*Görsel betimleme: Görselde, eski zamanlara ait bir İstanbul sokak sahnesi yer almaktadır. Görüntüde, Osmanlı dönemine ait kıyafetler giymiş bir adam, çömelmiş şekilde sokak köpeklerini beslemektedir. Adamın başında kırmızı bir fes, üzerinde kahverengi bir ceket ve pantolon bulunmaktadır.
Sokak hayvanlarının topluca telef edilmesi bir süredir gündemde. Hayvanlara iyi davranılmasını emreden bir dine (evet, İslâm’dan söz ediyorum) mensup olduklarını iddia edenler dillerine “ötanazi” kelimesini dolamışlar, “katliam” dememek için.
Ama “ötanazi” Yunanca’dan türetilmiş bir kelime, eu+thanatos = güzel+ölüm demek. Çok acı çekmekte olan hasta yahut yaralı bir canlıyı ızdıraptan kurtarmak için, merhamet adına öldürmek demektir. Ki İslâm’da günahtır tabii.
Sokak köpekleriyle kedileri ızdırap mı çekiyormuş da “ötanazi” gerekmiş?
Yahu, Türkiye ne zaman bu hâle geldi? Bu acımazlık, bu gözünü kan bürümüşlük ne zaman çöktü üzerimize? Bütün Avrupalı seyyahların ballandıra ballandıra anlattığı, İstanbullu Müslümanların sokak hayvanlarına örnek davranışı ne zaman eskidi de kedilerin diri diri yakıldığı, köpeklerin katledildiği bir toplum haline dönüştük?
Halkbilimci Münevver Alp bakın eski İstanbul hakkında ne yazmış:
İstanbul halkı, kadın erkek, başlarına gelen bir hastalık veya dertten kurtulmak için köpeklere ekmek adardı. “İnşallah şu dertten kurtulayım, köpeklere üç okka borcum olsun...” derlerdi. Dertten kurtulsa da, kurtulmasa da adağını yerine getirirdi. Bir işi yapmamağa, bir şeyi içmemeye, bir eve gitmemeye tövbe ve yemin edip de bir zaman sonra yeminini bozmak zorunda kalan kimseler de yemin kefareti olarak oruç tutmak, sadaka vermek yerine üç akşam, beş akşam köpeklere ekmek vermekle yemin kefaretini vermiş olurlardı. (“Sokak Köpekleri”, Türk Folklor Araştırmaları 182 [1964]).
Günümüz iktidarının göklere çıkardığı Osmanlılar bunlardı işte. Katliam yapmak için birtakım hüsn-i tabirlerin arkasına saklanan günümüz riyâkârları gibi değildiler.
Şöyle bir makale yazmıştım birkaç sene önce, anlaşılan bu aralar epey okunuyor. Orada şu hadisten söz etmiştim:
غُفِرَ لاِمْرَأَةٍ مُومِسَةٍ مَرَّتْ بِكَلْبٍ عَلَى رَأْسِ رَكِيٍّ يَلْهَثُ، قَالَ كَادَ يَقْتُلُهُ الْعَطَشُ، فَنَزَعَتْ خُفَّهَا،
فَأَوْثَقَتْهُ بِخِمَارِهَا، فَنَزَعَتْ لَهُ مِنَ الْمَاءِ، فَغُفِرَ لَهَا بِذَلِكَ
Bir fahişeyi Allah affetmiş, çünki bir kuyunun yanından geçerken susuzluktan ölmek üzere olan bir köpek görünce ayakkabısını çıkartıp başörtüsünün ucuna bağlamış ve öylece kuyudan su çekerek köpeğe vermiş. Allah da bu yüzden günahlarını affetmiş. (Buhârî, Bed’ü’l-hulk 127)
Peygamberi böyle bir kıssa anlatan bir dine inananlar, on binlerce köpeği topluca katletmeyi nasıl düşünebilir? Erdoğan, “Allah’ın izniyle bitireceğiz” demiş. Allah’ın böyle bir insafsızlığa izin vermediği, vermeyeceği, kendilerinin Allah’a isyan ettiğini bilmiyor mu? Kendi de, emirlerini yerine getirenler de isyan ediyor, çünkü sebepsiz yere can almak günahtır; Allah affedecek mi onları?
Geçmişte de oldu böyle şeyler, onları da anlattım bir yerde. İnsanlar hâlâ 1910’daki yönetimin insafsızlığını konuşuyor. Daha 1918’de Betrand Bareilles, Constantinople: Ses cités franques et levantines (s. 70) adlı kitabında “Genç Türklerin köpek kıyımı, insan kıyımlarına bir peşrev niteliğindeydi” demişti, 1915’i kastederek. Hiçbir şey öğrenmediler mi tarihten, ki 114 yıl sonra aynı şeyi yapmaya hazırlanıyorlar. Gerçekten inanılacak gibi değil.
Her gün haberlere baktığımda “acaba bugün nasıl bir kötülük akıl etmişler” diye ödüm kopuyor. Her gözeneklerinden şer akıyor bu insanların. Umut bırakmıyorlar insanda hiç. Gerçi suçsuz insanları yıllardır hapishanelerde çürütmekten sakınmayan bir iktidar, hayvanları niye düşünsün?
Peki ya muhalefet, o ne güne duruyor?
(İCS/AS)