sevgili pınar selek 13 aralıkta kendisine daha önce üç kez yaşatılanları yeniden yaşayacak
üzerinde çok konuşulduğu, yazıldığı için olanları ve ardından yaşanan o uzun "yargılama süreci"ni herkes biliyor.
somut durum şu: yaşamı boyunca "barışın ve yaşamın" peşinde olan, bir insan "insanları öldürmekle suçlanıyor. buna onu bilenlerin, tanıyanların, hatta bir şekilde yolu kesişenlerin inanmasını beklemek "abesle iştigal"dir.
güneş balçıkla da sıvanmaz!
bazen insan "ölümü" isteyebilir. "ölümü yaşama yeğleyen" birilerine yardımcı ya da aracı da olabilir. öyle anlar ve durumlar vardır ki yaşamın zor, anlamsız ve saçma geldiğini düşünülür ve ölüm yeğlenebilir. bilinç ve duygusu öyle dediği, öyle inandığı ve öyle istediği için bir insan, ölebilir, hatta öldürebilir de!
ölüm ve öldürme eylemi düşünüldüğünde bunlarla ilgili durumlar, olaylar, örnekler, yaşanmışlıklar pek çok insanın kolaylıkla aklına gelecek, belki belleğinde bir yerlere ittiği anılar ya da anı kırıntıları anımsanacaktır.
tüm bu örneklerin ve durumların hepsinde de bu sürecin belirtileri, izleri, yadsınamayacak ve gizlenemeyecek unsurları yaşanan o "ölüm"ün çevresinde hazır durur. hem de yalnız "ölüme", "ölüm anına" ve "ölene" dair kanıtlar ve tanıklıklar değil, öyle bir eylemi gerçekleştirenlerin kimlikleri ve yaşamlarında da buna dair pek çok izler bulunur ve bunlar eninde sonunda mutlaka ortaya çıkar.
pınar'ın örneğinde bunları ortaya koyacak da herhangi bir ipucu, belirti, emare yoktur, şu ana kadar ortaya konulamamıştır, değil 15 yıl, yüz yıl, bin yıl geçse de olamaz da!
çünkü sevgili pınar'ın kimliği, kişiliği, karakteri ve bugüne kadar yaptıkları ve yapmadıkları ortadadır.
adalet duygusu
eskiden ceza yargılamaları sırasında "suçun maddi ve manevi" unsurlarının varlığı bir arada irdelenirdi. şimdi artık yargılamalar "adeta otomatiğe bağlanarak" bunlar gündeme getirilmeden, çoğu zaman yargılama sürecinin unsurlarının pek çoğunun yokluğunda kararlar verilir oldu.
bu yüzdendir ki "adalet" duygusu artık eskisi kadar yoğun hissettiğimiz bir duygu değil. eskiden istisnaların görüldüğü durumlarda da "ilahî adalet"e duyulan güven bunları önemsiz hale getirirdi. oysa artık bırakın ilahi adaleti, olağan sıradan neredeyse matematik ifadelerle kesinliği açık ve ortada olan durumlarda bile bir adalet duygusu ortaya çıkmıyor.
bu davada da öyle oldu, oluyor!
üç kez "suçsuz" olduğuna ikna olup beraat ettirilen bir insan şimdi "suçlu" sayılıp yaşam boyu hapsedilmekle karşı karşıya.
böyle bir sürecin kendisinin, suçsuz bir insan için çok büyük bir "ceza" olduğu bile düşünülmüyor.
gerçek neden ne?
son duruşmada daha kuvvetli bir şekilde dile getirilen, ancak duruşma heyetindeki hakimlerin bazılarının haberdar bile olmadığı, fransa'nın ünlü "dreyfus davası" örneği gerçekten bu dava süreciyle örtüşüyor. başkaları da var: amerika'nın "sacco ile vanzetti", "rosenbergler" davaları, bizdeki "hrant dink" olayı benzer başka durumlardan bir kaçı.
süreç, bu örnekler göz önüne alındığında, bu yargılamanın aslında yaşandığı iddia edilen olayla ilgili değil, istenmeyen bir kimlik, bir kişilik ve bir karakter yapısının "mahkum edilmesi"ni sağlamak olduğu artık daha kolay fark ediliyor.
gerçekten de her kurumda, yapıda, ülkede ve siyasi rejimde, o rejime aykırı, o rejimin neliğini ortaya koyan, o yüzden de çok rahatsız edici bazı kişiler hep vardır.
sistemler, devletler, kurumlar bu "tip" kişileri ilk önce görmezden gelmeye çalışır, yok sayar. öyle kişiler bundan kolayca kurtulurlar ve görünür, bilinir hale gelirler. o zaman sistem onları yalıtmaya çalışır. uzaklara gönderir, gizler. sıklıkla bu da kâr etmez. o zaman da bir yolla satın almaya çalışır. bazıları "buraya kadar der" ve kimliğinden, kişiliğinden, karakterinden vazgeçer. ama bazıları "satın alınamazlar.
