Sur'un ve Nusaybin'in fotoğrafları... Objektiflerin görebildiği kadar, basına yansıyabildiği kadar. Bakıyorum fotoğraflara. Sonra tekrar bakıyorum. Bir zamanlar gittiğim, gezdiğim yerleri tanımaya çalışıyorum, tanınmaz hale gelmiş sokaklar ve evler arasından. Tanıyamıyorum. Sokakları bilemiyorum neresi neresidir diye... Sonra tekrar bakıyorum.
Gördüklerim karşısında ne hissedeceğimi bilemiyorum. Önce üzüntü hissediyorum. Kayıplar düşüyor bir bir aklıma. Sonra öfke hissediyorum, nedenlerini düşündükçe. Kocaman bir yokluk hissediyorum, bomboş sokakların fotoğrafları karşısında. İçimde bir şeylerin yıkıldığını hissediyorum, harabeye dönmüş binalarla. Suçluluk hissediyorum, her hissettiğimle...
TMMOB Şehir Plancıları Odası Diyarbakır Şubesi'nin raporunu, basına ilk düştüğü gün okuyamıyorum. Sonra kendimi yavaş yavaş alıştırıp okumaya başlıyorum. "Oda, Suriçi’nde yaptığı 'teknik' gözlemlerin ardından ilçede ‘sokakların yasak kaldırılmadan önce delil bırakılmayacak şekilde temizlendiği’ tespitinde bulundu" diyor haber başlıkları.
İzlem ve gözlem sonuçlarından basına yansıyan her bir satır, taşınması ağır kahır...
"İçeride insan ve hayvan cesetlerinden kaynaklı ağır bir kokunun oluştuğu", "Çok sayıda tescilli sivil mimarlık örneği yapının tamamen yıkıldığı", "Anıtsal yapıların tank ve top atışlarından zarar gördüğü, duvarlarında çatlakların oluştuğu", "Tank ve top atışıyla yıkılmayan evlerin neredeyse tamamının silahlarla tarandığı ve evlerin tüm eşyalarının kullanılmaz hale geldiği"...
İnsanlar, hayvanlar ölmüş. Haneler harap olmuş. Eşyalar ziyan olmuş. Anıtlar tahrip olmuş. Tarih yok olmuş...
Rapordan alıntılar devam ediyor "Suriçi’nin özgün yapısı ve Koruma Amaçlı İmar Planı’nın hiçbir koşulunun korunmadığı", "Evlerin ve bahçelerin duvarlarına ırkçı, milliyetçi ve cinsiyetçi yazılamalar yapıldığı", "Sokakların yasak kaldırılmadan önce delil bırakılmayacak şekilde temizlendiği"...
Planlara uyulmamış, mevzuat çiğnenmiş, deliller karartılmış. Yetmemiş ırkçılık, ayrımcılık kışkırtılmış, ataerkil cinsiyetçi bakış açısı her surete sirayet etmiş.
Şehir Plancıları Odası'nda raporu hazırlayanların, uzmanlıkları gereği 'teknik' bir gözlemde bulunduğunu biliyorum. Ama bir şeyi daha biliyorum, o heyettekilerin o sokaklarda inceleme yaparken aslında içlerinden çürüdüğünü... Zaten raporu sunduktan sonra diyorlar ki; “23 Mayısta yaptığımız gözlemlerde kaldırılan yasağın ardından gözle görülür hale gelen ve telafisi mümkün olmayan sosyal ve mekânsal yıkımların gerçekleştiğine şahitlik etmekten utanç duymaktayız”.
Rapordaki en can alıcı tespitlerden birisi sanırım "Yıkımın olduğu bölgelerde devasa büyüklükte boş alanların oluştuğu". Fakat hepimiz biliyoruz ki o boş alanlar sadece yıkımın olduğu bölgelerde oluşmuyor. Şu anda en çok ve daha çok, yüreklerimizde oluşuyor o boş alanlar. Kocaman boşluklar içinde yaşıyoruz çoğumuz.
Çok yakın bir arkadaşım, Şehir Plancıları Odası Diyarbakır Şubesi yönetiminde. "Nasılsın diye sormaya yüreğim el vermiyor bu aralar" diye mesaj attım, arasam ne diyeceğimi bilemediğim için. Tam oradan yanıtladı beni; "Annem bir gün bana içini döktü 'İçi geçen bir Çınar ağacı gibiyim, sessizce içerden çürüyorum, ağaçlar ayakta ölür kızım' dedi. Annemden çok şey öğrendim. Kanaviçe yapmayı, soğanı küp küp doğramayı. Bir de bunu, ayakta ölmeyi öğreneceğim sanırım" dedi.
Bir şeyler demek istedim ona. Çok şeyler diyebilmek. Ama daha çok susmak istedim ona. Uzun zamandır ben de pek çoğumuz gibi, böyle şeyler hissediyorum çünkü. İçten çürüdüğümü, gün gün, ilmik ilmik kuruduğumu. Ama buna rağmen ayakta kalmanın da zorunlu olduğunu biliyorum, aynı arkadaşımın annesi gibi.
İzmir'de "Ne yapacağımızı bilemiyoruz. Elimizden de bir şey gelmiyor. Kendimizi çok umutsuz hissediyoruz" diyor sık sık arkadaşlar. Boşluklardan kafamı çıkarıyorum ve neyse ki diyorum öyle vakitlerde, neyse ki Adnan Yücel'in dizeleri var. Diyor ki şair; "Bugünlerden geriye, bir yarına gidenler kalır, bir de yarınlar için direnenler…".
Bu zor günlerde 'umut etmek' elimizdeki en büyük direniş sanki. Sanırım yarınlara ulaşmak istiyorsak, hiç birşey yapamasak da umudumuza sarılmalıyız. O halde aynı şiirin bitimiyle bitsin bu yazı da...
"Ne kırlarda direnen çiçekler
ne kentlerde devleşen öfkeler
henüz elveda demediler.
bitmedi daha sürüyor o kavga
ve sürecek yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek!"
(ÖDM/HK)
* Fotoğraf: Mahmut Bozarslan/Sur-Diyarbakır