 günlük rapor yazdım” filan dedi.
İlaçlar daha o gün etkisini göstermeye başladı. Evde kimse yoktu gündüzleri. Cafe de Beyoğlu cdlerini dinledim bolca. Yat-kalk-iç-ye modunda geçirdim tapor süresini. Evdekiler de yemek işini kendileri çözdü. Kas gevşeten ilaçlarım vazifesini çok güzel yaptı; vallahi.
Melike’nin tanışı bir psikiyatristten randevu aldım; yarın için. Bakalım ne diyecek?
Ama ben yüzme havuzuna gitmeye ve bizim üst sokaktaki açık hava spor aletlerini kullanmakta kararlıyım. “
Çoğunlukla orta yaştaki mükemmeliyetçi, süper ultra ve megakadınları muzdarip eden, 21. Yüzyılın hastalığına Beyhan da yakalanmıştı işte. Yıllar önce arkadaşım Cemafer sayesinde tanıştığımız bu hastalıktan, iki yıl önce yine bir bahar mevsiminde ben de nasiplenmiştim.
Cemafer’le ikimizin ortak doktorunun sözlü reçetesine tamamen olmasa bile uyabileceğim kadar uymak bile iyi gelmişti bana da.
Hayatın içine –daha çok –katılmak, günlük aktiviteleri arttırarak sürdürmek, zihnini ve ruhu rahatlatmak, rutini değiştirmek, mükemmeliyetçilikten vazgeçmek, evhamı azaltmak, stresi yönetmek kolay değil tabii her daim. Yaşam tarzı ve bakış açısı değişikliği ha dediğinde olacak bir şey değil zaten. Ama fark etmek bile önemli; çoğu kez davranış değişikliğine yol açmasa da.
“Baharı gülerek karşılayın, iliklerinizde, kemiklerinizde hissedin” derdi lisedeki coğrafya öğretmenim. Günlerdir susmak bilmeyen yağmur; önce kurşuniye boyadığı sonra da bolca suyla yıkadığı yüreğimi bahara hazırladı beni.
Az önce okudum; Yılmaz Erdoğan’ın “bu bahar aşka hazır”şiirini. “Unutma baharda çiçek olan/ Meyvedir yaza/ Bu erik tanesi bu şakacı bahar çiçeği/ Her dem taze kalsa”
İyi baharlar herkese… (ŞD/EKN)