öyleleri için de bulduğu yollar da vardır: bunlardan birisi o insanları kaçmak zorunda bırakmaktır. taciz etme, rahatsızlık verme, çevresindekileri, sevdiklerini, vazgeçemeyeceklerini tehdit etme, hatta çeşitli tehlikelere maruz bırakma bu yollar arasındadır. eğer bunlara karşı koyan ve kaçmayanlar olursa o zaman da onların başına çeşitli çoraplar örülür ve bunlarla uğraşması, asıl yapması gerekenleri yapamaması sağlanır.
bunların da kâr etmediği durumlarda doğrudan saldırılar gündeme gelecektir. bazı saldırılar kişiyi tümüyle ortadan kaldıracak şekilde fiziki saldırılar şeklinde olabilir. bunda sıklıkla başarılı olunur. bu geride kalanlara da oldukça kuvvetli bir baskı yaratan bir çözümdür.
bir diğeri ise onun herhangi bir olay nedeniyle, bir biçimde suçlu olduğunun kanıtlanıp cezalandırılmasıdır.
bu coğrafyanın ve bu ülkenin geçmişi bu örneklerin hemen tümüne ilişkin net örneklerle doludur. yıllarca böylesi yaratılmış suçlar yüzünden uzun cezalara maruz kalmış insanlar vardır. yok edilenlerin ise izleri bile bulunmayabilir.
bu kişilerin kim olduğu, ne yaptığı, hangi yanda durduğu ve ne dediğinin bir önemi yoktur.
kural rahatsızlık verenin rahatsız edilmesidir; yolu tıkayanın yoldan kaldırılmadır.
devlet dediğimiz aygıt tüm bunları gerçekleştirecek araçlara sahip olan bir mekanizmadır.
neden pınar?
peki sevgili pınar'ın özelliği nedir?
onun herkesçe bilinen pek çok özelliği vardır. hepsi ayrı ayrı önemli ve değerlidir.
birçokları, onun sisteme en çok dokunan yanının devletin istediği şeyleri yapmaması ve ona itaat etmemesi olarak düşünür. haklı olabilirler; bu özelliği onun bence de en temel özelliklerinden birisidir.
ama ben yine de nedenin bu olmadığını düşünüyorum:
bence o "geleceğin güzel" olacağına, gerçekten "özgür, demokrasinin tüm boyutlarıyla işlediği, hukukun üstünlüğüne inanmış ve insan haklarına saygılı bir ülke ve toplum" olacağımıza dair umudu taşıdığı, dahası bu umudu gerçek kılacak olanaklara sahip olduğu, hatta küçük küçük de olsa böyle bir dünyanın bazı örneklerini yaratabildiği için bu sistemin hedef noktasında yer aldı, alıyor.bu üçünü çok iyi anlamak gerekir bence:
"umut" tek başına sistemi zora sokmaz, tersine sistem varlığını bu "umut" üzerine inşa eder.
bu "umudu gerçekleştirecek olanaklara sahip olanlar"ın ellerinden çeşitli yollarla o olanaklar alınır, sınırlanır, daraltılır ve etkisizleştirilir. dolayısıyla bu durum da aslında sistem açısından çok önemli değildir.
bence pınar'ın asıl yaptığı çok kısa süren bir zaman diliminde bu umudu büyütecek "küçük örnekleri" yaratabilmesidir. umudu başkalarına da geçirerek büyütebilme olanağına sahip olmasıdır. sistemin kontrol edemediği, karışamadığı, herhangi bir şekilde engelleyemediği bir çıkış, bir yol, bir açık kapı bulması ve yaratmasıdır.
devlet "yolgeçen hanı" değildir. devletin kuralları vardır ve eğer gerekliyse "umut" da devletin kontrol ve denetiminde, onun istediği kadar bu ülkenin insanlarına "hak ve reva" görülür. bence bu davanın "asıl hikâyesi" budur.
bu yüzdendir ki bu "umudu içinde besleyip büyütenler" sevgili pınar'ın yanında olmalıdır.
13 aralık perşembe saat 13.00'de çağlayan adliyesi'nde pınar için, umut ve adalet için orda olacağız. (ms/ÇT)